Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)

Van'da 151., Konya'da 138., Kocaeli'de 263., Ankara'da 223., Akyazı'da 169., Bursa'da 6., Sakarya'da 242., Antalya'da da Başörtüsü eylemi düzenlendi ama yasak hala devam ediyor...

 

Van'da 151. Özgürlük Eylemi

Van'da Van Hak ve Özgürlükler Platformu (VAHÖP) tarafından ayda bir yapılan başörtüsüne özgürlük eylemlerinde bu haftaki basın açıklamasını Memur-Sen İl Temsilciliği adına Yrd. Doç. DR. Davut OKÇU okudu. Anayasa Mahkemesinin milletin iradesini yok sayılmasına ve Müslümanlara yönelik baskı ve sindirme projelerinin yürürlükte olmasına dikkat çekilen basın açıklaması büyük bir kalabalık tarafından ilgiyle izlendi.

Basın Açıklamasının Tam Metni:

TARİH DEĞİŞİME DİRENENLERİ BİR BULDOZER GİBİ EZİP GEÇECEKTİR

Van Hak ve Özgürlükler Platformu olarak 151. kez insan hak ve özgürlüklerine yönelik bütün saldırılara dikkat çekmek için buradayız. İnsan onuruna aykırı uygulamalar sürdükçe, uzun süredir sürdürdüğümüz onurlu direnişimiz de devam edecektir.

Başörtüsü düzenlemesinde 411 oyu geçersiz kılan, Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 garabetine imza atan, milleti temsil eden onlarca siyasi partiyi kapatan Anayasa Mahkemesi, demokrasinin gelişmesini engellemektedir. Katsayı ile ilgili olarak verilen çelişkili kararlar, balyoz darbe planı şüphelilerinin tahliyesi, Ferhat Sarıkaya'nın meslekten ihracı ve daha birçok konudaki rolü nedeniyle HSYK yargının önünü tıkamaktadır. HSYK yargı mensuplarının korkulu rüyası haline gelmiş ve siyasete bulaşmıştır. Bu arada Mustadaf-Der'in hukuksuz gerekçelerle kapatılması, bölgemizin huzurunu bozmaya yönelik bir karar olarak değerlendirilmektedir. İşte bu ve benzeri nedenlerle yargı reformu kaçınılmaz olmuştur. Ayrıcalıklı kesimlere hizmet eden ve toplumun insan haklarından eşit bir biçimde yararlanmasını engelleyen darbeci Anayasa'nın az da olsa bazı maddelerinin değişiyor olması ümit vericidir. TBMM ve Hükümet, sivil anayasa, yargı reformu ve çetelerle mücadele konusundaki gayretlerini devam ettirmelidir.

Şüphesiz söz konusu değişiklikler yeterli düzeyde değildir. Ancak daha iyiye ulaşılması için kapı aralanmış olacaktır. Türkiye'de bazı kesimler değişim istemekte, bazıları da değişime direnmektedir. Fakat ne acıdır ki, bu Anayasa'nın mevcut şeklinden dolayı mağdur olanlar da Anayasa değişikliği konusunda siyasi angajmanlarını aşamayıp, kötü bir sınav vermektedir. Ülkenin kaynağını ve kaymağını yıllardır çarçur edenler, alıştıkları ayrıcalıklardan milletin lehine fedakârlık yapmaya yanaşmak istemiyor. Oysa iç şartlar da dış şartlar da değişimi zorunlu kılmaktadır. Unutulmamalıdır ki, tarih bir buldozer gibi değişime direnenleri de ezip geçecektir. Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar, yarın bu tavırları yüzünden ayıplanacaktır. TBMM'nde temsil edilen muhalefet partilerini bu ayıptan kurtulmaya davet ediyoruz.

İkinci bin yılda artık giyiminden dolayı insanları dışlamak, bunu bir problem haline getirmek sağduyudan nasiplenmemek demektir. Yetkililer veya yöneticilere düşen, yönettikleri insanların haklarını korumak ve özgürce yaşamalarını temin etmektir. Ülkeyi yönetenler bu bilinçle işlerini yapmalı ve hak ihlallerini engelleyerek medeniyetin birer temsilcisi olmalıdır. Esasen başörtüsüne özgürlük tanımak, çağdaşlığın ve medeni olmanın temel kıstaslarından biridir. Devlet bütün kurum ve kuruluşlarıyla, milleti oyalamak için geliştirilmiş olan yapay gündemleri aşarak, milletimizin aydınlık yarınlara daha hızlı bir biçimde ulaşmasını sağlamalıdır.

Anayasa değişikliğinin gündemde olduğu şu günlerde alın terinin ve emeğin kutsallığını ifade eden 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramını idrak etmekteyiz. Ne yazık ki, çalışanların 4/B, 4/C, ücretli ve vekil gibi adlarla istihdam edilmesi çalışanları tedirgin etmektedir. Ayrıca binlerce çalışanın iş güvencesinden yoksun olması, başta on binlerce öğretmen adayının atama beklemesi ve işsizliğin had safhaya yükselmesi toplumsal huzuru zedelemektedir. Özürlü sendika yasasından kaynaklı olarak kamu çalışanları yıllardır emeklerinin karşılığını alamamaktadır. Bu yüzden toplu sözleşmeli ve grevli sendika talebimizi her fırsatta dile getirdik. Anayasa değişikliği ile birlikte kamu çalışanlarına sağlanacak toplu sözleşme hakkını önemli bir kazanım olarak görmekteyiz. Ancak yasanın kapsamı mutlaka evrensel standartlara kavuşturulmalıdır. VAHÖP olarak işsizliğin, yoksulluğun ve ekonomik krizlerin son bulması temennisiyle çalışanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma bayramını tebrik ediyoruz. 

Basına ve kamuoyuna saygıyla arz olunur.

VAHÖP (VAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PLATFORMU) BİLEŞENLERİ

Gökkuşağı Derneği ● İnsan–Der ● Ka-Der ● Mazlumder ● Memur-Sen ● Umut Işığı Derneği ● Erdem-Der ● Anadolu Gençlik Derneği ● Vim-Der

 

 

Konya'da 138. Başörtüsü Eylemi

Konya'da Kayalıpark mevkiinde toplanan İnanç Özgürlükleri Platformu üyeleri 138.Haftasına giren basın açıklamasını bu hafta Platform üyesi Kerim GÖVEZ okudu.

