Konya İnanç Özgürlükleri Platformu 223. Hafta Basın Açıklamasını okuyan Kerim GÖVEZ, açıklamasına Yunus Suresi 24 ve 25. ayetleri okuyarak başladı. Amerika'nın Irak'tan çekilme se suriye olaylarının kızıştığı şu günlerde Türkiye-Amerika dgörüşmelerinin sıklaşmasını ele aldı.
''Irak işgalini resmen bitirmiş Amerika. Yani şimdi Irak'ta demokrasi, Irak'ta özgürlük, Irak'ta barış ve mutluluk var? Kim inanır? Kim bunun böyle olduğunu söyleyebilir. Kargalar için mizah yapmak AmeriKAN emperyalizminin bir uygulaması olsa gerek.'' diye konuşan Gövez, 224. haftada saat 12:30 da Konya Kayalıpark Meydanında buluşma dilekleriyle açıklamasına son verdi.
BASIN AÇIKLAMASI METNİ
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiç bir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. Allah selam yurduna (cennete) çağırıyor ve dilediğine de bir doğru yola hidayet buyuruyor. (Yunus Suresi 24 25. Ayetler)
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
Bir varmış bir yokmuş" Bir gelmiş bir gitmiş" Fakat değişen hiçbir şey olmamış. Geliş gidişler sırasında yapılan katliamları, işkenceleri, Ebu Gureybleri, Felluceleri saymazsak"
Saddam'ın diktatörlüğüne son vermek için geldiler. Irak halkına, demokrasi, özgürlük ve mutluluk getireceklerdi. Gördük ki demokrasi Ebu Gureyb'de, özgürlük Felluce'de, Mutluluk ise katliamlardaymış. AmeriKAN emperyalizmi literatürü de değiştirdi.
Irak işgalini resmen bitirmiş Amerika. Yani şimdi Irak'ta demokrasi, Irak'ta özgürlük, Irak'ta barış ve mutluluk var? Kim inanır? Kim bunun böyle olduğunu söyleyebilir. Kargalar için mizah yapmak AmeriKAN emperyalizminin bir uygulaması olsa gerek.
Şimdi üzülecek yerli işbirlikçilerimiz. Ne güzel de komşu oluvermiştik Amerika'ya. Artık Amerika okyanusun ötesinde değildi. Dibimizde yanı başımızdaydı. E ne olacak şimdi? Böyle bir komşudan mahrum olmak hakikaten üzülünecek bir durum değil mi? (!)
Üzülmesinler, Amerika öyle girdiği yerden hemencecik çıkıvermez. Üsleriyle, dostlarıyla, uçaklarıyla, uşaklarıyla, yoldaşları, yandaşlarıyla çok daha uzun süre kalmak isteyecektir orada.
Son günlerde Amerika Irak'tan askerlerini çekiyor olsa da bakanlarıyla, bürokratlarıyla, yetkilileriyle ülkemize post seriyorlar herhalde. Biri gidiyor, biri geliyor. Bir bakıyorsun Amerika'nın dışişleri bakanı ülkemizde bir bakıyorsun Cumhurbaşkanı Amerika'da. Sonra Başkan yardımcısı, dışişleri bakanı, CIA yetkilileri otağ kurmuşlar ülkemizde. Görüş alışverişinde bulunuyorlar. Böyle de olmaz ki canım. Şu ekonomik krizde ta okyanus ötesinden git gel.
Bu kadar müdahil olacaklarsa ''Tam Bağımsız Türkiye''ye şudur teklifimiz, Amerikalı bakanlar, Türkiye'nin kurulu toplantılarına da katılsınlar. Her ne kadar Amerikan seçimlerinde oy kullanmasak da görüntü o ki onlar da bu ülkenin bakanı gibiler. Bu kadar sık gidiş gelişlerle bizden biri sayılırlar artık (!) Adlarını, unvanlarını, yerli bakanların çoğundan daha çok duyar olduk öyle değil mi?
