Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, her Cumartesi gerçekleştirdiği özgürlük eylemlerinde 260. haftayı geride bırakırken, platform adına Diriliş Saati Dergisi'nden Ömer Faruk Şimşek'in okuduğu açıklamada CHP'nin başörtüsü konusundaki üniforma mahiyetindeki teklifi, TRT'deki başörtülü konuğun ekrana çıkarılmaması, üniversite kayıtlarındaki başı açık fotoğraf dayatması, Filistin'deki siyasi barış tuzağı ve özelleştirme politikaları gündeme getirildi.
Açıklamada, referandum mitingi için Sakarya'ya gelen CHP Genel Kılıçdaroğlu'na seslenilerek "Başörtüsünü Allah'ın bir emri olarak gören dindar kesimleri kendilerine yandaş kılma çabalarına merkez sağ partilerinden sonra CHP de katıldı. Nasıl bir başörtüsü sorusuna cevap arayan CHP, toplumu ekonomik veya sosyal düzeylerine göre farklı üniformalara sahip sınıflara bölme ideolojisi olan Kemalizm'in tüm alışkanlıklarını sürdüreceğinin işaretini verdi. Başörtüsünü bir üniforma olarak algılayan CHP, bu üniformaya bir de şekil tanımlama ihtiyacı duyuyor. Faşizmin bu kadarına az rastlanır herhalde. Zihnen faşist olan CHP'nin yapmacık tavırları bu partiyi gülünç kılıyor. Allah CHP yönetimine akıl/fikir versin ve ıslah etsin." sözleriyle tepki gösterildi.
Çözüm lafta, yasak her yerde
Diriliş Saati yazarı Ömer Faruk Şimşek, basın açıklamasında çözüm tekliflerinin lafta kaldığını fakat yasağın devam ettiğini söyleyerek, "Başörtüsü yasağı en son TRT'de hortladı. TRT'de yayınlanan "Can Veren Pervaneler" programına konuk olarak davet edilen Edebiyat ve Müzik araştırmacısı Zeynep Yıldız başörtülü olduğu gerekçesi ile yayına alınmadı. Malatya İnönü Üniversitesi ve Çorum Hitit Üniversitesinde kayıt döneminde fotoğraflara, başı açık olması şartı ile birlikte "Boynun Açık Olması" şartı da getirildi." denildi.
Açıklamada Mavi Marmara'daki katliamın bir kenara bırakılarak İsrail'den Heron'ların teslim alınması da eleştirilirken, Ortadoğu'da barış görüşmesi adı altında yeni bir tuzak hazırlandığına dikkat çekildi. Açıklamada ayrıca elektrik dağıtımı ihalesinde tekelleşmeye gidildiği belirtilerek "Toplumun malı niteliğindeki bu kuruluşların tekellere teslim edilmesi, ileride kapanması çok zor olan büyük sosyal ve ekonomik yaraların işaretçisidir. Neo-Liberal ekonomi politikalarının bir yansıması olan tekelleşmeye karşı Sakarya Adalet Girişimi olarak mücadelemizi her platformda sürdüreceğiz." denildi.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 260. Basın Açıklaması:
DİRENİŞ MUTLAKA KAZANACAKTIR!
1 Eylül Dünya Barış Günü" Dünyanın dört bir tarafında kan gövdeyi götürürken egemenlerin çeşitli coğrafyalarda ve bilhassa İslam coğrafyasında demokrasi ve barış nutukları atmaları tam bir ikiyüzlülük. Dünyayı kana boyayanların barıştan söz etmesi kadar trajikomik bir yaklaşım olamaz herhalde"
Barış ile ilgili son senaryo Filistin için yazıldı ve bugünlerde sahneye sürüldü. Filistin'in seçimle iktidara gelmiş HAMAS hareketi amerikalı ve israilli efendilerce dikkate bile alınmadı. Süresi dolduğu halde amerikalı efendilerinin talebi ile koltuğunu terk etmeyen gayri meşru başkan Mahmut Abbas ve Mısır diktatörü Mübarek'in katıldığı sözde barış görüşmeleri tam bir satılmışlığın işaretlerini veriyor. Masanın başında Obama, Hillary Clinton ve Netenyahu dünyadaki kanın, gözyaşının sorumluları değillermiş gibi yeni bir senaryoyu Amerika'da sahneye koyuyorlar. Hamas lideri Halid Meşal şöyle diyor: "New York'taki bu toplantı Amerika'nın emri ile Filistin'i satmak için kurulmuş bir köle pazarıdır."
Tüm dünya Müslümanları Filistin ve Kudüs üzerine oynanan bu oyunun farkında olmalı ve İsrail çıbanı Ortadoğu'dan çıkarılmadıkça dökülen kan ve gözyaşının asla bitmeyeceğini, barışın asla gelmeyeceğini bilmelidirler.
Referandum tartışmaları öylesine bir toz/duman oluşturdu ki, birçok önemli olay bu vesile ile gözden kaçırılıyor. Geçtiğimiz hafta israil 4 Heron'u daha Türkiye'ye teslim etti. İsrail özür dileyene kadar tüm ilişkilerini askıya aldığını açıklayan hükümet, daha Mavi Marmara şehitlerinin kanı kurumadan maalesef duruşu bozarak bu teslimatı onaylamıştır. Hükümeti söylemlerinin arkasında durması konusunda uyarıyoruz.
Özelleştirmeler ile ilgili yara derinleşiyor. Sosyal ve ekonomik açıdan stratejik kabul edilen kamu kurumlarının özelleştirilmesi yeni birçok sorunu beraberinde getiriyor. Son olarak Mehmet Emin Karamehmet'in içinde bulunduğu konsorsiyumun elektrik dağıtımında aldığı büyük pay, tekelleşme eğilimini de beraberinde getirdi. Toplumun malı niteliğindeki bu kuruluşların tekellere teslim edilmesi, ileride kapanması çok zor olan büyük sosyal ve ekonomik yaraların işaretçisidir. Neo-Liberal ekonomi politikalarının bir yansıması olan tekelleşmeye karşı Sakarya Adalet Girişimi olarak mücadelemizi her platformda sürdüreceğiz. Müslüman halkımızı da liberal politikalara karşı direnmeye davet ediyoruz.
