KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
375. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim, Allah’ın adıyla,
“Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.”
(Bakara Suresi, 120.Ayet.) Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
İslâm Dünyasının konjonktürel durumlara göre kükreyen aslanları daima bulunmuştur. Bu kükreyen aslanların seslerinin tonları seslerindeki volüm yüksekliği ve ifadelerindeki tesir gücü daima kitleleri etkilemiştir.
Mustafa Kemal’den Abdunnasır’a, Kaddafi’den Cinnah’a kadar niceleri emperyalizme karşı nice sert söylemlerde bulunmuş ne görkemli kükremeler yapmıştır. Kitleler bu söylemlerden etkilenmiş onların tesirinde kalmış, bu liderleri uzun yıllar antiemperyalist olarak kabul etmiştir.
Ziya Paşa’nın o meşhur şiiri farkı ortaya koyucu kuvvetli bir iksir gibi ortada durmaktadır;
“Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”
Sözlerin, görüntülerin muhteşemliği ve etkileyiciliği amelleri gölgede bırakıyorsa; bizi işleri görmekten alıkoyuyorsa bu sözler bir sihir ve yanılmadan ibaret değil midir?
Terör örgütü siyonist israilin mahremlerimize girip murdar ayakları ile Mescid-i AQSA’mıza saldırdıkları şu günlerde israil aleyhine açıklamalarda bulunmak sert ifadeler kullanmak hükümet yetkilileri tarafında moda oldu.
Hangi sebeple olursa olsun her eline mikrofon alan israil aleyhine sert açıklamalar yapıyor. Kimi haddini bildiriyor israilin kimi de ayaklarını kırmaktan bahsediyor israilin… Bir başkası sabrımızın test edildiğini ifade edip, “kimse sabrımızı test etmesin” diye tehditler savuruyor. Havada uçuşuyor okkalı sözler ve büyük tehditler…
Bizler kamuoyu olarak; İslâm Dünyasının “Kükreyen Aslanlarının” amellerine bakmayı öğrendik artık. Sözlerinin sihri tesir etmiyor bize. Biz “LAFA DEĞİL, İCRAATA BAKARIM”ifadesini sloganlaştıranların laflarına değil icraatlarına bakıyoruz.
Terör örgütü siyonist israil hâlâ bağımsız bir devlet olarak tanınmakta,
israil vatandaşları ülkemize vizesiz seyahat edebilmekte,
TC kimliği taşıyan siyonist yahudiler Filistin topraklarında kardeşlerimize karşı savaşa gidebilmekte ve onlara karşı hiçbir işlem yapılmamakta,
İşgal edilmiş Filistin topraklarımızda TC’nin konsolosluğu bulunmakta,
Ülkemizde de siyonist katillerin konsoloslukları bütün bu kükremelere ve tehditler rağmen açık durmakta ve katiller ülkemizi kirletmeye devam etmekte,
siyonist çete ile uluslar arası tüm anlaşmalar devam etmekte, hiçbirinden vazgeçilmemekte,
Askeri antlaşmalar sürdürülmekte,
Ticari ilişkilerin yüzdelik oranları son 12 yılda yükselmeye devam etmekte,
Sosyal, kültürel organizasyonların hiçbirisinden israil ayrı tutulmamaktadır.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Her birisinin doğruluğu hususunda da devletin resmi internet sitelerine bakmak yeterli olacaktır. Türkiye israil ilişkileri “Yıllar ayırsa bile, yollar ayırsa bile, biz ayrılamayız”!!! şarkısının anlattığı temayı içermektedir.
Biz hükümetin mitinglerde çokça söylediği şarkıyı bu şarkıyla birleştirip bütün kükremelerden sonra hükümetin amellerinin israile şöyle dediğini düşünüyoruz;
“Beraber yürüdük biz bu yollarda,
Beraber ıslandık yağan yağmurda,
Yollar ayırsa bile, yıllar ayırsa bile,
Biz ayrılamayız.”