Başbakan, ordu yetkililerini toplamış, savaşa hazır olmaları için talimat vermiş. Herhalde sefer Suriye'ye" Bu kadar gidiş gelişler boşa olacak değil ya. Fakat merak ettiğimiz şudur? Amerikan ordusu Irak'tan çekilince boş mu yatacak? Amerikan ordusu yan gelip yatma yeri mi? Ne diye şimdi bir taşeron kullanma ihtiyacı hissediyorlar. Yoksa yine bir koyup üç alma sevdalarına mı düştük. Bir koyup üç alma sevdalarının sonunda ne aldığını kamuoyu çok iyi bilmektedir.
Bizce de Suriye işgal edilmeli, Irak'a götürülenler aynıyla Suriye'ye de götürülmeli. (!) Nesi eksik Suriye'nin? Zaten işbirlikçiler de yalvar yakar değiller mi? Gizli işbirlikçiler ya da gafletleri samimiyetlerinin önüne geçmiş olanlar da NATO'nun müdahalesini değişik şekillerde ifade etmiyorlar mı? Ortam olgunlaşmışken, Amerikan askerleri de Irak'tan çekilip boş kalmışken şimdi değil de ne zaman? Tam sırası işgalin"
Kavramların tahrif edilmediği, zulmün barış ve özgürlük adıyla sunulmadığı, tevhid ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 224. Hafta'da aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
22 Muharrem 1433
(17 Aralık 2011)
Sakarya Adalet Girişimi 327. hafta basın açıklamasında başörtüsü yasağının sürdüğü ve Van depreminin yaralarının sarılamadığı belirtilirken, Suriye halkının canı üzerinden yapılan emperyalist müdahale sürecinde Türkiye'nin rolü olmaması gerektiği ifade edildi
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, 327. hafta basın açıklamasında "Günübirlik protestolar, içi boş söylemler, ihsan edilen özgürlükler için değil mücadeleyle alınacak sahici kazanımlar için buradayız." derken, platform adına açıklamayı okuyan Sakarya Dayanışma Derneği sözcüsü Kadrican Mendi "Van'ı unutmamaya ve unutturmamaya devam edeceğiz... Çocuklar çadırlarda yanarak ölürken, karamsarlığın ve umutsuzluğun had safhada olduğu Van halkının acılarına kayıtsız kalan ve depremi fırsatçılığa çeviren her türlü politikayı kınıyor, Van halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz." denildi. Başörtüsü yasağının bitmediğini vurgulayan Mendi, "İlk ve ortaöğretimde, kamu kurum ve kuruluşlarında yasak aynı şekilde uygulanıyor. Şehrimizde herhangi bir lisenin önüne gidin, her gün kaç öğrencinin ya da öğretmenin hakkı gasp ediliyor, kendi gözlerinizle görebilirsiniz! İstanbul Barosu'nun başörtüsünü "mesleğe yaraşır" bulmayarak stajyer avukatlara yasak uygulaması sorunun bitmediğine dair başka bir somut bir örnek olmuştur. Yine başta Ege Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitede hâlâ başörtülü öğrencilere hakaret eden, onları notla korkutmaya çalışan öğretim görevlileri vardır." dedi.
Suriye'de işgale hayır!
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, 327. hafta basın açıklamasında gündeme getirilen diğer bir sorun Suriye oldu. Mendi, konuyla ilgili "YAŞ sonunda yapılan açıklamadaki "harbe hazırlık durumu" vurgusundan da anlaşıldığı üzere Türkiye, emperyalist cephenin neferi olarak Suriye'de ateşe doğru koşmaktadır. Masum ve mazlum Suriye halkının özgürlük taleplerini fırsat bilerek devreye giren ABD, Türkiye'yi koçbaşı gibi kullanmak istemektedir. Afganistan, Irak ve Libya'dan sonra şimdi de Suriye'de büyük şeytan kapıdadır. Baas rejiminin deliğine çomak sokarak savunmasız halkın kanına girenler, emperyalist müdahale için adeta gün saymaktalar. Bunun anlamı daha çok ölüm, daha çok acı, daha çok gözyaşı demektir. Ve ne yazık ki ülkemizdeki siyasal iktidar, sorunu çözmek yerine en başından beri sorunun parçası olmuştur" Açıkça belirtmek isteriz ki, biz bölgedeki halkların kendi despotlarından kurtuluş mücadelesinin yanında duruyoruz. Fakat kurtuluşun NATO konseptinde, emperyalist müdahalede arandığı hiçbir anlayışı da kesinlikle kabul etmiyoruz. Emperyalist işgal, Siyonist işgal ve işbirlikçi rejimler mevcudiyetini koruduğu sürece bu bölgede adil ve özgür bir gelecek mümkün değildir. Bu sebeple başta Suriye halkı olmak üzere tüm halklara karşı sorumluluğumuz, öncelikle kendi siyasal düzenimizin ABD-NATO ekseninden çıkarılması için mücadele etmektir." dedi.