Başörtüsü sorunu üniversite kayıtlarının başladığı bugünlerde yoğunlaşarak devam ediyor. Başörtüsünü Allah'ın bir emri olarak gören dindar kesimleri kendilerine yandaş kılma çabalarına merkez sağ partilerinden sonra CHP de katıldı. Nasıl bir başörtüsü sorusuna cevap arayan CHP, toplumu ekonomik veya sosyal düzeylerine göre farklı üniformalara sahip sınıflara bölme ideolojisi olan kemalizmin tüm alışkanlıklarını sürdüreceğinin işaretini verdi. Başörtüsünü bir üniforma olarak algılayan CHP, bu üniformaya bir de şekil tanımlama ihtiyacı duyuyor. Faşizmin bu kadarına az rastlanır herhalde. Zihnen faşist olan CHP'nin yapmacık tavırları bu partiyi gülünç kılıyor. Allah CHP yönetimine akıl/fikir versin ve ıslah etsin.
Başörtüsü yasağı en son TRT'de hortladı. TRT'de yayınlanan "Can Veren Pervaneler" programına konuk olarak davet edilen Edebiyat ve Müzik araştırmacısı Zeynep Yıldız başörtülü olduğu gerekçesi ile yayına alınmadı. Yayına girilmeden önce program yönetmeninin talebiyle bir cüzzamlı gibi stüdyodan çıkarılan Zeynep Yıldız TRT yönetiminden açıklama bekliyor.
Önce Malatya İnönü Üniversitesinde sonra Çorum Hitit Üniversitesinde kayıt döneminde yaşanan yeni bir uygulama da fotoğrafların, başı açık olması şartı ile birlikte "Boynun Açık Olması" şartını taşıması durumunda kabul edilmesi idi. Başörtüsü yasağını ne denli bir İslam düşmanlığının tezahürü olduğunun açık bir kanıtıdır bu olay. Toplumun inançlarını hiçe sayan, alaya alan elitlerin ruh halinin bir yansımasıdır bu olay.
Geçtiğimiz günlerde bazı nüfus müdürlüklerinde kimliklere başı açık fotoğraf istenmesi skandalı da dikkate alındığında, başörtü yasağına karşı yapılan çağrılar ve yürütülen mücadeleye rağmen; kemalist elitlerin ve onların halk içindeki bir avuç işbirlikçisinin İslam'ın değerlerine karşı ne denli şedit bir pozisyonda yer aldıklarını ibretle izliyoruz. Müslümanlar değerleri için direndikleri sürece, kemalist zihniyet asla başarıya ulaşamayacaktır. Kemalistler direnişin karşısında zelil olmaya mahkûmdurlar.
Mübarek Ramazan ayının son haftasına girdiğimiz bu günlerde, Allah(c.c)'dan bizlere mücadele azmi ve sabır ihsan etmesini bir kez daha niyaz ediyoruz. Adaletin ve barışın hakim olduğu, zulmün, kanın, gözyaşının ortadan kalktığı bir dünyanın kurulması için direnen tüm mazlumlar için tek sığınağımız olan Allah'c.c)'dan yardım diliyoruz. Tüm halkımızın mübarek Kadir Gecesini ve Ramazan Bayramını bu temennilerle kutluyoruz.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına Diriliş Saati Dergisi
Akyazı:Kandırmaya Artık Son Verin
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu düzenlemiş olduğu 187. Basın açıklamasında ÇHP'nin yalanlarına dikkat çekildi
Basın açıklaması metni:
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu'nun düzenlemiş olduğu 187. Basın açıklamasında beraberiz.
Kandırmaya artık son verin!
Türkiye'de ilk kez siviller tarafından gerçekleşecek olan kısmi anayasa değişikliği ile ilgili referanduma sayılı günler kala halkın özgür iradesine ipotek koyarak sandığa gidecek olanları tehdit eden zihniyetin yanısıra askeri vesayetin ve egemenlerin hukukunun sürmesinden yana olarak "hayır" kampanyası yürütmekte olan diğer zihniyet sahiplerinin ikiyüzlü davranışlarını halkımız yakından görmekte ve izlemektedir.
Sözüm ona barış ve demokrasiden söz edenlerin Güneydoğu'da oluşturmaya çalıştıkları sandık terörünü hepimiz görmekteyiz. Bununla birlikte halkın anayasa değişikliği ile ilgili özgürce tercihte bulunma hakkını gasbeden ve sandığa gitmelerini engellemeye çalışanların gerçekte halktan nasıl korktuklarını da biliyoruz. Ya evet çıkarsa kaygısıyla korku imparatorluklarını sürdürmeye çalışan bu anlayışın mensuplarının özgürlükten, demokrasiden ve barıştan söz etmeleri başlı başına bir riyakarlıktır ve aldatmacadır. İnanıyoruz ki Kürt halkı, oynanan bu kirli oyunu bozacak ve daha fazla özgürlükten, adaletten, barış ve kardeşlikten yana oyunu kullanacaktır.
Son günlerde bir kirli oyun da hayır cephesinin donkişotluğunu yapmakta olan CHP ve onun yeni genel başkanı tarafından sergilenmektedir. Üstelik bu kirli oyunu daha önce defalarca yaptıkları gibi müslüman halkımızın en kutsal değerleri üzerinden sergilemeye çalışmaktadırlar. Bildiğiniz gibi CHP Genel Başkanı, miting meydanlarında hızını alamayarak başörtüsü sorununu kendilerinin çözeceğini ilan etmektedir. Bir aldatmacayı, tüm topluma yönelik açık bir kandırmacıyı ifşa etmek, halkı boş vaatlerle aldatılmaya hazır aptal sürüsü sanan ikiyüzlü ve tutarsız politika çizgisini teşhir etmek için buradayız. Bu meydanda bugüne dek pek çok kez İslami kimliğimizin bir göstergesi, bir yansıması olan başörtüsüne yönelik dayatmalara, baskılara karşı kimliğimizi, inancımızı, haklarımızı savunmak ve bu zulmü protesto etmek için toplanmıştık. Bu kez CHP ikiyüzlülüğünün altını çizmenin de zamanı geldiğine inanıyoruz.