Biz de söylüyoruz “Ya sözün sihri bitsin, halkı kandırmaktan vazgeçin, ya da kükremelerinizi düşman üzerinde görelim. Sizin kurma bir aslan olmadığınıza inanalım.”
“BİZ LAFA DEĞİL İCRAATA BAKARIZ…”
Tarihin bir ibret levhası olduğu, sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı, tevhid ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 376. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 22 Muharrem 1436 15.11.2014
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen basın açıklamasının tam metni:
Avrupa Birliği, 21 Kasım 2014 tarihinde Arnavutluğun başkenti Tiran'da yapılacak olan eşcinsel hakları savunma seminerinde Türkiye'nin de milletvekilleri ile temsil edilmesi için resmi olarak talepte bulundu. Mecliste oylamaya sunulan bu talep maalesef vekillerce kabul gördü. Böyle bir ahlaksızlığı sözde meşru zemine oturtarak bu sapkınlıktan bir hak çıkarmaya çalışan Avrupa Birliği tarafından, Türkiye'nin bu duruma müspet katkı sağlamasına çalışılması bilinçli bir çalışmanın ürünüdür. Meclisin bunu onaylaması ise akıllara ziyan bir durumdur. Diğer yandan kendini muhafazakar olarak tanımlayan ve dindar bir nesil yetiştirme iddiasında bulunan bir iktidar döneminde bu ve benzeri çalışmaların hiç bir rahatsızlık duymadan yapılıyor olması trajikomik bir durum ortaya koymaktadır. Yeryüzüne ifsadı yayan, üyeleri arasında derin çatlakların bulunduğu ve dağılmaya mahkum bir birliğe üye olmak adına ilkelerden ve değerlerden yoksun bir şekilde izlenen siyaset neticesinde toplumu ayakta tutan dinamikler maalesef bir bir ortadan kalkmaktadır. Dün camilerinde cuma hutbesinde ailenin önemi anlatılan bir ülkede aile ve ahlak mefhumu ile taban tabana zıt ve bu olguları kökünden dinamitleyecek eşcinsellik konferanslarına ülke adına meclis kararı ile temsilciler gönderiliyor olması " Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu." öz deyişini akıllarımıza getirmektedir. Bizler böyle bir seminere katılacak milletvekilini bu milletin vekili olarak kabul etmiyoruz. Meclisin kararını ve bu duruma göz yuman iktidar partisinin tutumunu şiddetle kınıyoruz. Ahlaksızlıktan hak devşiren, sapkınlığından mağduriyet üreten, gençliğe olumsuz örnek teşkil eden bir güruhun sözde haklarının konuşulacağı seminere katılım kararından bir an önce vazgeçilmelidir.
Ülkemizde son günlerde toplumu germek amaçlı kamu görevlilerinin karıştığı ilginç olaylar olmaktadır. 6-7 Ekim tarihlerinde gerçekleşen ve 40 civarında vatandaşın katledildiği sözde Kobani'ye destek olaylarında Van'da polis panzerinin yanan bir aracın üzerine iki aracı sürükleme görüntüleri gündeme bomba gibi düştü. Bu durum hiç şüphesiz kimi polisler eli ile çıkan olayları dahada şiddetlendirme ve kaos ortamı oluşturma amacı taşıyan provokatif bir eylemdir ve akıllarımıza tarihimizde darbe dönemleri öncesinde asker eli ile tezgahlanan olayları hatırlatmaktadır. Kobani olayları esnasında yakınını kaybetmiş yada yaralanmış kişilerin "etrafta hiç polis yoktu" demeleri ve telefonla polisi aradıklarında ise aldıkları "yapacak bir şey yok, başınızın çaresine