BASIN AÇIKLAMASI METNİ
EMPERYALİST İŞGAL SÜRECİNDE ROL ALMAYACAĞIZ!
Değerli basın mensupları, duyarlı Sakarya halkı;
Her türlü zulme ve zorbalığa karşı yürüttüğümüz mücadelemizde bir haftayı daha geride bırakıyoruz. Günübirlik protestolar, içi boş söylemler, ihsan edilen özgürlükler için değil mücadeleyle alınacak sahici kazanımlar için buradayız. Ve önümüzde yine yoğun bir gündem var.
Öncelikle Van'ı unutmamaya ve unutturmamaya devam edeceğiz. Depremin üzerinden geçen haftalara rağmen, yaraların sarılamaması, şehrin siyasi kaygılardan ötürü afet bölgesi ilan edilmeyerek adeta cezalandırılmasını kabullenmemiz mümkün değil. Yüz binlerce insanı mağdur eden bu felaket karşısında Van'ı hayalet şehre çeviren, maalesef depremden ziyade sonrasında izlenen politika olmuştur. Devletin sorunlu bölgeyi insandan arındırma şeklindeki kadim siyaseti zoraki sürgüne dönüşmektedir. Çocuklar çadırlarda yanarak ölürken, karamsarlığın ve umutsuzluğun had safhada olduğu Van halkının acılarına kayıtsız kalan ve depremi fırsatçılığa çeviren her türlü politikayı kınıyor, Van halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz.
Duyarlı Sakarya halkı,
Türkî Cumhuriyetlere yasakçılıkta model olan ülkemizde başörtüsü yasağı, tüm aksi iddialara rağmen, inatla sürdürülüyor. İlk ve ortaöğretimde, kamu kurum ve kuruluşlarında yasak aynı şekilde uygulanıyor. Şehrimizde herhangi bir lisenin önüne gidin, her gün kaç öğrencinin ya da öğretmenin hakkı gasp ediliyor, kendi gözlerinizle görebilirsiniz!
İstanbul Barosu'nun başörtüsünü "mesleğe yaraşır" bulmayarak stajyer avukatlara yasak uygulaması sorunun bitmediğine dair başka bir somut bir örnek olmuştur. Yine başta Ege Üniversitesi olmak üzere birçok üniversitede hâlâ başörtülü öğrencilere hakaret eden, onları notla korkutmaya çalışan öğretim görevlileri vardır.
Üniversite öğrencilerine çağrımız; yasakçılığa karşı çözüm için YÖK gibi 12 Eylül artığı kurumlardan meded beklemek yerine hak ve özgürlüklerinizi açıkça savunmanızdır. Tepeden inme çözümlere sığınmayıp, birlikte hareket ederek haklarınızı aramanızdır. Aksi takdirde, bir ideolojik aygıt olan YÖK orada durdukça, bugün size yukarıdan bir yazıyla açılan kapılar, yarın yine karşı bir yazıyla aynı şekilde kapanabilir!