CHP Genel Başkanı hiçbir özeleştiri yapmadan ve somut hiçbir program önermeden başörtüsü sorununu kendilerinin çözeceğini tekrarlayıp durmakta. CHP Genel Başkanı başörtüsü sorununu nasıl çözeceğini söylemiyor. Neden bu konuyu tam da referandum arifesinde gündeme getirdiği sorusuna cevap vermiyor. Hatta başörtüsü sorunundan ne anladığını dahi açıklamıyor. Ama soyut, içeriksiz ve alabildiğine de boş bir söylem şeklinde "başörtüsü sorununu biz çözeriz" nakaratını tekrar ediyor.
Şüphesiz temel felsefesi ve misyonu yasakçılık olan bir partinin, seçim kaygılarıyla da olsa, yasağa son vereceği vaadinde bulunması, halka şirin görünmek maksadıyla dahi olsa başörtüsü yasağını savunamaması sevindirici bir gelişme. Bununla birlikte dün zulmün giderilmesi için atılan adımlara sonuna kadar direnen,sınırlı özgürlük girişimlerini dahi püskürtmeye çalışan,Meclisin büyük çoğunlukla kabul ettiği kısmen özgürlük sağlayan bir düzenlemeyi iptal ettirmek için yemeyip içmeyip AYM'ye koşan, gerek kamusal alanda gerekse de özel alanda başörtülü avına çıkan kadrolardan müteşekkil bir partinin sırf lideri değiştiği için başörtüsünün özgürlüğünü savunmaya başlaması doğrusu bize hiç mi hiç inandırıcı gelmiyor.
Acaba hangi Kılıçdaroğlu'nu dikkate almak daha doğru olur? Dün Meclis'in büyük çoğunlukla kabul ettiği üniversitelerde başörtüsüne özgürlük getiren düzenlemeyi AYM'de iptal ettiren Kılıçdaroğlu'nu mu, yoksa bugün çocuk kandırırcasına çözüm vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu'nu mu? Kılıçdaroğlu'nun tutumu akla ister istemez mahalli seçimler öncesinde CHP'nin sabık Genel Başkanı'nın "çarşaf açılımı"nı hatırlatıyor. Aynı tutarsızlık, aynı ilkesizlik ve aldatmaca!
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu doğal olarak sözcülüğünü üstlendiği bürokratik yapının aynen korunması ve yasakçı yargının saltanatının devam etmesi için referandumdan hayır çıkması çabalarını yoğunlaştırmış durumda. Garip olansa Kemal Kılıçdaroğlu'nun, despotik, yasakçı kurumsallaşmayı muhafaza kampanyasına başörtüsünü de alet etmeye kalkışması.
Doğrusu bunca yaşanmışlık ortada iken, bu ülkede hiç kimsenin bu tarz vaadleri ciddiye alacağını sanmıyoruz. Bununla birlikte buradan Kılıçdaroğlu'nun sözlerinin doğruluğuna, inandırıcılığına yönelik küçük bir test öneriyoruz. Buyursun Kemal Kılıçdaroğlu, sorun çözmeye, başörtülü öğrencilere indirimli ulaşım kartı vermekten kaçınan İzmir Büyükşehir Belediyesinin CHP'li Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun keyfi uygulamasından başlasın! Açıkça ayrımcılık içeren bu haksız, hukuksuz uygulamaya tavır alsın! Merdiven altında çalışan başörtülü genç kızlara çok üzüldüğünü söyleyen Kılıçdaroğlu, partilisi Aziz Kocaoğlu tarafından başörtüsü taktıkları için aşağılanan, indirimli ulaşım hakları gasp edilen genç kızlara yönelik vicdansız uygulamaya son verdirsin!
Başörtüsü zulmünün her adımında CHP zihniyetinin izlerini gören bizler Kemal Kılıçdaroğlu'nu dürüst davranmaya, tutarlı olmaya çağırıyoruz ve kendisine sesleniyoruz: Sen önce kendi evini temizle Kılıçdaroğlu, sen önce git CHP' li belediye başkanına bu zulmün hesabını sor!
Akyazı Başörtüsü Platformu olarak inancımızdan dolayı karşılaştığımız başörtüsü yasağını nasıl büyük bir zulüm olarak görüyorsak, halkımızı inandırıcılıktan uzak söylemlerle, vaatlerle kandırmaya çalışmayı ve aptal yerine koymayı da açık bir ahlaksızlık olarak görüyoruz. Gelecek hafta cumartesi günü saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu Adına
Mazlum der Akyazı Şube Başkanı
Burhan ÇİMŞİT
Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 281.Hafta basın açıklaması, İzmit İnsan hakları parkı Özgürlük Meydanında yapıldı
Kocalei:Çocuk Katili Darbeciler Yargılansın
Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 281.Hafta basın açıklaması, 4 Eylül 2010 Cumartesi günüz saat 12.30'da İzmit İnsan hakları parkı , Özgürlük Meydanında yapıldı.
Basın açıklamasını Kartepe İnsan hakları Derneği başkanı Ali Akbaş yaptı. Konu 12 Eylül darbecilerin idam ederek katlettiği çocuklar için referandumda EVET diyerek hesap sorulmasıydı. Mizansen olarak alana getiren darağacıyla, Darbecilerin insanları idam eden katiller olduğu vurgulandı ve "Çocuk Katili Darbecilerden Hesap Sorulsun " pankartı açıldı.
BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ:
Davalarında haklı olanlar, haksız olanlar kadar, cesaretli olmazlarsa; Hakkımızı vermiyorlar diye şikâyette bulunmaya hakları yoktur.Ülkemizde verilen insan hakları mücadelesi uzun soluklu mücadeledir. Bu mücadele zalimler diz çöktürülene kadar sürecektir. Kim bu mücadeleden kaçar ve uzak durursa, zalimlerin eline meşruiyet kazandırır.