Basın açıklamasının tam metni:

Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla

Andolsun ki insanı biz yarattık. Nefisinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. Sağında ve solunda onunla beraber oturan, iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zaptederler. (Kâf suresi 16 – 17 – 18. ayetler)

Hayranız bu ülkenin eğitim sistemine. Hakikaten istikrarlı ve kalıcı bir eğitim veriyorlar. İlkokulda başlayan fişleme alışkanlığı ömür boyu devam ediyor. ''Ali ata bak.'' Refleksi bu fişleme kültürüyle yetişmiş insanlarda sürekli bakacak bir yer aratıyor. Sonra bakınca görüyor ve gördüğünü fişliyor. ''Ali bak bu top'' sonra öğrenci kendi içinden itiraz ediyor. Boru olacak değil ya tabiî ki top" Şartlanmış bir kere. Lav silahı diyorsunuz, anlamıyor. El bombası diyorsunuz, kavramıyor. ''Ali bak bu top'' hala fişlemeye devam ediyor. ''Ali topu at'' bir bakıyorsunuz ülkenin sağından solundan top mermileri topluyoruz. Öğrenmiş bir kere. Atacak" Atmazsa olmaz" Fakat kim tutuyor onu bilmiyoruz.

Son günlerde ülkemizde fişlemenin boyutlarını ortaya seren dökümanlar dolaşıyor elden ele" irtica imha planlarından sonra, şimdi irticacı kurumlara ait fişlemeler var gündemde. Kimler var kimler, bir bilseniz" Kamu yararına faaliyet gösteren, bakanlar kurulu onaylı vakıf ve derneklerden tutun da, birleşmiş milletler ve unesco gibi uluslar arası kuruluşlarla ortak çalışan örgütlenmelere, insan hakları kuruluşlarından, uluslar arası insani yardım teşkilatlarına kadar" Ne ararsanız hepsi var" Fişlemişler efendim. Fiş dosyaları kabarık yani" Neredeyse ülkenin içerisinde faaliyet gösteren mütedeyyin sivil toplum kuruluşlarının listesini çıkartmışlar.

Biz bu fişlemeyi daha önceden görmüştük. Fakat bunlar derslerine iyi çalışmamışlar. Neydi o 28 Şubat öncesi günler, kebapçıdan kuruyemişçiye kadar içinde İslami figür taşıyan her bir işyeri arabasının arkasında maşallah ve Allah korusun yazan kamyon şoförlerine varıncaya kadar fişlenmişti. Derslerine çalışmıyorlar efendim bunlar" Zeki ve çevik birinin brifinglerle bunlara özel ders vermesi gerekiyor anlaşılan"

Gerçi özel dersler de bir fayda vermiyor ki, dershaneler cenneti olan ülkemizde, üniversite sınavına giren öğrencilerden yine onbinlercesi sıfır çekiyor" Bir de iptal edilen soru olmasaydı rakam tam da evlere şenlik olacaktı. İyi ki varsın YÖK. Soruyu iptal ettin, başarıyı yükselttin. Gerçi yanlış soruyla karizmayı çizdirmiştin ya, olsun"

Öğrenciliğimiz çok iyi olmasa da, öğretmenliği iyi ülkemizin. Yasak öğretiyoruz dünyaya. Yasakçılığın nasıl yapılacağının manifestosunu çiziyoruz. Son öğrenicimiz Avrupa'nın kalbi Belçika" Ülkesinde hicabı ve peçeyi sokaklarda yasaklama kararı alıyor. Bununla islamın ve Müslümanların önüne geçeceğine inanıyor. Sırada Almanlar var. İslam'ın ilerleyişinden, Müslümanların çalışmalarından rahatsız oluyorlar. Sokaklara dökülüp, İslam aleyhine faşizan gösteriler düzenliyorlar. Fakat daha öğrenecekleri çok yasaklar var çok. Eğitim sistemini değiştirmeleri gerekir önce. Fişlemeyle başlayacaklar, fişlemeyle bitirecekler.

Bir fiş bir alışveriş döneminin sona erdiği, fişlerin sadece prizlere takıldığı, fişin ve fişlemenin siyasal bir anlam ifade etmediği, yasağın ve zulmün öğretmeni olarak anılmayan bir ülkede yaşama umudu ile hepinizi 139. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.

 

 

Kocaeli'de 263. Başörtüsü Eylemi

Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekküllerinin tertiplediği 263.hafta basın açıklamasını, İzmit İnsan Hakları Parkı, Özgürlük Meydanında platform birleşenlerinden MAZLUMDER Kocaeli Şubesi adına Şube başkanı Çetin tahtacı tarafından yapıldı.

Basın açıklamasının tam metni:

Bu gün tüm Türkiye'de 1 Mayıs  Emek ve Dayanışma Günü olarak birlik ve beraberlik içerisinde kutlanmaktadır.  Tüm çalışanların bu bayramını tebrik ederiz.

1880'li yıllar çalışma koşullarının ağırlıklı olarak insan gücüne dayalı ve çalışma şartlarının çok kötü olduğu yıllardı. Küçük çocukların bile karın tokluğu ile çalıştırıldığı, çalışma saatlerinin 14-15 saate kadar sürdüğü günlerdi. Şirketler eşi görülmemiş bir hızla büyürken, işçiler,  işyeri güvenliği, sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi en temel haklarını dahi tanımayan bir siyasi ve hukuki sistem ile karşı karşıyaydılar.

O zamanın işçileri  temel haklarını elde etmek için  meydanlarda  toplandılar. ABD ve Kanada'da  1 Mayıs 1886 yılında 350 bin kişi greve çıktı. İşçi sınıfının  kararlı tepkisi ve örgütlü mücadeleleri sonucu  şu an çalışma saatimiz 8 saate düşmüştür. İşçi haklarının elde edilmesinde önemli kazanımlar elde edilmesine rağmen hala işçiler haklarına kavuşmuş değillerdir.