Değerli Sakarya halkı,
Yüksek Askeri Şura sonunda yapılan açıklamadaki "harbe hazırlık durumu" vurgusundan da anlaşıldığı üzere Türkiye, emperyalist cephenin neferi olarak Suriye'de ateşe doğru koşmaktadır. Masum ve mazlum Suriye halkının özgürlük taleplerini fırsat bilerek devreye giren ABD, Türkiye'yi koçbaşı gibi kullanmak istemektedir. Afganistan, Irak ve Libya'dan sonra şimdi de Suriye'de büyük şeytan kapıdadır. Baas rejiminin deliğine çomak sokarak savunmasız halkın kanına girenler, emperyalist müdahale için adeta gün saymaktalar. Bunun anlamı daha çok ölüm, daha çok acı, daha çok gözyaşı demektir. Ve ne yazık ki ülkemizdeki siyasal iktidar, sorunu çözmek yerine en başından beri sorunun parçası olmuştur.
Masum insanların hayatını ileri sürerek kurtarıcı rolüne soyunanların nasıl bir işbirlikçilik içinde hareket ettiğini görmezden gelemeyiz: NATO'nun ümmeti tehdit eden füzelerini koruyacak radar sistemine ev sahipliğini kabul etmiş bir iktidarın, bölge halklarının esenliğini düşündüğüne kim inanır? İncirlik'te ve Malatya'da Amerikan güçlerine topraklarını açmış bir ülkenin bölge ülkelerinin dostu olduğuna kim ikna olur?
Kendi ülkesindeki halkların en temel haklarına sırtını çevirmiş, siyasal taleplerine şiddetle cevap vermeyi tercih etmiş bir düzenin, komşularına ne yararı dokunur? Siyasi tutuklular listesi hızla kabaranların, kendi muhaliflerini siyasi davalarla baskı altına alanların, başkasına verdiği akla kim inanır?
Açıkça belirtmek isteriz ki, biz bölgedeki halkların kendi despotlarından kurtuluş mücadelesinin yanında duruyoruz. Fakat kurtuluşun NATO konseptinde, emperyalist müdahalede arandığı hiçbir anlayışı da kesinlikle kabul etmiyoruz.
Bölgede emperyalist cepheye karşı direniş eksenine zarar verecek tüm girişimlerin ve pazarlıkların sonuna kadar karşısındayız. Masum insanların kanı üzerinden kurulmak istenen tuzaklara karşı gözümüz bağlı hareket edemeyiz.
Emperyalist işgal, Siyonist işgal ve işbirlikçi rejimler mevcudiyetini koruduğu sürece bu bölgede adil ve özgür bir gelecek mümkün değildir. Bu sebeple başta Suriye halkı olmak üzere tüm halklara karşı sorumluluğumuz, öncelikle kendi siyasal düzenimizin ABD-NATO ekseninden çıkarılması için mücadele etmektir. Kendi topraklarımızı özgürleştirmeden, ne Şam'ın ne Bağdat'ın ne de Kudüs'ün özgürlüğüne katkımız olabilir.
Kendi ülkesinin sorunlarıyla dürüstçe yüzleşmeyen, hiçbir insiyatif sahici ve ilkeli bir siyaset üretemez.
Sakarya Adalet Girişimi olarak bizler elini taşın altına koyanlar, doğru bildiklerimizi, komşunun evinde değil kendi evimizde gerçekleştirmenin mücadelesini sürdürmeye, her şart altında bağımsız bir İslami siyasetin koşullarını oluşturma gayretine, emperyalist işgallere, kapitalist kuşatmalara ve yerel diktatörlüklere karşı tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesindeki çizgimizi korumaya devam edeceğiz!
Kahrolsun Amerika!
Yaşasın Halkların Kardeşliği
Yaşasın küresel intifada!
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU
Adına Sakarya Dayanışma Derneği
Geçtiğimiz günlerde YÖK tarafından üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan katsayı uygulamasının kaldırıldığı açıklandı. Böylece 28 Şubat'ın zulümlerinden birisi daha yürürlükten kalkmış oldu. Sınavda aynı sorular sorulmasına rağmen, az doğru cevaba; katsayı, okul başarı puanı gibi bahanelerle çok puan verilmesi, çok doğru cevaba da aynı bahanelerle daha az puan verilmesi kepazeliği de tarihe karışmış oldu.Sadece İmam Hatip Lisesi mezunları da üniversiteye girecek diyerek eski yanlış uygulamayı savunanların bulunmasını ise kınıyoruz.
