Yeni Anayasa'da laiklik yer almasın
Sakarya'daki 302. hafta adalet ve özgürlük eyleminde "İnanç hürriyetlerini kısıtlayan sivil ve asker bürokratların, kendi dünya görüşlerini 'resmi devlet dini' gibi dayatmalarının meşrû bir gerekçesi yoktur." denilerek yeni anayasada laiklik kelimesine yer verilmemesi istendi
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu'nun her Cumartesi, Bulvar'da gerçekleştirdiği adalet ve özgürlük eyleminin 302.'sinde, basın açıklamasını platform adına Vahdet Vakfı Sakarya Temsilciliği yaptı. Açıklamada Makina Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi'nin Sakaryalı mühendislere başörtülü fotoğraf dolayısıyla sertifika vermemesi kınanırken "Türkiye'de hangi kanun başörtüsünü yasaklamaktadır? Kanunlara aykırı tüzük olabilir mi? Devlet memurlarına uygulanan kanunlara aykırı tüzük maddeleri, özel sektör çalışanlarına nasıl uygulanabilir?" denildi. Açıklamada "Önümüzdeki aylarda 'Sivil Anayasa' meselesi, Türkiye'nin siyasi gündemine damgasını vuracaktır. Bu süreçte en çok tartışılacak konuların başında; vatandaşların inanç özgürlüklerini kısıtlayan ve Türkiye'ye mahsus olduğu iddia edilen laiklik tatbikatı olacaktır... Sadece Müslümanların değil, Türkiye'de yaşayan gayr-i Müslim vatandaşların da 'inanç hürriyetlerini' kısıtlayan sivil ve asker bürokratların, kendi dünya görüşlerini 'resmi devlet dini' gibi dayatmalarının meşrû bir gerekçesi yoktur." denildi.
Din ve vicdan hürriyetleri esas alınsın
Vahdet Vakfı Sakarya Temsilciliği tarafından yapılan açıklamada "Hazırlanacak olan yeni sivil Anayasa'da; Lozan Antlaşması'nda kabul edilen "Millet Sistemi" esas alınmalı, Fransızca olan 'laiklik' kelimesine yer verilmemeli ve farklı inançlara sahip olan insanların 'din ve vicdan hürriyetleri' teminat altına alınmalıdır." denilerek şu ifadelere yer verildi: "Bilindiği gibi 1921 ve 1924 Anayasa'larında "Devletin dini, Din-i İslâm'dır" hükmüne yer verilmiş, gayr-i müslim olan vatandaşların 'inanç hürriyetleri' de teminat altına alınmıştır. Bazı politikacılar ve aydınlar, her fırsatta gündeme getirdikleri 'Kurucu İrade' kavramı ile 20 Ocak 1921 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa'yı kasdediyorlarsa, bu Anayasa'da 'Laiklik' gibi, keyfiyeti meçhul bir ideolojiye yer verilmemiştir. Eğer 1924 Anayasası'nı benimsediklerini ve bunu 'Kurucu İrade' kabul ettiklerini söylüyorlarsa, O Anayasa'da değiştirilemez tek maddenin, devlet şeklinin "Cumhuriyet" olduğu ifade edilmiş, lâiklik ideolojisine yer verilmemiştir. Bilindiği gibi lâiklik ideolojisi, CHP'nin 1937'de yaptığı kurultaydan sonra resmi mevzûata yerleştirilmiştir."
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU 302. BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları, hak ve özgürlükleri savunma konusunda hassasiyet gösteren ve desteklerini esirgemeyen sevgili dostlarımız! Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına hepinize hoş geldiniz diyor, selamlarımızı sunuyoruz.
İnanç özgürlüğü açısından geçtiğimiz haftanın önemli bir olayı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Makina Mühendisleri Odası Kocaeli Şubesi tarafından, sadece başörtüsüz fotoğraf vermedikleri gerekçesiyle hak ettikleri 'Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı' Sertifikalarını alamayan hanım mühendislerin durumudur. Bu hanım mühendisler devlet memurluğu görevinde çalışmadıkları ve sertifikalarını hak ettikleri halde kendilerinden başı açık fotoğraf istenmesinin ma'kul ve meşrû bir gerekçesi var mıdır? Türkiye'de hangi kanun başörtüsünü yasaklamaktadır? Kanunlara aykırı tüzük olabilir mi? Devlet memurlarına uygulanan kanunlara aykırı tüzük maddeleri, özel sektör çalışanlarına nasıl uygulanabilir? Bütün bu soruların makul herhangi bir cevabı yoktur ve yasak halen keyfi bir şekilde sürdürülmektedir.