İş hayatında yaşanan kıyafet ayrımcılığı, kadınların çalışma yaşamına katılımını imkansız hale getirmiştir. Başörtülü kadınlara çalışmak için başlarını açma mecburiyeti getirilmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi ( CEDAW ) Sözleşmesi´ nde garanti altına alınan çalışma, mesleğini ve işini serbestçe seçme hakkı, meslekte ilerleme hakkı, iş güvenliğine sahip olma, hizmet karşılığı imkanlardan yararlanma hakkının kullanmasını önlemektedir.

Başörtülü olduğu için uğradıkları ayrımcılıktan dolayı iş bulamayan bayanlar, bu  durumun farkında olan başta muhafazakar kesim olmak üzere aylık 200TL gibi ücretlerle güvencesiz olarak çalıştırılmaktalar. Bunun en büyük sebebi başörtüsünden dolayı yaşanan ayrımcılıktır. Sayıları yüz binlere varan bu bayan emekçilerin durumuna sosyalist kesiminde seyirci kalması çok üzücüdür. Ayrımcılığın diğer kısmı da sosyalist kesimde yaşanıyor ve başörtülü emekçilerin sömürülmesi anlaşılan o ki sosyalist kesimin ilgi alanına girmiyor.

Ülkemizde işçi haklarının daha iyi duruma gelmesi için bu meydandan bazı önerilerimiz olacaktır. Bu önerilerin hayata geçirilmesi gelecek 1 Mayısların daha çoşkulu ve bayram havasında geçmesini sağlayacaktır. Sorunları görmezden gelmek, çözüm arayışına girmemek daha fazla insanımızın mağduriyetine, iş kazalarının artmasına, işçi ölümlerine ve ardında çocukların yetim kalmasına sebep olacaktır.

1-           Kadınlara getirilen başörtüsü yasağının kaldırılarak. Tüm insanlar gibi onlara da yüksek öğrenim  görme hakkı, iş hayatına katılma haklarının verilmeli,

2-           Türkiye'de mevsimlik tarım işçilerinin kayıt dışı olmaktan çıkarılıp, sosyal güvenlik hakları verilmeli,

3-           Taşeronluk sisteminin gözden geçirilerek doğru şekilde uygulanmasının sağlanması ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması,

4-           Riskli işler işveren tarafından görülmeli, esasa ilişkin işlerin taşerona verilemeyeceğine dair mevzuat hükümleri hayata geçirilmeli.

5-           Türkiye'de ücretle geçinen nüfusun %65'i yapılan araştırmalarda güvencesiz işçilerden oluşmaktadır. Bu konuda gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

6-           Ekonomik kriz ortamlarında fatura sadece  işçiye kesilmemeli, işverenler ve devlet  gerekli yapısal önlemleri almalıdır.

7-           Dünya sağlık Örgütünün (WHO) raporlarına göre iş kazaları bakımından Türkiye'nin Avrupa'da birinci sırada yer aldığı düşünüldüğünde bu anlamda iş güvenliği ve sağlığı açısından uygun olmayan işyerlerine ilgili bakanlık tarafından etkili bir denetim yapılmalıdır.

8-           Kot taşlama iş alanında çalışan işçilerin ölümlerinin yapılacak denetimlerle önlenebilir nitelikte olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle gerekli denetimlerin yapılarak sosyal güvenlik hakkının tanınması ve Silikozis hastası kişilere meslek hastalığı teşhisinin konularak emekli olmalarının sağlanması öncelikli mesele haline gelmelidir.

 

Ankara'da 223. Başörtüsü Eylemi

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından gerçekleştirilen başörtüsüne özgürlük eylemi 223. Haftaya girdi. Basın açıklamasını platform adına Özden Sönmez okudu.

Basın açıklamasının tam metni:

Geçtiğimiz günlerde Türkiye korkunç cinsel istismar haberleriyle sarsıldı. Duyduğumuzda kanımızı donduran bu olaylara çoğumuz inanmak istemedik, hâlâ da kabullenmek istemiyoruz bu insanlık dışı gerçeği.

Fakat ne yazık ki olaylar doğru. Siirt'teki 4 ilköğretim öğrencisine, her yaşta ve konumdaki insan kılıklı hayvanlar tecavüz etmiş, hem de 2 yıl boyunca. Aynı kentin bir başka ilçesinde, 8-13 yaşındaki çocukların yine kendi yaşlarındaki bir kız çocuğuna şantaj yaparak 2-3 yaşlarındaki bebekleri kaçırıp;   tecavüz edip öldürdüklerini öğrendik sonra.

Bu iki olayın şokunu atlatamadan bir haber de Manisa'dan geldi. Hemen arkasından İzmir'deki seri katil haberleriyle adeta şok geçirdik toplum olarak... Arkasından Kayseri'deki bir yatılı ilköğretim okulunda iki öğretmenin sekizinci sınıftaki kız öğrencilerine cinsel tacizde bulunmaktan, okul idarecilerinin de olayı kapatmaya çalışmaktan dolayı açığa alındıklarını gazetelerden okuduk.

Toplum olarak şok geçirdik ama olup bitenler karşısında derin bir sessizliğe gömüldük nedense" Sivil toplum kuruluşları, vatandaşlar, eğitimciler, ebeveynler suskun izledi haber bültenlerini" "Onlar bizim de çocuklarımız" refleksini harekete geçirmedik, geçiremedik"

Meğer toplum bu kadar çürümüş de, 70 milyon insanın haberi bile olmamış. Belki de 70 milyonun 70'ine de ucundan bucağından bulaşmış bu çürüme"

Biz buradan tüm yetkililere ve vicdan sahiplerine soruyoruz.  Bize ne oldu da bu hale geldik?

Eğitimciler, okul müdürleri ve öğretmenler! Sorumlu olduğunuz birimlerinizde bu olaylar olurken siz ne ile meşguldünüz? Meslektaşlarınız size emanet edilen çocukları taciz ederken hiç mi şüphelenmediniz onlardan"

Milli Eğitim Müdürü, tüm müfettişler ve personel! Bütün bu olaylar olurken siz ne yapmaktaydınız?