bakın" cevapları kameralara yansıyan bu görüntü ile dahada bir manidar hale gelmiştir. Yasin Börü ve arkadaşlarının vahşi bir şekilde şehit edildiği olaylarda kameralara yansıyan görüntülere rağmen henüz kimsenin yakalanmamış olması ayrıca düşündürücüdür. Bir diğer olay İsrail terör şebekesinin ilk kıblemiz Mescid-i Aksaya düzenlemiş olduğu alçakca baskını protesto etmek amacı ile işgal şebekesi İsrail konutu önünde toplanan vatandaşlara gereksiz bir yere aşırı güç uygulaması ve biber gazı ile müdahale etmesi hadisesidir. İslam toplumlarının ve ülkemizdeki müslüman halkın böylesi hassas olduğu bir konuda polisin provokatif bir girişimde bulunması kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bir başka olaysa hukuksuz bir şekilde devam eden Hizb'ut Tahrir davasında, silahlı bir eyleme bulaşmadıkları bütün resmi kurumlarca kabul edilen ve fakat terör davasından binlerce yıl hapis cezası alan mazlum müslümanlara destek olmak ve mağduriyetlerini görünür kılmak amacı ile Köklü Değişim Dergisi tarafından başlatılan imza kampanyalarında Keçiören'de imza standında görevli 6 gencin hiçbir olay yaşanmadığı halde gerekçe göstermeksizin savcılık talimatı ile gözaltına alınması bir başka manidar olaydır. Buradan bu vesile ile göz altına alınan, İsrail konutu önünde şiddete maruz kalan ve Kobani olaylarında yaralanan kardeşlerimize geçmiş olsun diyor ve yine Kobani olaylarında ölen kardeşlerimizin yakınlarına sabır diliyoruz.
El kaide davaları, İbda-C davası, Hizbullah davası, Hizb'ut Tahrir davası, Sivas davası, Metin Kaplan davası devlet içerisinde çöreklenmiş farklı fraksiyonlardaki ideoloji sahiplerinde sürdürülen ve sürüncemede bırakılan davalardır. Bu davalar vesilesi ile binlerce kişi mağdur edilmekte ve toplumsal kamplaşma derinleştirilmek istemektedir.
Buradan hükümet yetkilileri başta olmak üzere devlet yetkililerine seslenerek diyoruz ki; yasama, yürütme ve yargı erkini elinde bulunduruyor olmanız hasebi ile vatandaşlarınızın her türlü halinden sizler sorumlusunuz. Kurumlarda bulunan ve yetkilendirilmiş kimi şahısların vatandaşlara dönük hukuksuz bir şekilde işlemiş olduğu fiillerin önüne geçmek sizlerin mükellefiyetindedir. Uzunca bir süredir dillendiriyor olduğunuz ve paralel devlet yapılanması olarak adlandırdığınız oluşumdan ve benzeri diğer oluşumlardan vatandaşın hakkını korumak öncelikli vazifenizdir. Yukarıda bahsettiğimiz olayların failleride dahil olmak üzere topluma dönük açık bir şekilde provakasyona yeltenmiş kişi veya kişiler hakkında gerekli yasal işlemler derhal başlatılmalı ve caydırıcı cezalar uygulanmalıdır. Aksi durumda yaşanan her bir olayın azmettiricisi olarak sizler bilineceksiniz.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşma temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU
Sakarya’daki 479. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde Özal’la birlikte ucuz iş gücü ve doğanın ranta çevrilmesi şeklindeki iki ayak üzerinden sürdürülen “dışa açık ekonomik” programların, AKP iktidarı döneminde en azgın uygulamalarla karşımıza çıktığına vurgu yapıldı.
