Vesayetçi anayasadan kurtulmak şart!
Sakarya Adalet Girişimi 351. Hafta başörtüsü eyleminde başörtüsü yasaklarının devam ettiği belirtilirken, yeni anayasada değiştirilmesi teklif edilemez maddelerin bulunmaması çağrısı yapıldı. Uludere'deki katliamın faillerinin bulunması istendi.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu'nun 351. Hafta basın açıklamasını Vahdet Vakfı Sakarya Temsilciliği gerçekleştirdi. Platform adına açıklamayı okuyan Yunus Aslan, "Üzülerek belirtelim ki, ülkemiz kızının eğitim hakkını arayan annelerin 2 yıl, 10 ay hapse mahkum edildiği, üniversitelerinde profesörlerin, Turist Ömer gibi elinde fotoğraf makinesiyle okul girişlerinde başörtülü öğrencilerin resmini çekerek fişlediği, iktidarda olan bir partinin Kadın Kolları'nca, sivil anayasa çalışmalarına katkıda bulunmak üzere başörtüsüne kamusal alanda özgürlük sağlanması için Meclis Başkanlığı'na sunduğu raporda: "başörtüsünün simge teşkil ettiği" Bu sebeple de yargıçlık, öğretmenlik ve emniyet görevlisi gibi meslekler istisna tutularak başörtüsü sorunu aşılabilir" gibi, garip ve mantık dışı tekliflerin yapılabildiği, yine Anayasal söylem içine, "Eşcinseller" ifadesinin mutlaka konulması gerektiğinin (toplumun genel geçer ahlak normları bilindiği halde) ısrarla savunulduğu gariplikler ülkesi haline gelmiştir" dedi.
Basın açıklamasında yeni anayasada vesayetçi anlayıştan mutlaka kurtulmak gerektiği belirtilerek "Bugün, Türkiye'de birçok şeyler değişmeye başladı, pek çok şey tartışmaya açıldı. Fakat, ne yazıktır ki gerçek bir Sivil Anayasa'nın hazırlanması önündeki bir takım engeller hâla değişmedi ve tartışmaya açılamadı. Mevcut Anayasa'daki, "Değiştirilemez, Değiştirilmesi Teklif Dahi Edilemez" maddeleri hâla yerini korumaktadır. Bu handikaplar aşılmadıkça gerçek bir Sivil Anayasa yapılması düşünülemez. Her zaman olduğu gibi yine tekrar ediyoruz ki, özgürlüklerin önündeki en büyük engel darbe anayasalarıdır. Tüm darbeler halka ve onların talep ettikleri fikir, inanç ve ifade özgürlüğüne karşı yapılmıştır. Artık, sanırız; kurtuluşumuz için vesayet anayasalarından, darbe anayasalarından kurtulmanın zamanı gelmiştir." denildi. Açıklama Uludere katliamıyla ilgili faillerin çıkarılması çağrısı yapılarak "İdarecilerimizin Allah'tan korkmalarını, hesap gününü düşünmelerini ve failleri saklayarak suç ortağı olmamalarını istiyoruz." ifadeleri kullanıldı.
Değerli basın mensupları, hak ve özgürlükler konusunda yanımızda yer alarak desteklerini esirgemeyen sevgili dostlarımız.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına hepinize hoş geldiniz diyor, saygıyla selamlıyoruz.