Ve bütün siyasetçilere sesleniyoruz. Siz bu ülkenin hangi sorunlarını çözmek için varsınız. En küçük bir olayı siyasi rant için büyütmeyi, birtakım çıkarlar uğruna kavga etmeyi çok iyi beceriyorsunuz. Fakat sorunları çözme noktasında ses çıkarmıyorsunuz. Üç  maymunu oynuyorsunuz işinize gelmediği durumlarda"

Eğitim sistemini ahlak ve maneviyattan soyutlamaya çalışan pozitivistler, materyalistler bu olaylar karşısında neden suskunsunuz. Dini eğitim yaşını on ikiye çıkararak çocukların manevî eğitiminin önüne set çekenler neden konuşmuyorsunuz. Siz de biliyorsunuz ki herkesi başına bir polis dikilemez. Herkesin polisi kendi vicdanıdır. Vicdanların çürüdüğü, manevî kontrol mekanizmasının olmadığı yerde bu olayların önüne geçilemez.

Ve ey eğitimciler! Sizler nerelerdesiniz? Bu çocuklara maneviyat ve ahlak adına ne veriyorsunuz? Hangi insani ve vicdani değeri anlattınız onlara"

Her şeyden önemlisi bu çocukların dünyaya gelmesine sebep olan anne ve babalar size sesleniyoruz; dünyaya getirdiğiniz ve doğurduğunuz çocuklara sahip çıkmayacaksanız;  onları aç, susuz, eğitimsiz bırakacaksanız, her türlü tehlikenin kucağına atacaksanız bari dünyaya getirmeyin.

Biz burada bu çocukları suçlamanın doğru olmadığına inanıyoruz. TV ve internetteki ahlak dışı film ve diziler karşısında sesimiz bile çıkmıyor. Porno Filmlerin, sokak aralarında bile satıldığını herkes biliyor. Fakat önlem alma noktasında hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Toplumun en çok korunmaya muhtaç olan kesimi çocuklar iken, ne yazık ki bu çocuklar her türlü istismara açık, korumasız bir şekilde siyasete, ticarete alet ediliyorlar, dilenmeye zorlanıyorlar ve şimdi de cinsel tacize uğrayarak gelecekleri  karartılıyor ve hayatları söndürülüyor.

Bizler duyarlı anneler olarak, toplumun tüm kesimlerine sesleniyoruz:

Geleceğin büyükleri, idarecileri, eğitimcileri, siyasileri olacak çocuklarımızı hiçbir şeye alet etmeyelim, alet olmalarına göz  yummayalım. Buna benzer istismarlara fırsat vermemek için çocuklarımızla aramıza mesafe koymayalım. Ne kadar olumsuz olursa olsun her şeylerini ve tüm sorunlarını bizimle paylaşmalarına imkân sağlayalım.

Çocuklarımızı teslim ettiğimiz tüm eğitim kurumlarını ne pahasına olursa olsun denetleyelim, denetleme mekanizmasını harekete geçirelim.

Tacizi-tecavüzü normalleştiren dizileri izlemeyelim, gazeteleri okumayalım" Her gün yeni bir taciz vakasını sayfalarına taşıyan medya "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" dedirtircesine her gün sayfalarında gençliği ifsad eden, insanları tahrik eden sözümona haberler (!) vermektedir. Televizyondaki diziler en çarpık ilişkileri dahi allayıp pullayarak insanımıza model olarak sunmaktadır.

Toplumumuzun geldiği nokta göstermektedir ki; eğitim sistemimizin baştan sona bir revizyona ihtiyacı vardır. İnsanların tek ihtiyacı iş, aş, ekmek değildir. Belki bunlardan daha fazla ahlak ve maneviyattır. Bu nedenle karar mekanizmasında bulunanların en kısa zamanda eğitim sistemindeki yanlışları tespit ederek, bu yanlışlardan döneceklerini ümit ediyoruz.

Unutmayın, o çocuklardan biri sizin çocuğunuz olabilirdi" Bugün önlem almazsak yarın çok geç olacak"

 

Akyazı'da 169. Başörtüsü Eylemi

Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu tarafından gerçekleştirilen başörtüsüne özgürlük eylemi 169. Haftasına girdi. Basın açıklamasını platform adına Mahmut Alemdar okudu:

Basın açıklamasının tam metni:

Halkının yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu söylenen ülkemizde yasaklar devam etmektedir.

Başörtülüysen ilköğretim okuluna giremezsin yasak! Başörtülüysen liseye giremezsin yasak! Başörtülüysen üniversiteye giremezsin yasak! Başörtülüysen memurluk yapamazsın yasak! Başörtülüysen subay eşi olamazsın yasak! Başörtülüysen kamusal alana giremezsin yasak! Başörtülüysen paso alamazsın yasak!

Bu cennet vatanı kimler yasaklarla cehenneme çevirdi sormayacak mıyız?

Türkiye'de yıllardır keyfi olarak uygulanan yasaklar son bulmalıdır. Bu cennet vatanı cehenneme çevirenler biran önce hesap vermelidir. İnsanlığın yüz karası olan yasaklar siyaset dışı güçlerin olağanüstü durumlarda oluşturdukları ürünlerdendir. Başörtüsü yasağı bu anti ürünlerden biridir.

Her fırsatta demokrasi, laiklik ve Kemalizm elden gidiyor safsatalarını artık duymak istemiyoruz. Demagoji üretmek yerine insan hak ve hürriyetlerini anlatan dersler almanızı tavsiye ediyoruz.

Son olarak gördük ki başörtüsünü suç haline getirmek isteyenlere Ankara cumhuriyet başsavcılığı önemli bir kararla kamusal alanda türban yasağı yoktur kararı vermiştir. Bu kararı doğru buluyor ve tabii olan bu kararı alkışlıyoruz.

Vakit gazetesinde 29 Nisan 2010 tarihli çok gizli damgalı mit raporu gösteriyor ki vesayet rejimi halkı fişlemeye devam ediyor.