28 Şubat'ın bir diğer zulmü olan "İlköğretimde kesintisiz sekiz yıl" uygulaması ise halen devam etmektedir. 25 Şubat'ta sadece İmam Hatip Liseleri'nin orta kısmını kapatarak üniversiteye girişlerini engellemek için icat edilen ve İmam Hatipler ile birlikte meslek okullarını da mahkum eden bu uygulamayla, öğrenciler zorla düz liselere yönlendirilmiştir. Böylece elinde hiçbir mesleği olmayan, üniversiteye girmek için yıllarca dershanelerde emek, zaman ve para harcayan milyonlarca gencin hayatları karartılmıştır. Oysa gelişmiş ülkelerde öğrenciler daha ilkokuldan itibaren yetenek ve isteklerine göre meslek eğitimine yöneltilmektedir. Böylece üniversiteler önündeki yığılma önlenerek gençlere hayatlarını kazanabilecekleri meslekler zamanında kazandırılmış olmaktadır. Bu sayede emek, zaman ve para israfı önlendiği gibi kalifiye eleman sıkıntısı çekilmeden sanayinin iş gücü ihtiyacı karşılanmaktadır. Türkiye'de ise üniversiteye girememiş milyonlarca genç işsiz atıl vaziyette dururken, sanayiciler ve iş verenler meslek sahibi eleman bulamamaktadır. Sadece İmam Hatip Lisesi düşmanlığı yüzünden bu kadar gence ve memlekete bu zararları verenlerin ne zaman yargılanarak hesap vereceklerini ve 28 Şubat ürünü "kesintisiz sekiz yıl" zulmünün ne zaman sona ereceğini merakla bekliyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda Dersim Olayları sebebiyle Başbakan Erdoğan özür dilemişti. İzmir'de karakolda dayak yiyen kadın görüntüleri üzerine İzmir Valisi de özür diledi. Bunun üzerine Bakan Fatma Şahin "Devlet özür dilemesini öğrendi" demiş. Oysa yurdumuzda özür dilenmesi gereken öyle olaylar yaşanmıştır ki! Hangisini sayalım?
İskilip'li Atıf Hoca şapka kanunu çıkmadan iki yıl önce yazdığı Firenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabı yüzünden idam edilmiştir. İdamdan sonra İstiklal Mahkemesi Hakimi Kılıç Ali, Merhumun cesedine şapka giydirerek içindeki kini böyle dışarı vurmuştur.
Erzincan'ın Muşakkak Köyü'nden İbrahim Efendi İstiklal Mahkemesi'nce gıyabında idama mahkum edilir. İnfaz için İbrahim Efendi yakalanmak üzere köye gidildiğinde İbrahim Efendi'nin bir gün önce öldüğü öğrenilir. Ancak yine de kabir açılır taze ceset darağacında idam edilir.
Bir gurup esrarkeş Menemen'de camideki Kelime-i Tevhid bayrağını açarak "Şeriat isteriz" diye mümayiş yapar. Karakol komutanı Kubilay ve askerleri mermisiz olarak olay yerine gelirler. Esrarkeşler Kubilay'ın başını keserler. Olay bastırıldığında Derviş Mehmet götürülürken "hani bizi serbest bırakacaktınız, para verecektiniz?" diye feryat eder. Yurdun dört bir yanında toplanan mazlum, ilim ehli 28 alim Menemen'deki düzmece bu olay bahanesiyle idam edilir. Hatta İzmir'e gelemeyecek kadar hasta ve yaşlı olan Erbil'li Esat Efendi Bursa'daki otelde zehirlenerek öldürülür.
Bunun gibi nice dramların yaşanmasına sebep olan İstiklal Mahkemeleri'nde 55 000 kişi yargılanmış, 1350 kişi derhal idam edilmiştir. İşin ilginç yanı bu mahkemelerde kanuna göre yargılama yapılmaz, mahkeme kararları kanun yerine geçerdi. Avukatı, temyizi, kanunu olmayan bu mahkeme kararlarından meşhur bir örnek: "Sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine" İstiklal Mahkemeleri zabıtlarının bir an önce açıklanarak, devletin gerçek mazlumlardan özür dilemesini bekliyoruz.