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 479. hafta basın açıklamasında, 6000 zeytin ağacının haince söküldüğü ve buna karşı koymaya çalışan köylülerin şirketin adamlarınca dövdürüldüğü Yırca köyündeki olaylar ile gösteriş gereği milyarlarca liranın heba edildiği “AK Saray” inşaatı gündeme getirildi. Sakarya Dayanışma Derneği’nden Özkan Yasin Güler tarafından okunan açıklamada “Toki denen ucube tarafından ülkenin tüm şehirleri birer rant odağına çevrilmiş, bu arada en büyük pazarda İstanbul’da kurulmuş durumdadır. Deprem sonrası İstanbul’un yüzbinlik planında “deprem halinde toplanma” yerleri olarak tayin edilen araziler dahi imara açılmış, tüm ülke bir beton cehennemine çevrilmiştir. Karadeniz’in tabiat harikası dağları yine “HES” denilen bir başka ucubenin kucağına itilmiş durumdadır. Tüm bu insan kıyımı ve doğa talanının altında, kapitalist büyümeye gözünü dikmiş iktidarın kendisi açısından hayati olan “enerji açığı”nın kapatılması hırsı vardır. Ülkenin tüm linyit rezervlerinin bu açığı kapatmak için işlenmesi önceliği, insan hayatı da dâhil hiçbir engelle karşılaşmak istememekte, iktidar tarafından bu öncelik adına her türlü “zaiyat”a göz yumulmaktadır. Tüm planlamanın piyasa için üretim, tüketim ve tüketimin sürekli arttırılması üzerine kurulduğu bu kapitalist model, siyasi iktidarların yoksul halkın kanıyla ve çocuklarının geleceğiyle beslendikleri bir tezgâha dönmüş durumdadır.” ifadeleri kullanıldı.
Ülkenin köylüsüyle, emekçisiyle tüm yoksullarıyla alay edercesine; eski parayla bir katrilyon üç yüz kırk trilyon liraya mal olan bir “Saray”ın gündeme gelmesinin kamu vicdanında asla kapanmayacak bir yara açtığı ifade edilen açıklamada, “Kendini Müslüman olarak tanımlayan bizlerin böyle bir “saray”ı hangi gerekçe ile olursa olsun mazur görmemiz ve affetmemiz mümkün değildir. Patlama noktasına gelmiş geniş halk yığınlarıyla adeta alay edercesine sergilenen bu aymazlık karşısında kendisine “kanat önderi”, “âlim”, “şeyh”, “üstat” denilen zevat tarafından tek kelime dahi edilmemesi, dahası bazılarının bu azgınlığı meşrulaştırmak için dilini eğip bükmesi şüphesiz Allah’ın gazabını çekecek şeylerdendir. Bizler platform olarak Müslümana kesinlikle yakışmayacak bu tutumu Allah’a şikâyet ediyoruz.” denildi.
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 479. Hafta Basın Açıklaması
Ermenek’te hala çıkarılamamış işçilerin acısı taze iken, ardından 6000 zeytin ağacının haince söküldüğü, buna karşı koymaya çalışan köylülerin şirketin adamlarınca dövdürüldüğü Yırca köyündeki olaylar meydana geldi.
İnsana ve doğaya karşı takınılan bu gaddarca tutumun altında aslında aynı planlı sistematik devlet tercihinin yattığını biliyoruz.
Planlamasını kapitalist kalkınma olarak belirlemiş cumhuriyetin, 80 senedir yoksul halkın ve emekçi sınıfların sırtından bu hedefe ulaşabilmek için ortaya koyduğu hoyratlığın, 80 darbesi sonrası azgınlaşması halini yaşıyoruz.
Özal’la birlikte “dışa açık ekonomik” programların kabaca; ucuz iş gücü ve doğanın ranta çevrilmesi şeklindeki iki ayak üzerinden sürdürülmesi, maalesef Akp iktidarı döneminde en azgın uygulamalarla sürdürülmektedir.
Toki denen ucube tarafından ülkenin tüm şehirleri birer rant odağına çevrilmiş, bu arada en büyük pazarda İstanbul’da kurulmuş durumdadır.
Deprem sonrası İstanbul’un yüzbinlik planında “deprem halinde toplanma” yerleri olarak tayin edilen araziler dahi imara açılmış, tüm ülke bir beton cehennemine çevrilmiştir.