İrticayla mücadele eylem planı adlı darbe hazırlığı sorumluları hakkında davanın açıldığı duyurulurken Ankara cumhuriyet başsavcılığının başörtüsüyle ilgili verdiği olumlu karar kamuoyuna yansırken diğer taraftan olumsuzluklarda diz boyu devam etmektedir. İlgili bir dairenin hazırladığı iddia edilen belge konusunda MİT derhal bir açıklama yapmalıdır. Karalanan yaftalanan cemaatler dernekler vakıflar Müslüman halkın içinde bulunduğu sahiplendiği aynı zamanda İslam'a ve insanlığa hizmet eden birer gönüllü kuruluşlardır.

Bu yasal kuruluşlar hangi yetki ve hakla illegal bir çerçeveye oturtulmuş hesabı verilmelidir. Bu tür hastalıklı zihniyetlerden herkes arınmalıdır.

Bu yasakçı zihniyet bitene kadar mücadelemiz devam edecektir. Gelecek hafta cumartesi günü saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.

 

haksöz

Bugün Bursa'da Mazlumder'in organize ettiği aylık başörtüsü direnişinin altıncısını gerçekleştirmek ve tarihe not düşmek üzere burada toplanmış bulunmaktayız. Ülkemizde bir yandan anayasa tartışmalarının tüm hızıyla sürdüğü şu günlerde insan temel hak ve hürriyetlerine yönelik ihlaller, insan hakları alanında alınan mesafenin ne kadar az olduğunu da bize göstermektedir. Yeryüzünü kuran emeğin bir yüzü olan kadınlarımıza yönelik ayrımcılığı kınadığımız şu günün emek bayramı olması manidar bir durum arz etmektedir. Tüm sosyal ve ekonomik haklardan mahrum edilen sigortasız düşük ücretlerle sanayi ve tarım alanlarında çalıştırılan kadınlarımızın dini ve kültürel haklardan da mahrum edilmesi kadına yönelik ayrımcılığın nasıl sistemleştirildiğinin bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Başörtüsü konusundaki özgürlük taleplerimiz sadece hizmet alan değil hizmet verenlerin de kamusal alanda bu özgürlükten faydalanmalarıdır. Bu konuda engel olarak görülen 657 sayılı devlet memurları kanunun Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık Ve Kıyafetine Dair Yönetmeliğinin 5. maddesinin a bendinde yapılacak değişiklikle bu yasağın kalkması pratik çözümlerden biri olacaktır. Hükümetten beklentimiz anayasa oylamasından sonra ilgili kanun maddesinin yönetmeliğinde değişiklik yapmasıdır. Biz Mazlumder Bursa Şubesi olarak bıkmadan usanmadan tüm hak ihlallerinin takipçisi olduğumuz gibi bu konunun da takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Bu arada son günlerde medyada yer işgal eden haberler arasında çocuk istismarı konusu vicdan sahibi yürekleri titretir olmuştur.Liberalleşme politikalarının hızlandığı yerel tüm değerlerin kapitalizmin talanına uğradığı bir gerçektir.Kapitalizmin hedonizmi tek gerçeklik olarak sunması toplumdaki tüm güçsüz ve sahipsiz kesimleri aşağılık ve süfli isteklerin hedefi haline getirmiştir.Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın beden ve ruh sağlığını tehdit eden tüm istismarların temelinde ekonomik ve ahlaki çöküntü yatmaktadır.

Bu istismarların alt yapısı akşamdan sabaha oluşan bir süreç değildir.Bu süreç toplumdaki ahlaka dayalı eğitim sistemlerinin zayıflatılması ile oluşturulmuştur.Bu sürecin etkin başlangıçlarından biriside 28 Şubat sürecidir.Bu süreçlerde eğitim alanında yapılan tahribatların etkileri görülmeye başlanmış ve ne yazık ki daha da görülmeye devam edecektir.Hükümetten bu konuda önleyici koruma olarak özellikle dini eğitim üzerindeki 28 Şubat uygulamalarından vazgeçilmesi gerekmektedir.Bununla beraber adli kovuşturma konusu olan konularında medyada daha sık yer alması ile birlikte bu tür tacizlerin zamanla toplumda meşruiyet kazanması gibi bir tehlikeyi de bünyesinde barındırmaktadır.Bu konuda başta yürütme, yargı, medya ve sivil toplum örgütleri olmak üzere tüm kesimlere sorumluluk düşmektedir.

Mazlumder Bursa Şubesi Kamu ve tüzel kişiliklerin İnsan temel ve hak ihlallerini yakından takip etmektedir.Bu konuda tüm Bursa halkı olarak uğranılan hak ihlalleri konusunda derneğimize her türlü bilgi ve ihbarlarını yapabilirler. Şubemiz olarak tüm ihbarların takipçisi olacağız.

MAZLUMDER BURSA ŞUBESİ

Bu hafta, basın açıklamamızı okurken siz değerli halkımıza bambaşka portreleri resmetmek isterdik. Gönül isterdi ki, bu ülkede haksızlıklar-hukuksuzluklar sona ermeye başladı diyebilelim; başörtülü insanlar ülkelerinde zenci muamelesi görmüyorlar artık diyebilelim" Ama maalesef yine aynı manzaralar ile geldik karşınıza" Zalim, zulmünde ısrarcı olmaya devam ediyor"

Her fırsatta, Müslüman kadının sembolü olan başörtüsü, çeşitli vesilelerle hedef alınıyor ve yasakların boyutu mümkün olduğunca genişletilmeye çalışılıyor. Bu zorbalıklar, elbette ki sadece ülkemizle sınırlı değil" Nitekim, Avrupa'nın sözde özgürlükçü ülkelerinin kitlenmiş zihniyetlerinin bir yansımasını da Belçika'da uygulamaya konulmaya çalışılan "peçe yasağı"nda gördük"

Açıkçası, yanlış bulmakla birlikte çok da yadırgamadık bu yasağı" Zira, Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğunun Müslümanlardan oluştuğu bir ülkede İslam'ın sembollerinden biri yasaklanmaya çalışılıyorsa; böyle bir pervasız girişim, Belçika gibi bir ülkede hayli hayli ortaya konulacaktır. Aslında, burada konuyu bambaşka bir yere getirmek istiyoruz müsaadenizle"