Bütün insanların can, mal, akıl, nesil ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünya özlemiyle, katılımlarınız için hepinize teşekkür ederiz. Haftaya aynı yer ve saatte buluşmak ümidiyle"
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
İsmail AYDAR
VAHDET VAKFI
Ülkemizin yeni ve sivil bir anayasaya olan ihtiyacını karşılamak üzere mecliste yürütülen çalışmalara sivil toplum örgütlerinin katılmasını önemsiyoruz. Bu çerçevede halkımızın inanç ve kültür değerlerini önemseyen, temel hak ve özgürlükleri esas alan ve insan eksenli bir anayasanın hazırlanmasını istiyoruz. Darbe dönemi ürünü olan ve halkımızın inanç özgürlüğü başta olmak üzere temel haklarını sınırlayan anayasaların ülkemize ve toplumumuza bir şey kazandırmadığını görmekteyiz. Yeni anayasanın bu yüzden halkın taleplerini kapsayacak bir özellik taşıması gerektiğine inanıyoruz.
Hukukun iki yüzlüğü hafta içi İstanbul barosunda yaşandı. Başörtülü Stajyer avukat olan Kübra ENGİN ve Merve AKBIYIK stajyer ilgilendirme toplantısına alınmadılar. Barodan yapılan açıklamada başörtüsü yasağının yönetim tarafından uygulandığı eğitmen tarafından bildirildi. Her zaman eşitlikten ve haktan bahseden sözüm ona baro yetkililerine sesleniyoruz. Bu uygulamış olduğunuz zulümden bir gün sizde pişman olacaksınız. Sizlerin yasakları varsa Rabbimizin de sizler için bir hesabı vardır. Sizleri kınıyoruz. Yeni yapılacak anayasada örümcekleşmiş olan yasaklar kalkacaktır inşallah.
Ülkemizdeki gündemin dışında bölgemizdeki gelişmelere değinecek olursak, Suriye'deki Esad rejiminin katliamları devam etmekte ve masum halka karşı ağır silahlar kullanılmaktadır. Yaşanan olaylar maalesef kardeş Suriye halkının bir iç savaş riskiyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Bizler olayların en başından beri zalim Esad rejimine asla güvenilemeyeceğini ve dökülen kanın Müslüman kanı olduğunu, bu cinayetlerin biran önce durması gerektiğini hep söyledik, yine söylüyoruz.
Esad rejimi yıkılmadan Müslüman Suriye halkına rahat yüzü görünmemektedir. Ancak Esad'ın gitmesi ile ilgili planların batılı güçler tarafından değil Suriye halkının kendi iradesi ile gerçekleşmesi gerekir. Aksi takdirde yanı başımızda ikinci bir Irak trajedisinin yaşanması mümkündür.
Irak'ı işgal eden, ülkeyi yakıp yıkan ve bir milyondan fazla ıraklı kardeşimizi katleden ABD askerleri nihayet Iraktan tamamen çekildiler. Ancak geride çok büyük bir yıkım ve insani felaket bıraktılar. Sözüm ona Irak'a demokrasi getireceklerini iddia eden emperyalist katiller kan dökerek katliam yaparak kendi demokrasilerini göstermiş oldular.
Ümmetin kanayan yarası olan ıraktaki işgalin sona ermesiyle inşallah bundan sonra ırak halkı kendi iradeleriyle kardeş kavgasına son verecekler ve yeniden ayağa kalkacaklardır. Rabbimiz zalim emperyalist güçlere bir daha böyle bir fırsat vermesin, ümmetimizi yeni katliamlardan muhafaza eylesin.
Gelecek hafta cumartesi saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına
Mazlumder Akyazı Şube Bşk.