Biz ülkemizde insanca bir yaşam düşünüp, bir arada kardeşçe yaşamayı amaç edinmiş, insan hakları mücadelesi veren bütün Sivil Toplum Kuruluşları ile beraber bu mücadeleyi vermeye kararlıyız.
Türkiye'de darbe planlayanlar, darbe şakşakçıları ve yandaşları, şunu çok iyi bilmelidirler ki, Türkiye'de bundan sonra "Yasakçı zihniyete sahip olan, insan hak ve özgürlüklerini ayaklar altına alan, hiçbir yapı ve kurum, hayati yapısını sürdüremeyecektir.
Türkiye'de insan hak ve özgürlüklerini, insan haysiyetini, onur ve şahsiyetini hiçe sayan darbeci ve yasakçı kafaların sonunun gelmesi için tüm insanların özgürce düşüncelerini açıklayabilmesi, inanç ve fikirlerini özgürce, hiçbir baskı altında kalmadan yaşayabilmesi için, özgürlüklerin önünün açılabilmesi için yapılan tüm anayasal çalışmalara evet demek zorunluluğumuz vardır.
Bizler yaşadığımız bu topraklar üzerinde özgürce yaşayabilmemiz için bütün yasakçıların karşısında onurlu bir dik duruş sergilememiz gerekir ve en doğal insani haklarımızı yasakçıların ellerinden almak zorundayız.
Müslüman hanımların Başörtüsü ve tesettürü ile ilgili en ufak bir özgürlüklerine bile tahammül edemeyen yasakçıların ve yandaşlarının başörtüsü özgürlüğünü savunmasının hiç inandırıcı olmadığını" ifade etmek istiyoruz, Ülkemizde yaşanan bunca darbelere ve darbe çalışma olaylarına aklı selim hareket eden bütün insanlarımız karşı çıkmalıdırlar.
60 ve 80 darbelerinde, darbecilerin ve darbe severlerin ülkemizi getirdikleri içler acısı durum ortadadır.
Darbecilerin, insan hak ve hürriyetlerini kısıtlayan, hiçbir insani değere insanca yaklaşım sergilemedikleri apaçık bir şekilde ortadadır, kimseye haksızlık yapılmasın diye bir sağdan bir soldan astık diyerek insani duygularını yitirdiklerini itiraf etmişlerdir, yapılan darbeler insanlığın yüz karasıdır, darbe severlik insanlık dışıdır ve ahlaksızlıktır.
60 darbesinin yüz kızartıcı suçu ortada dururken arkasından 20 sene sonra 12 Eylül darbesinin yapılması insanlık suçudur, her darbe yapıldığında yüzlerce masum vatan evladı öldürülmüş işkenceden geçirilip sakat bırakılmıştır, 60 ve 12 Eylül darbecileri çocukları dahi öldürerek bir insanlık suçu işlemişlerdir.
İnsanlık dışı 12 Eylül darbesinde, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konuldu,
TBMM kapatıldı, anayasa ortadan kaldırıldı,
650 bin kişi gözaltına alındı,
1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişi idam edildi,
71 bin kişi TCK nın 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
388 bin kişiye pasaport verilmedi,
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı,
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı,
300 kişi kuşkulu bir şekilde faili meçhul cinayete kurban gitti,
171 kişinin kendilerine yapılan insanlık dışı işkenceden öldüğü belgelendi,
937 film sakıncalı olduğu gerekçesiyle yasaklandı.
Yapılan darbe ve çeşitli müdahalelerle ülkemiz maalesef 50 yıl geri götürülmüştür
Halkımız yaşadığı bunca badireden sonra ve kendisine reva görülen bunca haksızlıktan sonra bir daha aynı zulümlerle karşılaşmamak için, 12 Eylülde yapılacak olan anayasa paketine evet diyerek bu darbecilerden ve yandaşlarından ebediyen kurtulmak zorundadır.
Kartepe İnsan Hakları dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Adına
Yönetim Kurulu Başkanı Ali AKBAŞ
velfecr
Konya İnanç Özgürlükleri Platformu 156. hafta basın açıklamasını Platform adına HEDA-DER genel başkanı Muammer DURMAZ okudu. Kadir gecesine değinen DURMAZ, açıklamasına Kadir Suresini okuyarak başladı. Durmaz açıklamasın da Kudüs Günü'ne de değindi. ''Dün, Dünya Kudüs günüydü" Dünya barışına sevdalı yürekler, bu barışın ancak Kudüs'ün esenliğiyle olacağını haykırdılar yeniden. Bizde bu seslenişi tekrar ediyor, çevresi mübarek kılınmış Kudüs'ün tüm çevresiyle birlikte dünya esenliğinin merkezi olması için mücadele edeceğimizi ilan ediyoruz. '' diyen derneğimiz genel başkanı, ülke gündemi hakkında da ''Ramazan-ı şerif'te Kadir gecesinin idrak edileceği şu günlerde, vahyin ülkemiz gündeminde yer alamıyor olması ve ülkenin gündemini belirleyen ana konuların vahiy ekseninden uzak tutulması Müslümanlar açısından gerçekten tedirgin olunacak bir durumdur.'' dedi.
AÇIKLAMANIN TAM METNİ:
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 156. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
04 / 09 / 2010
Bursa Mazlumder Şubesinin her ayın ilk Cumartesi günü düzenlediği, "BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK" basın açıklamalarından dokuzuncusu şube başkanı Av.Şakir Çalışkan tarafından Şehreküstü Meydanında yapıldı.Yasağı Kim Sürdürüyor? adlı basın açıklamasında;"Zulme karşı Omuz Omuza",Direne Direne kazanacağız",Başörtüsü Hakkımız Engellenemez"Direniş Adalet Özgürlük"gibi sloganlar atıldı,ayrıca "Zulüm Bitene Kadar","Başörtüsüz Asla","Beni Duymayana Ahım Var","Ve Başörtüsü Özgürlüktür" gibi dövizler taşındığı görüldü.Basın açıklaması çevredekilerin yoğun alkışları ile sonlandırıldı.