Değerli basın mensupları, kıymetli katılımcılar! Üzülerek belirtelim ki, ülkemiz:
Kızının eğitim hakkını arayan annelerin 2 yıl, 10 ay hapse mahkum edildiği"
Üniversitelerinde profesörlerin, Turist Ömer gibi elinde fotoğraf makinesiyle okul girişlerinde başörtülü öğrencilerin resmini çekerek fişlediği"
İktidarda olan bir partinin Kadın Kolları'nca, sivil anayasa çalışmalarına katkıda bulunmak üzere başörtüsüne kamusal alanda özgürlük sağlanması için Meclis Başkanlığı'na sunduğu raporda: "başörtüsünün simge teşkil ettiği" Bu sebeple de yargıçlık, öğretmenlik ve emniyet görevlisi gibi meslekler istisna tutularak başörtüsü sorunu aşılabilir" gibi, garip ve mantık dışı tekliflerin yapılabildiği"
Yine Anayasal söylem içine, "Eşcinseller" " ifadesinin mutlaka konulması gerektiğinin (toplumun genel geçer ahlak normları bilindiği halde) ısrarla savunulduğu"
Cezaevinde kaldığı sırada "Tekbir" getirdiği için, insanlara bir yıl hapis cezasının verildiği"
Dünyanın muhafazakar hiçbir ülkesinde görülmeyen ve Milli Bayram statüsü çerçevesinde, genç bir erkekle genç bir kızın alt alta, üst üste kadın erkek eşitliği(!?) ne yaraşır bir şekilde karakucak güreştirildiği"
Nesebin ve neslin bozulmasına sebep olacak, İslâm'a göre haram olan "sütkardeşlerin (bilmeden) evlenmelerine sebep olabilecek, " anne sütü olanlar olmayanları bulsunlar" sloganıyla Müslüman mahallesinde salyangoz satıcılarının tekrar ortaya çıktığı"
Karakolların basıldığı, asker ve polislerin teröristlerce kurşunlandığı; bunun böyle olmasının ise en makul hak arama yolu olduğunun siyasi bir dille savunulabildiği gariplikler ülkesine dönmüştür.
Artık tüm çarpıklıklara bir son verme zamanı gelmedi mi? Bu ülkenin âkil insanları ne zaman harekete geçecek? Sorunlara ne zaman makul çözümler üretip insanımızın fikir, inanç ve ifade özgürlüğüne kavuşmasına zemin hazırlayacaklar?
Yıllardır, "Hoşgörü", "Ötekine Saygı", "Demokratik Açılım", "Kürt Açılımı" gibi sloganlarla insanımız meşgul edilmiş, gelinen noktada bu sloganların bir işe yaramadığı görülmüştür. Bu gün "Daha Çok Demokrasi" diye ortaya çıkanların amaçlarının VESAYET SİSTEMİNİ KALICI HALE GETİRMEK olduğunu görüyoruz. Dünkü muhtıra ve darbeleri destekleyen, çeşitli olaylar çıkartarak halkı bölmek isteyenlerin bugün de aynı şeyleri yaptıklarını müşâhede etmekteyiz.
Bugün, Türkiye'de birçok şeyler değişmeye başladı, pek çok şey tartışmaya açıldı. Fakat, ne yazıktır ki gerçek bir Sivil Anayasa'nın hazırlanması önündeki bir takım engeller hâla değişmedi ve tartışmaya açılamadı. Mevcut Anayasa'daki, "Değiştirilemez, Değiştirilmesi Teklif Dahi Edilemez" maddeleri hâla yerini korumaktadır. Bu handikaplar aşılmadıkça gerçek bir Sivil Anayasa yapılması düşünülemez. Her zaman olduğu gibi yine tekrar ediyoruz ki, özgürlüklerin önündeki en büyük engel DARBE ANAYASALARI'dır. Tüm darbeler halka ve onların talep ettikleri FİKİR, İNANÇ ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ'ne karşı yapılmıştır. Artık, sanırız; kurtuluşumuz için Vesayet Anayasalarından/ Darbe Anayasalarından kurtulmanın zamanı gelmiştir
Ayriyeten 29.Aralık 2011 tarihinde Uludere'de bombalanarak katledilen 34 kişinin failleri hala ortaya çıkarılmamıştır. İdarecilerimizin Allah'tan korkmalarını, hesap gününü düşünmelerini ve failleri saklayarak suç ortağı olmamalarını istiyoruz.