Karadeniz’in tabiat harikası dağları yine “HES” denilen bir başka ucubenin kucağına itilmiş durumdadır.
Tüm bu insan kıyımı ve doğa talanının altında, kapitalist büyümeye gözünü dikmiş iktidarın kendisi açısından hayati olan “enerji açığı”nın kapatılması hırsı vardır.
Ülkenin tüm linyit rezervlerinin bu açığı kapatmak için işlenmesi önceliği, insan hayatı da dâhil hiçbir engelle karşılaşmak istememekte, iktidar tarafından bu öncelik adına her türlü “zaiyat”a göz yumulmaktadır.
Tüm planlamanın piyasa için üretim, tüketim ve tüketimin sürekli arttırılması üzerine kurulduğu bu kapitalist model, siyasi iktidarların yoksul halkın kanıyla ve çocuklarının geleceğiyle beslendikleri bir tezgâha dönmüş durumdadır.
İktidarın bu ülkenin insanına vaad ettikleri daha fazla beton, daha fazla asfalt, daha fazla tüketimden ibarettir.
Bunun bedeli olarak ise daha fazla itaat ve hatta ubudiyet beklemekte, en küçük bir muhalefete dahi yaşama hakkı vermemekte, halkın gözünde kaybettiği saygınlığını korku salarak ikame etmeye çalışmaktadır.
Bölgemiz kan gölüne dönmüşken, devletin en üst düzey yetkilileri tarafından yapılan sorumsuzca açıklamalarla yükseltilen gerilimden, tiyatroya çevrilmiş “çözüm süreci”nden bahsetmiyoruz bile.
Tüm ülkenin barut fıçısına döndüğü böyle bir ortamda, ülkenin köylüsüyle, emekçisiyle tüm yoksullarıyla alay edercesine; eski parayla bir katrilyon üç yüz kırk trilyon liraya mal olan bir “Saray”ın gündeme gelmesi kamu vicdanında asla kapanmayacak bir yara açmıştır.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan bizlerin böyle bir “saray”ı hangi gerekçe ile olursa olsun mazur görmemiz ve affetmemiz mümkün değildir.
Patlama noktasına gelmiş geniş halk yığınlarıyla adeta alay edercesine sergilenen bu aymazlık karşısında kendisine “kanat önderi”, “âlim”, “şeyh”, “üstat” denilen zevat tarafından tek kelime dahi edilmemesi, dahası bazılarının bu azgınlığı meşrulaştırmak için dilini eğip bükmesi şüphesiz Allah’ın gazabını çekecek şeylerdendir.
Bizler platform olarak Müslümana kesinlikle yakışmayacak bu tutumu Allah’a şikâyet ediyoruz.
Açıklamamızı rabbimizin şu ayetleriyle bitirmek istiyoruz;
” Kardeşleri Hud, onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir,
Siz her yüksek yere koca bir bina kurup, boş şeyle mi uğraşırsınız? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz? Yakaladığınızı zorbaca mı yakalarsınız? Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size verenden sakının; davarları, oğulları, bahçeleri ve akarsuları size O vermiştir. Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum" dedi.”
Şuara suresi 124-135. Ayetler
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu adına Sakarya Dayanışma Derneği
23 Nisan 2005 yılında Kocaeli'den başlayan ve tüm Türkiye'ye yayılan başörtüsüne özgürlük eylemleri 14 kasım 2014 tarihinde yapılan 10.yıl, 500.hafta eylemi ile sona erdi. Son kapanış eylemini Kocaeli Gönüllü Kültür teşekkülleri platformu başkanı Halil İbrahim Keleşoğlu yaptı. Değişik STK ve Memur Sen üyesi kuruluşlarında destek verdiği kapanış eyleminde “500. zafer haftası”, “direne direne kazandık” pankartları tutuldu.