12 Haziran 2011 Pazar günü yapılan genel seçimlerde; seçime giren bütün siyasi partiler milletin tercihlerini etkileyebilmek için, 'din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan bütün uygulamalara son vereceklerini' ifade etmişlerdir. Yürürlükte olan 'askeri darbe Anayasası'nın' gölgesinde yapılan genel seçimlerde, resmi ideolojiyi ve askeri vesayet rejimini savunan, insanların inanç özgürlüklerini sınırlandırmaya çalışan partilerin, seçmenlerden gerekli dersi aldıklarını söylemek mümkündür. Kamusal alan, hizmet alan veya hizmet veren gibi kavramların arkasına sığınan ve keyiflerini kanun haline getirmeye çalışan müstekbirlere, seçim sonuçlarını iyi tahlil etmelerini tavsiye ederiz.
Seçim kampanyası boyunca, bütün siyasi partiler 'Sivil Anayasa" vaadinde bulunmuşlardır. Önümüzdeki aylarda 'Sivil Anayasa' meselesi, Türkiye'nin siyasi gündemine damgasını vuracaktır. Bu süreçte en çok tartışılacak konuların başında; vatandaşların inanç özgürlüklerini kısıtlayan ve Türkiye'ye mahsus olduğu iddia edilen laiklik tatbikatı olacaktır.
Bilindiği gibi 1921 ve 1924 Anayasa'larında "Devletin dini, Din-i İslâm'dır" hükmüne yer verilmiş, gayr-i müslim olan vatandaşların 'inanç hürriyetleri' de teminat altına alınmıştır. Bazı politikacılar ve aydınlar, her fırsatta gündeme getirdikleri 'Kurucu İrade' kavramı ile 20 Ocak 1921 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa'yı kasdediyorlarsa, bu Anayasa'da 'Laiklik' gibi, keyfiyeti meçhul bir ideolojiye yer verilmemiştir. Eğer 1924 Anayasası'nı benimsediklerini ve bunu 'Kurucu İrade' kabul ettiklerini söylüyorlarsa, O Anayasa'da değiştirilemez tek maddenin, devlet şeklinin "Cumhuriyet" olduğu ifade edilmiş, lâiklik ideolojisine yer verilmemiştir.
Bilindiği gibi lâiklik ideolojisi, CHP'nin 1937'de yaptığı kurultaydan sonra resmi mevzûata yerleştirilmiştir. O tarihten sonra "devletin tüzel kişilik olduğu, dolayısıyla dininin olamayacağı" veya "laikliğin din ve vicdan hürriyetinin teminatı olacağı" gibi argümanlarla savunulan resmi ideoloji, 'devlet ile milleti' birbirine düşürmüştür. Tüzel kişilik teorisini savunan zinde güçlere şu suali sorabiliriz: 'Dini olmayan tüzel kişiliğin resmi ideolojisi ve dili olabilir mi?' Tek parti döneminde 'Türkçe Ezan-Türkçe İbadet' mecburiyeti gibi, insanların inanç hürriyetlerine zarar veren uygulamaların ön plâna çıkarıldığı malûmdur. Seçim kampanyası döneminde, Suruç ilçesinde okunan 'Kürtçe Ezana' tepki gösterenlerin, geçmişte yaşanan ''Türkçe Ezan-Türkçe İbadet' tatbikatını yeniden tahlil etmeleri gerekir. Yine aynı dönemde camilerin çeşitli bahanelerle kapatıldığını ve dini eğitimini laiklik adına yasaklandığını hatırlamalarında fayda vardır.
Son olarak yapılan ve adına 'Post-modern Darbe' denilen 28 Şubat Post-modern Darbe döneminde Kur'an Kursları Jandarma veya Terörle Mücadele birimlerince basılmış, mütedeyyin Müslümanlara terörist muamelesi yapılmıştır. Son yıllarda hukuki keyfiyete haiz olan 'Masumiyet Karinesi' deyimini dillerinden düşürmeyen sivil ve asker bürokratların, laiklik adına Türkiye'yi 'etnik ve dini kimliklerin çatıştığı' bir ülke haline getirdiklerini ve mütedeyyin Müslümanları keyiflerine göre suçladıklarını hatırlatmaları gerekir.
Hatta laikliğin tarifini Anayasa'ya koymaya teşebbüs ettiği gerekçesiyle Ak Parti, 'Laikliğe karşı eylemlerin odağı haline geldiği' gibi keyfiyeti meçhul bir suçlamayla kapatılmanın eşiğinden dönmüştür. Bu misalleri daha da çoğaltmak mümkündür.