Bugün burada, ülkemizin bilmem hangi diyarında yaşanan zorbalıklardan bahsetmeyeceğiz; zalimin zulmünün ne şekilde yürürlüğe konulduğuna bakmayacağız" Tam aksine; bugün kendi sorumluklarımıza bir kez daha göz atalım istiyoruz" Neden böyle bir mücadeleyi savunma noktasında gerekli imtihanı veremediğimize bakalım diye talep ediyoruz" İktidar olmanın dayanılmaz hafifliğinin bizim üzerimize nasıl sirayet ettiğini tüm çıplaklığıyla müşahede edelim istiyoruz"

Şöyle bir 10 yıl öncesine dönelim ve bugün geldiğimiz konumu o tarihten sorgulayalım" AK Parti, iktidara gelene kadar 28 Şubat mantığı Müslümanların üzerine bir öcü misali sirayet etmişti. Herkes bir çıkar yol ararken; AK Parti ile birlikte ümitler bir nebze olsun yeşermişti"

Herkes, Müslümanların ellerinden alınan hakların tekrar kazanılması için bel bağlamıştı bu iktidara" Farkında olmadan kişisel sorumluluklarımızı yüklemiştik AK Parti Hükümetine" Her ne kadar, AK Parti kendini "İslamcı değiliz" diye tanımlasa da, herkesin bir ümidi vardı" Başörtüsü sorunu çözülecek, katsayı problemi ortadan kalkacak, toplum olarak daha ahlaki, daha mütedeyyin bir yapıya bürünecektik"

Peki, geldiğimiz noktada nerede duruyoruz? Kendi sorumluluklarını başkalarına yükleyen Müslümanlar olarak ne başörtüsü sorununu çözebildik, ne de toplumu ıslah etme noktasında artı bir adımımız oldu.

İslami hassasiyetlere sahip olduğunu söylediğimiz, toplumun değerleriyle barışık olduğunu düşündüğümüz bir hükümetin icraatları sonucunda; bir İslam toplumuna giden kilometre taşlarının bir bir geçildiğini görmek yerine, zenginler daha zengin olurken, toplumun geniş kesimlerinin gittikçe fakirleştiğini, ahlaki yapının çökmeye başladığını, insanların değer yargılarının değiştiğini görüyoruz. İşte tam burada iktidarla ilişkilenme biçimimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Bu hususta sosyolog Abdurrahman Arslan'a kulak vermek yerinde olacaktır sanırım: "Şimdi yeniden külahlarımızı önümüze koyup düşünelim: Ne kaybettik, ne kazandık. Bunun tahlilini yapalım. Eğer bugün ciddi sıkıntılarımız varsa, mesele sadece iktidar olmakla ilgili değil. Bununla birlikte iman ettiğimiz birçok şeyi de yeniden gündeme getirelim. Mesela Müslümanlar iktidar olmak istediklerinde ahlâken çok tutarlıydılar; zannettiler ki iktidar oluncaya kadar geçen sürede bu ahlâkî anlayışlarında hiç değişme olmayacak. Hâlbuki bu süreç öyle işliyor ki, değişiyorsunuz, sabit kalmıyorsunuz. Burada, Müslümanlar iktidarı da modernitenin dediği şekilde tanımladılar ve anladılar. Problemin bir boyutunda da o vardır: İktidar nedir? Düne kadar böyle bir soru sorduk mu? Şehir nedir mesela. O kadar entelektüel yetiştirdik, şehir nedir, şehirleşme nedir, İslam'a göre bunun mantığı nedir, ne demektir bu?"

Evet, Sayın Arslan'ın bu güzel tespitlerine katılırken, aslında "iktidarın teşvik edici ve baştan çıkarıcı" etkisinin Müslümanlarda nasıl bir zaafiyete dönüştüğünü görüyoruz. O zaman her şeyden önce, oturup bir sorgulama yapmalıyız. Nitekim, başörtüsü mücadelesi de bu sorgulamadan bağımsız değildir. Eğer bugün Siirt'te yaşanan gayr-i ahlaki durumları konuşuyorsak; yine bu sorgulama eşliğinde hesap vermeliyiz kendi kendimize" Nasıl olup da onca hedef ve amaçtan saparak; sadece birkaç ekonomik kriterin, bizim için "ilerleme" olarak görüldüğünü tekrar tekrar sormalıyız kendimize"

O halde, başta başörtüsü sorunu olmak üzere Müslümanlara reva görülen zulümlerin karşısında olabilme direncini göstermek istiyorsak; öncelikle sorunun temeline inebilmeliyiz. Sorunun temelinde, "hedefte eksen kayması" yatıyor. Mücadele azığını bu dünya üzerinden tanımlayanlar; bu dünyanın nimetleri karşısında eriyip yok olurlar. Temel problem budur" Eğer ümitsizlik içlerimize kadar sirayet etmişse; ahrete yönelik azıklarımız hazır olmadığı içindir. O vakit, değil başörtüsü yasağı; Kabe'ye saldırsalar dahi ayağa kalkmakta zorlanacak, bu dünyanın kölesi olmuş zihinlerle karşılaşacağız"  

Unutulmamalıdır ki, Eğer hayatın yeniden kurulacağı bir çağ hedefliyorsak, bunun imkânları sadece İslam'da vardır. Dolayısıyla hangi değerler üzerinden hayatı kuracağız gibi endişelerimiz olamaz. Ümitlerimizi ahirete göre ayarlayacağız çünkü bu dünyaya göre çok ayarladık. Çok uzun dünyevi ümitlerimiz, hayallerimiz var. Biz 40 sene sonrasının hesabını yapıyoruz. Halbuki Efendimiz(s.a.v.), "Çok uzun ümitler beslemeyiniz, imanınızı zayıflatır" diyor.

Son söz olarak; İslami mücadeleyi doğru temeller üzerine inşa etmek istiyorsak; öncelikle zihin tasavvurumuzu yeniden şekillendirmeliyiz. Üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyerek, rehavet ortamından kurtulmalı; bu dünyanın değer yargıları ile değil Rabbimizin değer yargıları ile kendi nefsimizi hesaba çekmeliyiz.