KOCAELİ GÖNÜLLÜ KÜLTÜR TEŞEKKÜLLERİ 500.HAFTA BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK BASIN AÇIKLAMASI
Değerli halkımız ve basın mensupları, 23 Nisan 2005 tarihinde Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri platformu olarak başlattığımız başörtüsü eylemlerini 500. Haftada sonlandıracağız. Gönüllü Kültür Teşekkürleri olarak bu konuda yaptığımız çalışmalar doğrultusunda, stantlar açarak, çeşitli etkinlikler de bulunduk. Halkımızın desteğiyle milyonlarca imza topladık. Başörtüsüne üniversitelerde, kamuda, eğitimde gelen özgürlükten sonra, bu eylemleri yapmanın anlamı kalmadığı için son verilmesi kararı alınmıştır. Başörtüsü serbest olduktan sonra ülkemiz geriye mi gitti neyimiz eksildi millet aya giderken bizleri bu davalarla birbirimize düşürerek uyuttular. İnşallah bundan sonra kişiler daha demokratik bir şekilde kardeşçe yaşarlar. 10 sene 500 hafta boyunca yağmurda, karda, soğukta, yaz sıcağında hiç kesintiye uğramadan sürdürülen bu eylemler sonuçlarını vermiş ve bazı ufak istisnalar hariç her alanda başörtüsü özgürlüğü sağlanmıştır.
500 Hafta boyunca süren “başörtüsüne özgürlük” eylemleri, Türkiye'de örnek sayılacak bir etkinliktir. Görüyoruz ki bu gün hak arama adına, maskeyle Molotof atmalar, yol kesmeler, halkın ve devletin araçlarını, mekânlarını yağmalayanlar, Birde utanmadan bunun adına “demokratik eylem”, “hak arama özgürlüğü” diyorlar. Bu yaptıkları ülkenin huzurunu kaçırmaktan, bölücülükten başka bir şey değildir. 500 haftadan beri yapılan bu eylemler, hak aramak için örnek alınacak bir davranıştır. 500 hafta boyunca hiç bir şiddet eylemine bulaşılmamış, hiç kimseye zarar verilmemiş, bu mitinglere destek olmayanlarda asla mağdur edilmemişlerdir.
Memur-Sen olarak 10 sene boyunca hep bu eylemin destekçisi olduk. Bu hakkın iade edilmesinde en büyük etken olan 10 Milyon imza kampanyası için bu meydandaydık. Bir çok STK, vakıf ve dernek değişik haftalarda bu meydanlarda eylemleri sürdürdü. Bu eylemler bir STK'nın eylemi değil, inançlı halkımızın ortaklaşa ZAFERİDİR. Gerek mesai saatleri, gerek sürekliliği dolaysıyla her zaman burada olmayanların gönlü hep buradaydı ve bu eylemleri destekledi. Burada eylem yapanlar Gönüllü Kültür Teşekküllerin sözcüleriydi. Özellikle İnsan Hakları savunucuları Derneği ve diğer öncülük yapan STK lara ayrıca teşekkür ederiz.
Başından beri kurum ve şahıs olarak bu eylemlere destek verenlere Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu adına teşekkür ediyorum. 10 yıl boyunca en zor şartlarda açıklamalarımızla gelip eylemlerimizin haberini yapan medya mensuplarına teşekkür ediyoruz. 10 yıl boyunca burada yaptığımız açıklamalar sırasında bizleri koruyan, zaman zaman gelen sataşmaları, sadırları engelleyen güvenlik güçlerine teşekkürlerimizi sunuyor,
Bu son eylemle başörtüsü eylemlerine son veriyoruz. 500.hafta son kapanış eylemimize gelerek bizleri yalnız bırakmayan dostlarımıza, STK , Kurum Temsilcilerine, halkımıza hasseden teşekkürlerimizi sunuyoruz.
HEPİNİZ ALLAHA EMANET OLUN.
KOCAELİ GÖNÜLLÜ KÜLTÜR TEŞEKKÜLLERİ PLATFORMU