Laiklik adına din görevlilerini 'devlet memuru', camileri ve mescidleri 'devlet dairesi' haline getiren zorbaların, her fırsatta "Devletin dini olmaz" sloganını kullanmalarının mantığı nedir?
Sadece Müslümanların değil, Türkiye'de yaşayan gayr-i Müslim vatandaşların da 'inanç hürriyetlerini' kısıtlayan sivil ve asker bürokratların, kendi dünya görüşlerini 'resmi devlet dini' gibi dayatmalarının meşrû bir gerekçesi yoktur.
Hazırlanacak olan yeni sivil Anayasa'da; Lozan Antlaşması'nda kabul edilen "Millet Sistemi" esas alınmalı, Fransızca olan 'laiklik' kelimesine yer verilmemeli ve farklı inançlara sahip olan insanların 'din ve vicdan hürriyetleri' teminat altına alınmalıdır.
Haftaya aynı yer ve aynı saatte buluşmak ümidiyle; basın açıklamamızı burada bitirirken hak ve özgürlüklerin özgürce kullanıldığı bir Türkiye ümidiyle platformumuz adına teşekkürlerimi sunarım.
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ
BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU adına
VAHDET VAKFI Sakarya Temsilciliği
Akyazı'da 229. hafta: Suriye'deki katliama, Hatip Dicle ve İhya-der kararlarına tepki
Sınır komşumuz olan Suriye'deki baas rejiminin zulmünden kaçan kardeşlerimizin trajedisi devam ediyorken, iç siyasi gündemimizdeki gelişmeler de ülkemizi yeni bir kaosun içine çekmeye çalışanların yeni oyunlar tezgahladığını göstermektedir.
Suriye'de zalim Esad rejimi tarafından evlerinden ve topraklarından kovulan mazlum Suriye halkına Türk hükümetinin sahip çıkması ve mülteci kamplarında misafir etmesi tüm dünyaya örnek olacak bir davranış olmuştur.
Böylece hem Esad rejimine karşı açık bir tavır alınmakta ve hem de mazlumlara tamamen insani-vicdani gerekçelerle kol kanat gerilmektedir. Dileğimiz Suriye'deki diktatörlüğün biran önce sona ermesi ve Suriye halkının özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Öte yandan YSK tarafından sivil siyasete müdahale kararının açıklanması ile birlikte genel seçimlerin meşruiyetine gölge düşürülmeye çalışılmaktadır. YSK tarafından oynanan bu tiyatro ne yazık ki halkın iradesine açık bir müdahale anlamına gelmektedir.
Yeni yasama döneminde YSK'nın yapısının bu tür müdahaleleri önleyecek biçimde yeniden yasal bir çerçeveyle ele alınması kaçınılmazdır. YSK kararına tepki gösteren bazı çevrelerin meclisi işlemez hale getirmeye çalışması veya şiddet çığırtkanlığı yapması da kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir.
Elazığ merkezli faaliyet yürüten İhya-Der mensuplarına karşı açılan davada dernek yöneticilerinin toplam 150 yıl hapis cezalarını yargıtay tarafından onaylanmasını tam bir hukuk komedisi olarak görüyor ve kınıyoruz. İhya-Der'in İsrail'in Gazze saldırısını protesto için gıyabi cenaze namazı organize edilmesi, Mekke'nin Fethi yıldönümünün kutlanması, Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, Kerbela faciasının anılması gibi etkinliklerini örgüt faaliyeti olarak değerlendiren mahkemenin hukuk mantığını kabul etmek mümkün değildir. İhya-Der mensubu kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve haklı mücadelelerini destekliyoruz.
Müslüman bir anne ve babanın çocuğuna dini bilgileri öğretmesi için yaş sınırı uygulanmasını kınıyoruz. Hükümet yetkililerinden biran önce böyle bir hatadan vazgeçmelerini bekliyoruz. Gerekli düzenlemelerin yapılarak insanların dini gereği olan inançlarını rahatça yaşayabileceği ve başörtüleriyle birlikte eğitim alacağı gerekli düzenlemeleri yapmalıdırlar.
Gelecek hafta cumartesi saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına
Mazlumder sözcüsü
İsmail KAHYA
Türkiye, önemli bir seçimden yeni çıktı. Seçilen milletvekilleri meclise kayıtlarını yaptırıyorlar. Pek çok araştırma şirketinin de ifade ettiği gibi AK Parti demokrasi tarihinin rekorunu kırarak üçüncü dönem için yeniden iktidara geldi. Bundan sonra artık hangi partinin kendi menfaati için değil Türkiye'nin geleceği için söz söyleyip çalışacağını göreceğiz.