Aktif bir başörtüsü mücadelesinden bahsedeceksek; ümitlerin her an canlı tutulduğu bir İslami davadan nasipleneceksek; öncelikle bu sorumluluğun mücadele etmekten, bedel ödemekten, kararlılık göstermekten, duruş sergilemekten geçtiğini bilmeliyiz.

Zafer, doğru temeller üzerine oturan kararlılıklar sergileyenlerindir"

SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU ADINA
DİRİLİŞ SAATİ DERGİSİ

 

Antalya Özgür-Der Temsilciliği bugün gerçekleştirdiği basın açıklaması ile gündemi değerlendirdi. Antalya Kapalı Yol Havuz yanında gerçekleştirilen basın açıklamasını grup adına Gülendam PEKTAŞ tarafından okundu.

Basın açıklamasında "1 Mayıs kutlamaları ve kapitalizm", "Mustazaf-Der'in kapatılması kararı", "MEB'e bağlı okullarda okutulan Milli Güvenlik dersinin müfredattan çıkarılması gerektiği", "Başörtüsü yasaklarının bir an evvel kaldırılması gerektiği"  konuları üzerinde duruldu.

Gülendam Pektaş 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili olarak "Bu ülkede ve tüm dünyada zalimler, kapitalistler insanlığa hayatı cehenneme çevirecek politikalarına devam etmek istiyorlar. Sömürgeci devletler, vahşi kapitalizmin öncü kuvvetleri olan çok uluslu şirketler talan edilmedik bir köşe bırakmamakta kararlılar. Kendilerine direnenlere karşı her türlü imha politikalarını uygulamaktan kaçınmıyorlar. Irak ve Afganistan işgalleri bu emperyalist politikaların en açık ve en yeni örnekleridir." dedi.

Mustazaf-Der'in kapatılmasıyla ilgili olarak da şu ifadelere yer verildi. "Din, dil,  ırk, siyasi görüş  ve diğer farklılıklarına bakılmaksızın adil davranmak  devlet makamlarının  uyması gereken en temel görev ve sorumluluktur. Türkiye'de sivil toplum örgütü olarak faaliyet gösterme hakkı  herkes için eşit ve önyargılardan uzak olarak sağlanmalıdır. Mustazaf-Der'in kapatılması kararını önyargılı ve eşitlik ilkesine aykırı buluyoruz. Mustazaf-Der'in kapatılmasını haksız ve hukuksuz buluyor, zulmün biran önce giderilmesi gerektiğini ifade ediyoruz."

Son olarak da okullarda zorunlu olarak okutulan "Milli Güvenlik Dersleri" hakkında şu ifadelere yer verildi: "Milli Eğitim Bakanlığı okullara kışla düzenini hâkim kılma mantığının, özleminin bir uzantısı olan Milli Güvenlik Derslerini bütünüyle müfredattan çıkartmalıdır. Tepeden tırnağa faşizan çağrışımlar yapan bu derslerden kurtulmak, eğitimin özgürleştirilmesi yönünde atılması gereken adımların başlangıcı sayılmalı ve arkası mutlaka gelmelidir."

Pektaş son olarak başörtüsüne özgürlük isteklerini şu sözlerle yineledi: "Giyim tarzından dolayı insanları eğitim ve çalışma hakkından mahrum bırakmak ilkelliktir, sağduyudan nasiplenmemek demektir. Hükümetlere düşen, yönettikleri insanların haklarını korumak ve özgürce yaşamalarını temin etmektir. Ülkeyi yönetenler bu bilinçle işlerini yapmalı ve hak ihlallerini engelleyerek medeniyetin birer temsilcisi olmalıdır. Eşit eğitim ve çalışma hakkı esasen temel insan hakkıdır ve engellenemez."

Basın açıklamasının tam metni:

Çalışma koşullarının ve ücretlerin iyileştirilmesi talepleriyle 1 Mayıs 1886'da Amerika'da başlayan işçi hareketlerinden bu yana vicdanını, adalet duygusunu yitirmemiş insanlar 1 Mayıslarda haklı talepleriyle meydanlara çıkıyorlar. Bu ülkede ve tüm dünyada zalimler, kapitalistler insanlığa hayatı cehenneme çevirecek politikalarına devam etmek istiyorlar. Sömürgeci devletler, vahşi kapitalizmin öncü kuvvetleri olan çok uluslu şirketler talan edilmedik bir köşe bırakmamakta kararlılar. Kendilerine direnenlere karşı her türlü imha politikalarını uygulamaktan kaçınmıyorlar. Irak ve Afganistan işgalleri bu emperyalist politikaların en açık ve en yeni örnekleridir.

Emeği ile geçinenlerin 4/B, 4/C, ücretli ve vekil gibi adlarla istihdam edilmesi çalışanları tedirgin etmektedir. Ayrıca binlerce çalışanın iş güvencesinden yoksun olması, başta on binlerce öğretmen adayının atama beklemesi ve işsizliğin had safhaya yükselmesi toplumsal huzuru zedelemektedir. Özürlü sendika yasasından kaynaklı olarak kamu çalışanları yıllardır emeklerinin karşılığını alamamaktadır. Bu yüzden toplu sözleşmeli ve grevli sendika talebimizi her fırsatta dile getirdik. Anayasa değişikliği ile birlikte kamu çalışanlarına sağlanacak toplu sözleşme hakkını önemli bir kazanım olarak görmekteyiz. Ancak yasanın kapsamı mutlaka evrensel standartlara kavuşturulmalıdır. İşsizliğin, yoksulluğun ve ekonomik krizlerin son bulması temennisiyle çalışanların 1 Mayıs Emek ve Dayanışma bayramını tebrik ediyoruz.

Halka rağmen iktidarı elinde bulunduran oligarşik bürokrasi halka baskı ve zulümde sınır tanımıyor. Niyet okuyucu, halk düşmanı oligarşik bürokrasinin son icraatlarından biriside Diyarbakır merkezli faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu olan "Mustazaflar İle Dayanışma Derneği'nin" kapatılması.