Mahmut ALEMDAR
Değerli basın mensupları ve değerli katılımcılar 305. Hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, devletler; bireylere tanınan hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması gerçeğinde birleşerek 10 Aralık 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni yayınladılar. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden birisi olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni ilk onaylayan ülkeler arasında yer almış ve insan hakları konusundaki önemli sözleşmelerin büyük bölümüne taraf olmuştur
Devletler böyle bir bildirgeye imza atmış olmalarına rağmen, maddelerinin ne kadar pratiğe dönüştürüldüğü hepimizin malumudur. Dünyanın dört bir yanına baktığımızda her yerde bizzat devlet eliyle yapılan insan hakları ihlalleriyle karşılaşıyoruz. Emperyalist güçler dünyanın kaynaklarını tarihte olduğu gibi günümüzde de çeşitli bahaneler uydurarak sömürmeye devam etmekteler. Bunun en bariz örneklerini Afrika ülkelerinde görmekteyiz.
Sömürge döneminin bitmediğini sadece şekil değiştirdiğini bizlere gösteren Afrika'dır. Yer altı kaynaklarını sömürebilmek için sömürgeci emperyalist güçlerin yıllardır üzerinde adeta satranç oynadığı Afrika. Kabile ve etnik köken savaşları kışkırtılmış, müdahaleler sonrasında çekilen askeri güçlerin yerini uluslar arası şirketler almış; emperyalist devletler ile yapılan bağımsızlık antlaşmalarına eklenen maddeler ile yönetimlerin elleri kolları bağlanmıştır.
Belli başlı bölgelerde yıllardır süregelen silahlı çatışmalar, sivil ölümleri, soy kırımlar ve genel olarak yaşam hakkına yönelik ihlaller devam etmektedir. Silah ticareti, yer altı kaynaklarının sömürülmesine yönelik zihniyetin uzantısı mücadeleler, güç ilişkileri arasına sıkışmış bölge halkları ve yerel gruplar arsında yaşanan çatışmalar yaşam hakkına yönelik ihlallerin başlıca sebepleridir.
11 Eylül saldırısı insan hakları tarihi açısından da bir dönüm noktası olmuştur. Başta ABD olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde İslamafobinin gelişmesine, Müslümanların potansiyel terörist olarak algılanmasına, İslami terör, köktendincilik gibi uydurma terimlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Müslüman kimliğinin sorgulanmasına yol açan bu akım azınlıkları da etkilemiştir. Azınlıklara yönelik asimilasyon, devlet politikalarından toplumsal ilişkilere de sıçrayarak günlük hayata yayılmıştır. Bu gün Almanya da özellikle Türklere yönelik saldırı ve cinayetler Neonazi zihniyeti kadar bu algıların da bir sonucudur.
ABD'nin 11 Eylül saldırılarından sonra demokrasi getirmeyi vaat ettiği ve bu güne kadar da kan, gözyaşı, nefret ve insanlık dramlarından başka bir şey getirmediği Irak'ın durumu ortadadır. 20. yüzyılın en büyük mülteci göçü sayılan Filistin'den sonra 4 milyondan fazla insanın mülteci konumuna düştüğü Irak bugün hala bir bataklık konumundadır.
Soy kırımlar ve asimilasyon dalgaları pek çok insanın yakasına yapışmış durumda. Çin'in Uygur Özerk Bölgesinde dinlerinden, dillerinden ve kimliklerinden koparılmaya çalışılan kırk milyona yakın insan yaşam mücadelesi vermektedir. Doğu Türkistanlılar düşünce, ifade ve din hürriyeti alanlarında tamamen kuşatılmış durumdadırlar. Siyasi haklar, eğitim hakkı, haysiyet ve itibarı koruma, adalet göç ve iltica gibi haklar bu halklar için söz konusu bile değildir
İsrail'in bütün bir halkı hapis hayatı yaşamaya mahkûm eden duvarı, Filistin halkını dünyadan tecrit etmekte, hastaların hastaneye, öğrencilerin okullara ulaşmalarını engellemekte, akrabaların birbirleriyle olan bağlarını ayırmakta ve Filistin halkının hayatını felce uğratmaktadır.
İnternet erişiminin yaygınlaşması insanların maruz kaldıkları hak ihlallerini dünyaya duyurmaları ve hem de sahip oldukları yaşam standardını sorgulayarak daha fazla hak talep etmesini sağlamaktadır. İnternet üzerinden dünyayla iletişim kurmaya çalışan insanlara baskıcı yönetimler tarafından sansür getirilmesi, hatta bazı sitelerle gizli anlaşmalar yaparak muhalif sesleri tespit etme yoluna gitmeleri artık aşikâr olmuştur.