Basın açıklamasının tam metni:
Değerli Basın Mensupları;
Başörtüsü yasağı sürüyor ve biz yine buradayız.
Peki, bu yasağı kim sürdürüyor?
Yasağı sürdüren kerameti kendinden menkul bir avuç Yüksek Öğretim ve Yüksek yargı bürokratı mı?
Sekiz yıldır iktidardaki Ak Parti Hükümeti mi?
411 üyesinin çözüm için el kaldırıp anayasa mahkemesi karşısında pes ettirilmiş meclis mi?
Şimdilerde meydanlarda bu yasağı çözsem çözsem ben çözerim, çünkü sorunu her fırsatta anayasa mahkemesinin önüne götüren ve her düzenlemeyi iptal ettiren benim diye efelenen CHP'mi?
Nasıl olsa bana öyle bir yasak yok diyen ve ötekinin hakkı umurunda olmayan duyarsız kamuoyu mu?
Yoksa"
Yoksa ondan daha acı olanı yasağın karşısında yıllara yenik ve yılgın düşen, mağduriyeti içselleştirmiş, her biri kendi çözümünü üretmiş ya da kendi köşesine çekilmiş başörtülüler mi?
Başörtülü eşlerini, kız kardeşlerini ya da kızlarını bu mücadelede yapayalnız bırakmış bir zamanların hızlı mücahitleri mi?
Yoksa hepsi birden mi?
Galiba öyle. Hepimiz bazen utanarak, bazen hiç de utanmadan, bazen ağlayıp sızlayarak, bazen de aldırmayıp boş vererek bu yasağı el birliğiyle sürdürüyoruz.
Üstelik bu yasağı sürdürürken hiç birimiz hiçbir yasal dayanağa da ihtiyaç duymuyoruz. Yasağı uygulayan var diyor, mağdur olan da boyun büküp uyuyor.
Ne zamana kadar sürdürebiliriz bu yasağı?
Vesayet rejimini sona erdirme iddiasındaki hükümet bilmelidir ki,
Başörtülü anneler asker çocuklarının düğünü için bile kışladan içeriye giremedikçe,
Öğrenciler okul kapılarından,
Çalışanlar işyerlerinden geri çevrildikçe vesayet sürüyor demektir.
Bu yasak süremez, sürmeyeceği sürdürülemeyeceği artık herkes tarafından iyice anlaşılmalıdır.
Hükümeti ve muhalefetiyle bütün siyasiler,
Askeri ve sivil bürokrasi, vesayet rejiminin ve statükonun tüm bekçileri,
Mağdurları dışlamış, ötekileştirmiş, kendinden başka kimseyi görmeyen ve umursamayan duyarsız toplum kesimleri,
Mağdurlar, mağduriyetten şikâyeti bile unutmuş yılgınlar, yenilgiyi ve ezikliği sindirmiş mağdur yakınları"
Kısacası hepimiz el ele vererek artık bu insanlık ayıbından kurtulmalıyız.
Herkes bilmelidir ki bu zulümden türetilebilecek hiç bir rant kalmamıştır. Sorunun çözümü bir hakkın geç kalınmış bir teslimi olacaktır.
Evet'çisi ve Hayır'cısıyla herkesin yoğunlaştığı ve adeta ölüm kalım meselesi olarak gördüğü referanduma bir hafta kaldı. Herkes kendince 13 Eylül Sabahında yeni ve güzel bir Türkiye vaat ediyor ama maalesef o Türkiye'de başörtüsü yasağı hala sürüyor olacak.
Başörtüsü yasağı gibi anlamsız ve yasal dayanaktan yoksun bir uygulama devam ettiği sürece kimsenin kimseyi pembe vaatlerle oyalamaya hakkı olmadığını bir kez daha hatırlatıyor, herkesi yasaklara karşı daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.
MAZLUMDER BURSA ŞUBESİ
Adına Şube Başkanı
Av.Şakir ÇALIŞKAN
Beş yıla yaklaşan hak arama mücadelemizde sesimizi duyurma çabamız 240. haftasında da devam ediyor. Ve çok şükür ki artık sesimize ses geliyor. Hem de bu yasağı koyanlardan, başörtüsünü ve çarşafı ayaklarının altına alıp gösteri yapanlardan, ikna odaları kurup kızlarımızın psikolojisini alt üst eden zihniyetin kurumsallaştığı yerden, özgürlüğe açılan yolları kapatmak için koşa koşa Anayasa Mahkemesine gidip, seçilmişlerin önüne atanmışlar eliyle set çekme hakkını kendinde görenlerden. Lakin gelen ses pek de iç acıcı değil. Çünkü ağızlarını her açtıklarında içlerindeki zehrin kokusu ortalığa yayılıyor. Bu defa da örtünme şekline karar verme yetkisini kendilerinde görüyorlar. . Bununla da yetinmeyip propaganda afişlerinde ırkçı ve öteleyici mesajlar vermekten çekinmeyerek Müslüman kadınları rahibelere benzetmişler ve gerçek yüzlerini bir kez daha ortaya çıkarmışlardır. "Başörtüsü sorununu biz çözeriz" cümlesinin altındaki mesajlarını ve niyetlerini birer birer gün yüzüne çıkarta dursunlar bizim artık bu yalanlara ve oyalama taktiklerine karnımız tok. Çünkü konusu demokrasi ve anayasa olan bir paneli bile başörtülü kadınlara hakaret ortamı olarak değerlendiren bu güruhtan bir hayır beklenmez.
Bir kadını dini vecibesini yerine getirmekten alıkoymak büyük bir zulümdür. Eğitim alma hakkını gasp etmek, eğitimini aldığı mesleği icra etmesine, rızkını kazanmasına mani olmak büyük bir zulümdür. Bir kadını inancına aykırı kıyafet giymeye zorlayarak onun ruhunu zedelemeye ana babasının, kocasının hakkı yokken kendisine sosyolog, ilahiyatçı, kanaat önderi, öğretim görevlisi ya da siyasi parti lideri denen insanların bu hakkı kendilerinde bulmaları manidardır. Modacıların bile ihtiyatla yaklaştığı bu alanda, başörtülerimizin ne şekil olması gerektiği hakkında pervasızca yapılan beyanatları hakaret kabul ediyoruz, bu pek yaratıcı (!) fikirlerin sahiplerini bilim insanı niteliğiyle bağdaştıramıyoruz. Her seçim döneminde hatırlanıp sonrasında unutulan bu konu üzerinden siyasilerin rant elde etmelerine asla izin vermeyeceğiz.