Seçimden önce söylenen sözleri ve vaatleri bizim halkımız unutmuş gibi görünse de sandık önüne geldiğinde hepsini hatırlar. CHP ve MHP seçimden kendilerine gereken dersleri çıkartmaktan çok, karlı çıktıklarını, oy oranlarını yükselttiklerini söylüyorlar. Hala halkın iradesinin doğal sonucu olarak ortaya çıkan reel durumu anlamakta zorluk çekiyorlar. AK Parti sanılanın aksine kucaklayıcı bir siyasetle meclise giren her gruba, ticaret, siyaset ve basın dünyasına adeta barış çubuğu uzatıyor. Bu ülkemiz için umut veren bir kazanım olacaktır.
Fakat halkın oylarıyla meclise girmeye hak kazanan, hangi görüşten olursa olsun milletvekili olanların yasalara takılarak bundan men edilmeleri ülkeyi kaosa, kargaşaya sürüklemekten başka işe yaramayacaktır. Neresinden tutarsanız tutun dökülen bu Anayasanın bir an önce değiştirilmesi gerekmekte ve birçok defa içinden çıkılmaz karışıklıklara sebep olan durumlara yeniden yol açmamak için biran önce gerekli adımlar atılmalıdır.
Artık kolların sıvanıp yeni Anayasa için çalışma ve uzlaşma vaktidir. Sadece mecliste uzlaşma değil istediğimiz. STK'larla, toplumun her kesimiyle, kanaat önderleriyle de uzlaşarak fikir alışverişi yapılarak, Anayasa maddelerinin oluşturulması gerektiğine inanıyoruz. Bu konuda hiçbir siyasi partinin mazeret öne sürmesi kabul edilemez.
Toplumun geleceği için herkes elini taşın altına koymalı ve bir daha darbe heveslilerin eline koz verilmemeli, darbe anayasaları tarihe gömülmelidir.
Öte yandan, kadın cinayetleri Türkiye gündeminden bir türlü düşmüyor. Öldürülen kadınların çoğu boşanmak istediği, şiddet görmekten bıkıp itiraz ettiği için öldürülüyor. Her şeyin ve herkesin kendi malı olduğuna inanan bazı çarpık zihniyetli erkeklerin elinin altından, kendi nüfuz alanından çıkmak isteyen, şiddet ve tahakkümünden bıkıp usanan kadını onu öldürerek engelliyor.
Töre ve namus cinayetlerine kurban giden kadınları, Çiğdem Tekin gibi daha küçük yaşta evlendirilip, gelin kimliği alan kız çocuklarını; kocaları, kayınpederleri, babaları, ağabeyleri hangi vicdana sığınarak hayat haklarını ellerinden alabiliyorlar?
Kadına ayrımcılık doğusuyla batısıyla ülkemizin en acı gerçeklerinden. Geçtiğimiz seçim döneminde İzmir'de yaşanan son başörtüsü krizi artık sokakta da rahat yaşam yok dedirten bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Başörtüsü nedeniyle daha önce 3 kez saldırıya uğrayan Tuğçe Sökmen son olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun konvoyunda bulunan partililerin sözlü tacizlerine uğrayınca İzmir'i terk etme kararı aldı.
Birileri kendilerini ülkenin tek sahibi olarak görmeye devam ediyor. Bu anlayışı, şiddetle kınıyor, her ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin kişilerin giyim ve hayat tarzları bahane edilerek bu şekilde taciz edilip, mahalle baskısı uygulanmasını şiddetle kınıyoruz. Darbe zihniyetlerini, korku ve sindirme politikalarını nasıl tarihin çöplüğüne gömmek istiyorsak; artık bu çağdışı zihniyetleri de bir daha geri gelmemek üzere gömmeliyiz.
Arap baharı denilen özgürlük ve demokrasi istekleri, yazık ki; Arap toplumu için kâbusa dönüştü. Düştükleri bataklıktan çıkmak için debelenen liderler her defasında halkına zulüm uygulamakta; kadın, çocuk demeden halkın üzerine ateş açarak katliam yapmaktalar.
Hatay, Suriye'den kaçan masum insanlara sığınma kapısı oldu. Esad'ın sözüne inanarak geri dönenleri tanklar ve askerler karşılıyor ne yazık ki. 30 -40 yıl hiçbir reform yapmadan halkı uyutan bu liderlerden bu gün reform beklemek saflık olacaktır. Bizler her zaman dini, ırkı ne olursa olsun mazlumdan yana olduk. Bugün de Suriyeli kardeşlerimizin yanındayız. Sonuna kadar bu haklı direnişlerini destekliyoruz.