Din, dil,  ırk, siyasi görüş  ve diğer farklılıklarına bakılmaksızın adil davranmak  devlet makamlarının  uyması gereken en temel görev ve sorumluluktur. Türkiye'de sivil toplum örgütü olarak faaliyet gösterme hakkı  herkes için eşit ve önyargılardan uzak olarak sağlanmalıdır. Mustazaf-Der'in kapatılması kararını önyargılı ve eşitlik ilkesine aykırı buluyoruz. 

Derneğin kapatılması  kararında ana gerekçe, ''Hizbullah örgütü ile bağlantısı  olduğu'' belirtilmektedir. Kendilerini dindar olarak tanımlayan insanların kurduğu dernek, sosyal, ahlaki ve kültürel faaliyetler olmak üzere, yardımlaşma ve dayanışma çalışmaları yapmaktadır. 

Farklı toplumsal kesimlere hukuki ve maddi destekler STK'ların çalışma alanı içerisinde meşru haklarıdır. Bu tür faaliyetler ulusal ve uluslar arası hukuka göre suçlama konusu yapılamaz. Uluslar arası hukukta: "çoğunluk tarafından benimsenen veya desteklenen fikirler değil, küçük bir grup veya tek bir kişi tarafından dile getirilen çoğunluğun görüşlerine sarsıcı, şoke edici fikirler koruma altına alınmıştır" denilmektedir.

Genel ve soyut iddialarla derneğin kapatılması makul şüpheden faydalandırılmama yönünden hakkın ihlalidir. 

Mustazaf-Der'in kapatılmasını haksız ve hukuksuz buluyor, zulmün biran önce giderilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Cuntacı zihniyetin halka dayattığı Kışla mantığı ve disiplini içinde halkı zapturapt altında tutma eğilimi aynen korunmakta. Bu tutumun medyadan siyasete, spordan eğitime kadar pek çok alanda yansımaları görülmekte. Okulların kışlalaştırılması ve öğrencilerin askerleştirilmesi ise bunun en yaygın ve sistematik örneği olarak karşımıza çıkıyor. Andla, marşla başlayıp, her seviyede ve had safhada yaşanan resmi ideolojik dayatma çocuklar, gençler ve dolaylı olarak tüm toplum militarist bir kirlenmeyle yüz yüze kalıyor. Milli Güvenlik Dersleri ise işte bu "kışla tipi eğitim düzeni"nin en somut ve çirkin araçlarından biri olarak öne çıkıyor.

Milli Güvenlik Derslerine giren hocalar aracılığıyla okullarda nasıl bir terör estirildiği iyi bilinen bir husus. Cunta yapılanmalarını tüm çirkinliği ve çıplaklığı ile ortaya çıkaran belgelerle Milli Güvenlik Derslerinin asıl amacı ve işlevi deşifre olmuş durumda. 1998-2008 tarihleri arasında Genelkurmay direktifiyle bu derslere giren muvazzaf ve emekli subaylara, idarecilerinden öğretmenlerine, öğrencilerine kadar tüm okulların sistematik bir fişlemeye tabi tutulması emrinin verildiği anlaşılmış bulunuyor.

Pek çok mağduriyet oluşturan, hem öğrenciler hem de öğretmenler seviyesinde ezme, sindirme, kişiliksizleştirme politikalarına aracılık eden Milli Güvenlik Dersi sorunu bir türlü hak ettiği biçimde gündemleştirilemedi. İlginçtir, Milli Güvenlik Kurulunun yapısının ve işleyişinin köklü biçimde değişikliğe uğratıldığı bir ülkede sistematik bir zulüm ve ilkel bir anlayış empoze eden bu dersler bir türlü kaldırılamadı. Mevcut AK Parti Hükümeti de yaklaşık 8 yıllık iktidarına rağmen bu önemli soruna ilişkin hiçbir adım atmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı okullara kışla düzenini hâkim kılma mantığının, özleminin bir uzantısı olan Milli Güvenlik Derslerini bütünüyle müfredattan çıkartmalıdır. Tepeden tırnağa faşizan çağrışımlar yapan bu derslerden kurtulmak, eğitimin özgürleştirilmesi yönünde atılması gereken adımların başlangıcı sayılmalı ve arkası mutlaka gelmelidir.

Eğitim ve çalışma hayatında  hukuk dışı  bir baskı ve dayatma kaynağı olan başörtüsü yasağı 28 şubat dönemini aratmayacak şekilde devam ediyor. Cuntacıların yargılanması gündemde ancak cuntacıların yasak ve dayatmaları aynen yürürlükte. Din ve Vicdan özgürlüğü sözüm ona Anayasal güvence altında.  insanların Dinlerinin gereği ve vicdani kanatları sonucu seçtikleri yaşam tarzlarının dışa vurumu olan giyim tarzları Kamusal alanda yasak. Bu çelişkiyi ortadan kaldırma görevi halkın iktidara taşıdığı hükümetindir. Ancak her konuda açılım yapma peşindeki iktidar  hayatın her alanında, halkın hemen bütününü ilgilendiren baş örtüsü yasağı konusunda derin bir vurdum duymazlık içinde. 

Giyim tarzından dolayı insanları eğitim ve çalışma hakkından mahrum bırakmak ilkelliktir, sağduyudan nasiplenmemek demektir. Hükümetlere düşen, yönettikleri insanların haklarını korumak ve özgürce yaşamalarını temin etmektir. Ülkeyi yönetenler bu bilinçle işlerini yapmalı ve hak ihlallerini engelleyerek medeniyetin birer temsilcisi olmalıdır. Eşit eğitim ve çalışma hakkı esasen temel insan hakkıdır ve engellenemez.

Sivil Haber Haberleri

Katil İsrail'e kucak açan Uluslararası Olimpiyat Komitesi sınıfta kaldı
Paris Olimpiyatlarının güvenlik işlerinde neden İsrail güçleri kullanılıyor?
Alimlerden Gazze bildirisi: HER MÜSLÜMANA FİLİSTİN SORULACAK
PKK'nin kanlı tarihinden bir kesit: Susa Katliamı!
Diyarbakır bu akşam da Gazze için meydanlardaydı