Anayasa'nın 10. maddesi uyarınca "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz". Pekiyi hakları gasp edilen insanlar, yani bizler bu ülkenin "eşit vatandaşları" değil miyiz? Değil erkeklerle, hemcinslerimizle dahi eşit muamele görmeyen, yıllardır bu toplumun zencileri gibi görülenler olarak "Artık Yeter" diyoruz.
Askeri vesayet ürünü olan mevcut anayasaya yönelik hazırlanan bu değişiklik paketi sivilleşme yönünde atılacak önemli bir adım olacak ve gayet iyi niyetle umuyoruz ki devamında ayrımcılığa uğrayan herkesle beraber bizler için de daha aydınlık günlerin başlangıcı olacaktır. İşte bu nedenlerle hem İnanç Özgürlüğü Platformu hem de İLKDER olarak psikolojik şiddet ve ayrımcılığa uğramış kadınlarımızın ve kızlarımızın sesi oluyor ve "yetmez ama evet" diyoruz. Ve yürütmedeki erke şunu hatırlatmak istiyoruz: anayasayı değiştirmek, eğer uygulamadaki hukuksuzlukları gidermeyecekse, yasalarda teminat altına alınan haklar sahiplerine iade edilmeyecekse; biz sivil anayasaya EVET diyenler olarak, görevlerinizi hatırlatmak için burada yine hazır olacağız.
Başörtüsü yasağı bir insan hakları ve kadın hakları sorunu olmakla birlikte, bir dini vecibe olan örtünmenin devlet aygıtı eliyle engellenmesi olup, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin laik karakterine de aykırıdır. Mevcut hiçbir rasyonel değerle temellendirilemeyen bu mesnetsiz yasağın her alanda son bulmasını, zaten geç kalmış adaletin toplumun tüm kesimleri için hemen tesis edilmesini bir kez daha talep ediyoruz.
Haftaya aynı gün ve saatte bayramların gerçek anlamda bayram olduğu, hak ihlallerinin, zulümlerin, kadın ve çocuk istismarlarının olmadığı bir Türkiye'de buluşmak ve yaşanan güzellikleri paylaşmak umudu ve duası ile"
Katılan herkese teşekkür ediyoruz.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
İLKDER Üyesi (İlke ilim Kültür ve Dayanışma Derneği)
Aysel Yılmaz
Biz Müslümanlar, zulüm devam ettiği müddetçe, zalimin karşısında yılmadan, yıkılmadan, eğilmeden her seferinde "hakkı" söylemeye devam edeceğiz. "Hakkın" olduğu yerde sinmenin, korkmanın ve yorulmanın olmayacağını çok iyi biliyoruz.
"Haksızlıklar" karşısındaki hak arama mücadelemiz için bu gün yine burada toplanmış bulunuyoruz. Başörtüsüne karşı yasak ve baskılar halen devam ediyor. "Başörtülü kadınların her alandaki bütün haklarını elde etmesi gerektiği" talebimizi açık ve net bir şekilde tekrar ortaya koyuyoruz. On milyonlarca insanın Müslüman kimliğinin inkârı anlamına gelen başörtüsü yasağı zulümdür, işkencedir, insanlık dışı bir uygulamadır. Yasağın her alanda devam ettirilmesini şiddetle kınıyoruz.
Başta, başörtüsü olmak üzere, ülkemizde inanca ve özgürlüklere yönelik baskılar, dayatmalar ve engellemeler devam etmektedir. Hal böyleyken, insanların mesailerinin neredeyse tamamını birincil dereceden bu baskı ve dayatmaları ortadan kaldırmaya yönelik, net, açık, hiçbir çözüm önerisinde bulunmayan bir siyasal argümanın gerçekleşmesi için harcamaları, hayallerinin büyüklüğüne delalet etmektedir. Acaba, ne zaman kurgulanmış bu hayallerin çözüme ciddi bir katkı sağlamayacağını fark edecekler? Mesailerini ve imkânlarını ne zaman özgürlük mücadelesi hususunda sağlıklı bir şekilde kullanacaklar?
Tarih boyunca insanlar; ya kendi nefislerine zulmetmiş, ya da müstekbirlerin zulümlerine muhatap olmuşlardır. Peygamberlerin tebliğine karşı direnen kavimlerin ilk sloganları şudur: "Biz atalarımızın yolundan ayrılmayız." Zulme ve şirke dayanan sistemlerini, bu slogan ile korumaya çalışmışlardır. Atalar dini, geçmişe karşı beslenen ölçüsüz saygı ve sevgi üzerine kurulan batıl bir dindir. Türkiye'de resmi ideolojiyi ve jakoben lâiklik anlayışını ön plana çıkaran bazı bürokratların; keyiflerine göre tanzim ettikleri yönetmeliklerini öne sürerek, mü'min kadınlara zulmettikleri sabittir. Bu zulüm, hafife alınabilecek bir cinayet değildir. Terörün ta kendisidir. Mü'min kadınların tesettürüne müdahale etmek , aynı zamanda İslâm'a karşı açılan bir savaştır. İslam'a olan bağlılıklarının zaruri bir neticesi olarak başını örten genç kızlara; yıllardır zulmedilmesini savunan CHP sözcüleri, geçtiğimiz hafta 'Başörtüsü yasağını biz kaldırırız' demeye başlamışlardır. CHP Bilim Yönetim ve Kültür Platformu Başkanı Sencer Ayata'nın açıkladığı türban formülüne göre 'Kadınların saçlarının tamamını örtmeleri şart değilmiş, bir kısmını açıkta bırakabilirlermiş! Böylece uzlaşma sağlanabilirmiş'
Vesayetçi ve dayatmacı zihniyetin Mü'min kadınlara yaptığı bu çözüm önerisini, kısaca şöyle ifade etmek mümkündür: 'İslami tesettüre riayet etme ısrarından ve Allah'a itaat etme ilkesinden vazgeçin, bizim istediğimiz gibi giyinin, mesele böylece çözülmüş olsun!'