Türkiye'nin yakın tarihine baktığımızda resmi tarihin yanlış aktarılması ya da gerçeklerin gizlenmesi neticesinde bu güne kadar bilinip de dile getirilemeyen birçok insanlık suçu yeni yeni tabu olmaktan çıkartılıp tartışılmaya başlandı. Artık Türkiye yakın tarihiyle yüzleşmeli, mağdurların haklı talepleri karşılanmalı ve İstiklal Mahkemelerinde haksız yere yargılanıp idam edilenlerin iade-i itibarları yapılmalıdır.
Bugün çözülmüş gibi yansıtılan aslında hala çözülmeyen başörtüsü sorunu hem insan hakkı ihlalidir, hem de eğitim ve çalışma hakkı ihlalidir. Bu sorun çözülene kadar biz de takipçisi olacağız.
Sorunların çözüldüğü, hak ve özgürlük ihlallerinin yaşanmadığı bir haftada buluşmak dileğiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU ADINA
İLKDER
Ülkemizde hala başörtülü öğretmenler başörtüleri ile derslere giremiyor. Başörtülü memurlar başörtüleri ile çalışamıyor. Başörtülü üniversite öğrencileri bazı işgüzar bölümcüler tarafından derslere alınmıyor. İlköğretim ve liselere başörtüsüyle gelen öğrenciler dersliklere yaklaştırılmadığı gibi birde sürgün ediliyor.
Arnavutluktan gelip İzmir teknoloji enstitüsü fizik bölümü öğrencisi Müslüman ORNELA BEGO başörtülü olduğu için kimya hocası N.E. tarafından 1'5 aydır derslere alınmıyor. Misafir öğrenci yaşadığı sıkıntıyı rektör Mustafa GÜDEN'e iletmesine rağmen hala mağdur ediliyor. Başörtüsü Müslüman kadının kimliğidir. Başta Rabbimizin emridir. Hiçbir kurumun başındaki veya içindeki görevlinin keyfi olarak başörtülü olan kızlarımıza kadınlarımıza yasak koyarak zulmetme hakkı yoktur.
Yine İzmir Buca İsmail Çekip Uysal ilköğretim okulu altıncı sınıf öğrencisi Sultan Şani Buca Atatürk ilköğretim okulu altıncı sınıf öğrencisi Beydanur Özdemir ile Senanur Şimşek İzmir Aliağa Fatih ilköğretim okulu öğrencisi Şura Çelik başörtülü olarak okula geldikleri için okul idarecileri tarafından başka okula sürgün edildiler.
Soruyoruz YÖK'e aldığınız kararlara uymayıp başörtülü öğrencileri derslere sokmayan kişiler hakkında ne düşünüyorsunuz. Yine soruyoruz milli eğitim bakanlığı olarak başörtüleriyle okula geldikleri için derslere alınmayan başka okullara sürgün edilen öğrenciler ve ailelerinden özür dilemeyi düşünüyormusunuz.
Başörtülü oldukları için öğrencilere zulmeden okul idarecilerine ne zaman hesap soracaksınız?
Komşumuz Suriye'de mart ayından itibaren devam eden baas katliamında en az 4 bin kişinin hayatını kaybettiği 10 bine yakın kişinin ise kayıp olduğu belirtiliyor. Kendi halkını acımadan öldürten Beşar Esat'ı lanetliyoruz. Suriye halkıyla dayanışma platformu'nun 11 Aralık Pazar günü öğle namazına müteakiben 13.30'da Beyazıt meydanında Suriye Baas diktatörlüğünü tel'in mitingini destekliyoruz. Suriye'de zulme karşı direnen Müslümanlara desteğimiz sonsuza kadar devam edecektir. Dünyadaki tüm diktatörleri ve Siyonistleri lanetliyoruz.
Gelecek hafta cumartesi saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına
Mazlumder sözcüsü
İsmail KAHYA