Sorunların değil umutların konuşulduğu bir haftada buluşmak dileğiyle.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına İLKDER
(İlke İlim Kültür ve Dayanışma Derneği)
Açıklamanın tam metni:
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla
Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur. (İsra Suresi 1. Ayet)
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
Dünya, kendi tarihinden bağımsız dönmüyor. Tarih de peygamberlerin ayak izleri ile şekilleniyor. Dînî, sosyal, siyasal ve kültürel olaylar peygamberlerin misyon ve vizyonları etrafında gelişiyor. Medeniyetler onların getirdikleriyle belirginleşiyor; dünyamızın bayındırlığı onlarla kaim oluyor.
İbrahimî imamet, İbrahim (a.s)'ın soyu ve yolu üzerinden devam ederken İshak (a.s)'ın çocukları olan İsrailoğulları, kadim dönemlerde insanlığa rehberlik ettiler. Onlara bayındırlık ve medeniyet öğrettiler, yeryüzü ıslahının öncüleri oldular. Uzun yıllar alemlere üstün kılınan İsrailoğulları, inançlarını bozup kitaplarını tahrif edince Allah onların bu imamet vazifesine son verdi.
İbrahim (a.s)'ın öteki oğlu İsmail de bu rehberliğin varislerindendi. Onun yolunu ve misyonunu Araplar da tahrif edip terk edince yeryüzü cahiliyyenin en karanlık dönemlerini yaşadı. Bu iki yüce peygamberin babaları İbrahim önderliğinde her ikisi de birer mabed inşa ettiler. İsmail ve İbrahim (as)'ların eliyle inşa edilen Kâbe bu rehberliğin merkezi iken, İshak ve İbrahim (as)'ların eliyle inşa edilen Mescid-i Aksa da bu rehberliğin bir başka merkezi oldu. İbrahimî rehberlik Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa ile iki ayrı kolda sembolleşti.
Allah Muhammed (as)'ı peygamber gönderince bu imamet onun elinde birleşti cem oldu. Çünkü o, son peygamber, son nebidir. O, İsra ve Miraç hadisesi ile İsmail ve İshak'ın imametini kendi şahsında cem etti. İsra, İbrahimî imametin Muhammed (as)da birleşmesidir.
Tarih bu misyon ve vizyonun sahipleri ve buna muhalefet edip bu hakkı gasp etmek isteyenlerin çatışmasından ibarettir. Bugün de bu çatışma devam etmektedir.
Biz tarafımızı belirledik;
Muhammed (as)'ın olduğu taraftayız.
Biz Mescid-i Aksa'nın gerçek sahiplerinin ve onun hakiki misyonunun yanındayız.
Kâbe ile Mescid-i Aksa'nın ilahi vahdetinin ve evrensel birlikteliğinin yanındayız. Bunu bölmek ve parçalamak isteyenlere hiçbir suretle müsaade etmeyeceğiz! Muhammed (a.s)'ın miracı İbrahimî imametin maksadına yöneliktir.
Miraca giden yol Aksa'dan geçer. İsra karanlığı bitirmek için aydınlığa Miracın başlangıcıdır. İsra'nın mekanı, Kudüs'ün özgürlüğü, Mescid-i Haram'ın kıyam merkezi olmasını garanti altına alır. İsra, Aksa'yı kuşanarak evrensel imamete yürümektir.
Müslümanların ilk kıblesi, İbrahimî imametin ikinci merkezi Süleyman (as)'ın saltanat yurdu, İsa (as)'ın peygamberlik makamı Kudüs-ü Şerif bugün işgal altındadır. Kudüs'ü gündem etmeyen her miraç programı maksadından ve hedefinden uzaklaşmış programlar olacaktır.
Kudüs hiçbir suretle pazarlık konusu edilemez. Çevresi de mübarek kılındığı için, çevresi de pazarlık konusu edilemez ve Kudüs Mescid-i Aksa'dan, çevresi Kudüs'ten ayrı düşünülemez. Ve müslümanların mücadelesinin merkezinde özgür bir Kudüs vardır. Ve çabalarımız ''Kudüs Özgür Olsun Diye''dir.
Yürüyüşümüz İsra, namazımız Miraç, zekatımız arınma, oruçlarımız kalkan, rehberimiz Kur'an, imamımız Muhammed (a.s), ölümümüz şehadet, mekanımız cennet olsun.
Dünyanın darüsselam Kudüs'ün özgür olduğu günlerde buluşmak üzere hepinizi 199. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
25 / 06 / 2011