Önce CHP Sözcülerinden Sencer Ayata'ya şu soruyu soralım:' Militarist değerleri 'modern din' gibi benimseyen CHP, insanların kıyafetlerini tesbit etme hakkını kimden almaktadır? Kendi hayat tarzlarına 'müdahele edileceği korkusunu taşıdıklarını' söyleyen CHP'li aydınlar, yıllardır Müslümanların hayat tarzlarına müdahale ettiklerini niçin unutmaktadırlar?'
Dün, çarşaflı parti üyelerine rozetler takan, daha sonra da meydanlarda çarşaf yırtıp üzerinde horon tepen; yine daha dün başörtüsü ile alakalı Diyanetten fetva sorulmalı diyenlere tepki gösterip, "LAİK DEVLET FETVALARLA YÖNETİLEMEZ" diyenlerin, bugün Diyanetin bu konudaki yayınladığı fetvalardan habersiz, konuyu Diyanet İşleri Başkanlığına götürmeye kalkmaları "BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNU BİZ ÇÖZERİZ" demelerindeki samimiyetsizliklerini ortaya koymaktadır.
Başörtüsü sorununu çözmek için birilerinden medet ummak yerine önce çözümün bizden başladığını görmek gerekiyor. Bildiğimiz üzere Diyarbakır'da 2009-2010 eğitim-öğretim yılında okula başörtülü giden Ece Nur Özel, okul yönetimince mevcut okulundan uzakta başka bir okula sürgün edilmişti. Yeni okuluna da başörtüsüyle giden Ece Nur'un 12 Haziran'da yapılan Seviye Belirleme Sınavı'na başörtülü bir şekilde girmişti. Sınavın geçerli sayılıp sayılmayacağı konusundaki meraklı bekleyiş, sınav sonuçlarının açıklamasıyla son buldu. Başörtülü Ece Nur'un SBS sınavının geçerli sayıldığını öğrenen Murat Özel, konunun emsal teşkil ettiğini söyleyerek, velilere çocuklarına sahip çıkmaları çağrısı yaptı. "Yasağa boyun eğmek yerine hakkımızı aramamız gerekiyor. Başörtülü olmak suç değil. Asıl suç işleyenler yasakçılar. Şayet bu konuda duyarlı davranıp çocuklarımızın haklarını daha yüksek sesle savunursak, geri adım atmazsak böyle sonuçlar alabiliyoruz. Bu sebeple tüm velilerden kızlarını yasakçılar karşısında yalnız bırakmamaları çağrısı yapıyorum" dedi. Biz de buradan Ece Nur kardeşimizi, ailesini ve onlara destek olan herkesi haksızlıklara karşı mücadele ettikleri için tebrik ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde başörtüsüne karşı yasakçı bir tavır da devlet televizyonu olan TRT'den geldi. TRT'de yayınlanan 'Can Veren Pervaneler' programına konuk olarak davet edilen Edebiyat ve Müzik araştırmacısı Zeynep Yıldız başörtülü olduğu gerekçesiyle yayına alınmadı.
Programın başlamasına dakikalar kala kendisini yayına alamayacakları bilgisi verildi. Merak ve ısrarını kararlılıkla sürdüren Yıldız'a, ilerleyen dakikalarda başörtülü olduğu için programa alınmadığı bilgisi verildi. TRT bir iftar programında başörtülü bir yazarı davet edebiliyorken normal yayın akışında başörtüsünden dolayı Zeynep Yıldız'ı yayına kabul etmemesi acaba hangi zihniyetin eseridir?
Maalesef başörtüsü sorunu üniversite kayıtlarının başladığı bugünlerde yoğunlaşarak devam ediyor. Yasakçı üniversite yönetimlerinin dayatması olan başı ve boynu açık fotoğraf talebi ilkel ve kabul edilemez bir uygulamadır. Görece özgürlük alanlarının açılmaya, militarizmin ve yargı vesayetinin geriletilmeye çalışıldığı ve toplumun bu konuları tartıştığı bir süreçte, bazı üniversite yönetimlerinin yasakçı tavırlarını devam ettirmeye çalışması, kesinlikle kabul edilemez ve tavır alınması gereken bir haksızlıktır.
On yılı aşkın bir süredir uygulanan ve salt üniversiteler ile sınırlı kalmayan başörtüsü yasağı, inançlarımızı artık yaşamımızın her alanından mümkünse uzaklaştırmaya, değilse içeriğini sulandırmaya çalışan despotik bir uygulamaya dönüştü. Başörtülü gençleri 'ikna odaları'nda inançlarını yaşamaktan vazgeçirmeye çalışan zihniyet, asimetrik psikolojik savaş tekniklerini kullanarak yüz binlerce gence travmalar yaşattılar. Umutlar, idealler, özlemler, hedefler, emekler, fedakârlıklar İslami değerlere olan düşmanlıktan dolayı, kamusal yalanlarla yok sayıldı, hiç edildi.
Artık bu utanç derhal sona erdirilmelidir. Mağdur edilmiş gençlerin hakları vakit geçirmeden tazmin edilmeli, onlardan özür dilenmeli ve yasağı uygulayan ya da uygulatanlar da hesap vermelidirler!
Bu ülkede haksızlıklar karşısında seslerini yükseltmeye çalışanlar ise bir şekilde susturulmaya, sindirilmeye çalışılıyor. Bunun bir örneğini de geçen hafta yaşadık. Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı ve üyelerinin şikâyeti üzerine Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya'nın, Ergenekoncuların ve Balyozcuların tahliye edilmesini eleştiren 19 Haziran 2010 tarihli basın açıklamasına dava açtı. 5 Yargıtay üyesi ve bir hâkimin şikâyeti üzerine açılan 6 davada Rıdvan Kaya'nın, "Adli Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs", "Hakaret", "Kurul Halinde Çalışan Kamu Görevlilerine Görevlerinden Dolayı Hakaret" ve "Sesli Yazılı veya Görüntülü Bir İleti İle Hakaret" suçu işlediği iddia ediliyor.
Her fırsatta yargının kuşatılmak istendiğini, ellerinin kollarının bağlanmaya çalışıldığını iddia edenlerin icraatlarına baktığımızda net biçimde karşımıza keyfilik tablosu çıkmakta. Asla hesap vermeyen, çelişkili icraatlarını izah etme gereği bile duymayan ama toplumun tüm kesimlerini ve her kurumu kendi egemenliği altında tutma eğilimi taşıyan bir işleyiş görüyoruz. Akıl almaz işlem ve eylemlerinin dahi tartışılmasına, eleştirilmesine asla tahammülü olmayan bir ruh hali ile karşı karşıyayız.
Yaşasın başörtüsüne özgürlük"
Yaşasın düşünceye özgürlük"
Yaşasın tüm mazlum halklara özgürlük"
Mübarek Ramazan ayının son haftasına girdiğimiz bu günlerde, Allah(c.c)'dan bizlere mücadele azmi ve sabır ihsan etmesini bir kez daha niyaz ediyoruz. Adaletin ve barışın hakim olduğu, zulmün, kanın, gözyaşının ortadan kalktığı bir dünyanın kurulması için direnen tüm mazlumlar için tek sığınağımız olan Allah'c.c)'dan yardım diliyoruz. Tüm müslümanların mübarek Ramazan Bayramını bu temennilerle kutluyoruz.
Uluslararası yardımın yetersiz kaldığı Pakistan'da yaşanan sel felaketinin boyutları her geçen gün artıyor. Pakistan'da yaşanan sel felaketinden tahminen 14.5 milyon kişi etkilenmiş ve bu rakamın yaklaşık 6.5 milyonu acil yardıma muhtaç, yaşam mücadelesi vermektedir. Sel felaketinin beraberinde getirdiği; yiyecek, barınma, temiz içme suyu, alt yapı ve hijyen eksikliği ülkede giderek büyüyen bir sıkıntı haline gelmektedir. Bölgede baş gösteren salgın hastalıklardan korunmak için gereken ilaç ve tedaviye yönelik tıbbi malzeme eksikliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Bu konuda tüm halkımızı bir kez daha kardeş ülke Pakistan için yardımda bulunmaya çağırıyoruz. Yardımlarımızı düzenli bir şekilde sürdürmeye devam edelim.
Allah'a emanet olun.
Özgür-Der Antalya Temsilciliği adına Gülendam Pektaş
TOKAD ve Özgür Eğitim-Sen Tokat İl Temsilciliği, Tokat'ta eğitim öğretim faaliyetinde bulunan Gazi Osman Paşa Üniversitesini kayıtlarda uyguladığı başı açık fotoğraf dayatması nedeniyle protesto eden bir eylem gerçekleştirdi. Eylemin başında bir konuşma yapan Özgür Eğitim-Sen MYK üyesi Ahmet Örs, şehirlerinde bulunan üniversitenin halkın değerlerine karşı zalimce uygulamalar içinde olmasını kabul edilemez bulduklarını, yasaklar sürdükçe de meydanlarda yasağa ve yasakçılara direneceklerini, yaklaşan rektörlük seçimleri nedeniyle adaylıklarını açıklayan öğretim görevlilerinden de özgür bir üniversite sözü beklediklerini, aksi takdirde seçimlerin bir anlam ifade etmeyeceğini vurguladı.
Daha sonra üniversite öğrencisi Sedanur Tokel basın açıklamasını okudu. Tokel'in okuduğu basın açıklamasında başörtülü öğrencilerin ilköğretimden, liseden başlayıp üniversite kapılarına kadar uzanan başörtüsü yasağıyla karşı karşıya kalmalarının vahşi bir uygulama olduğu vurgulanırken şu ifadelere yer verildi:
"Tokat şehrimizde eğitim veren GOP Üniversitesi, fakülte bölümlerini kazanan adayların kayıt tarih ve şartlarını açıkladı. Kayıt şartlarının en dikkat çekici maddesi her zaman olduğu gibi yine başörtüsü yasağı ile ilgili olanı. Üniversite yönetimi hayatın her aşamasında yasak ile ayrımcılığa uğrayan başörtülü kızlarımızı yine yasakla karşılıyor, bir duvar gibi onların inançlarının karşısına dikiliyor!"
Rektörlük seçimlerinde aday olan öğretim görevlilerine de çağrı yapılan açıklamada adaylara şöyle seslenildi: "Evvela üniversitede uygulanan bu ağır insan hakları ihlaline rektör seçilmeniz durumunda son vereceğinizi deklare edin! Bu utançla üniversiteyi daha fazla baş başa bırakmayacağınızı ilan edin!
Başörtülü öğrencilerden ve ailelerinden şimdiye kadar yaşadıkları mağduriyet ve karşı karşıya kaldıkları zulümler için üniversite olarak özür dileyeceğinizi ifade edin! İnanın o zaman Tokat halkı ve üniversite öğrencileri sizi daha fazla benimseyecektir."
Basın açıklamasında ayrıca sendikalarla hükümet arasında imzalanan mutabakat metninde başörtüsü yasağı ve diğer hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalara ilişkin herhangi bir madde bulunmaması, "Hükümetle memur sendikaları arasında gerçekleştirilen toplu görüşmelerin kamu çalışanlarına farklı haklar getirdiği söylenen 58 maddelik uzlaşma metninde başörtüsü yasağı, farklı kimlik ve inançlara dair herhangi bir maddenin yer almaması düşündürücü ve son derece kaygı vericidir.
Yüz binlerce insanın temsil edildiği görüşmeleri yapan sendikaların insanların en temel haklarını müzakere dahi etmemesi haklar ve özgürlüklerin genişletilmesi mücadelesinde kabul edilebilir bir durum değildir." cümleleriyle eleştirildi.