. Âkil insanları, bu konular üzerinde ciddiyetle düşünmeye davet eder, idrak etmeye başladığımız mübarek üç ayların ülkemize, İslâm âlemine ve tüm dünyaya barış ve huzurun gelmesine vesile olmasını diler, bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ BAŞÖRTÜSÜ PLATFORMU ADINA
VAHDET VAKFI Sakarya Temsilciliği
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu 372.hafta basın açıklaması, 27 mayıs 2012 Cumartesi günü saat; 12.30'da İzmit İnsan Hakları Parkı, Özgürlük Meydanında yapıldı.27 mayıs darbesini yapan, Kemalist darbeci katillerin lanetlendiği basın açıklamasını, Kocaeli Kartepe İnsan hakları Derneği üyesi, hukuk doktoru Abdülmecit Karaaslan yaptı.Aynı zamanda Menderes'in idamını sembolize eden bir dar ağacı ve boynuna, "Suçu Ezanı Türkçe'den Aslına Çevirmek" yazan pankart asıldı.basın açıklamasına katılanlar ellerinde, "Menderesi asan Kemalist katilleri lanetliyoruz" ve "Menderes ve arkadaşlarını rahmetle anıyoruz, asan Kemalist katilleri lanetle anıyoruz" pankartları taşıdı.
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU , 8.YIL 372.BASIN AÇIKLAMASI
Sevgili Kocaeli halkı, Bugün burada bu tarihte 52 yıl önce yapılan ve bu ülkenin 50 yıl geriye gitmesine yol açan bir darbenin arifesinde duruyoruz. Önce size 27 Mayısa giden devre hakkında kısa bir tarihi panorama sunacağım. Sonra bugüne geleceğim. Tarih bilinmeden geleceğe yön verilemez.
27 Mayıs 1960 yılında; Adnan Menderesin şahsında canlanan sivil irade de aslında daha önce de kırılmıştı. İstiklal mahkemeleriyle toplum, asılan evlatları ve âlimleriyle sivil iradesi uykuya yatırılmıştı. Bu uykuya yatırma dış güçlerin bakılarıyla ve dünyevi ikbal elde etmek isteyen üst bürokratlar vasıtasıyla yapılmıştı. Sivil irade, kurtuluş savaşından sonra kurulan birinci meclisin, hileli yollarla erken seçim kararı alması ve böylece devrilmesinden sonra olmuştu. Birinci meclis henüz makul görev süresini tamamlamadan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının müdahalesiyle kapatılıp ikinci meclis kuruldu. İkinci meclis, halkın gerçek temsilcileri olan âlimler ve muhalif devlet adamlarından dolaylı yollarla arındırılarak ikinci meclis oluşturuldu. İkinci meclise daha çok tahsili az kimseler, Avrupa'da yetişmiş eski ittihatçılar, Levanten varî aydınlar ve sabataist dönmeler, mason kişiler seçildi. Böylece 2.cumhuriyet teşkil edildi. Böylece Başlangıçtan kısa bir süre sonra, dini ve milli değerleriyle; halkı, yöneticisi, askeri, âlimleriyle ve aydınlarıyla bir bütün olan sivil halk irade sekteye uğratılmış oldu.
Azınlığın cumhuriyeti kuruldu. İlk anayasa halka sorularak mı oluşturuldu da bu anayasaya göre geniş yetkileri olan Demokrat parti hükümeti diktatör kesildi diye darbe yapıldı. Aynı anayasa ile birileri baskı yaparken demokrasi oluyor-cumhuriyet oluyor yine aynı yasa ile bir diğer halk iradesinin temsilcileri hükümet ederken diktatör oluyor irticacı oluyor şeraitçi oluyor veya şeriata prim vermek oluyor. Dualarla, Kur'an'dan surelerle, hatimler okunarak Buhari Hadis Kitabı okunarak açılan birinci meclis, aynı ruha ters olarak, aynı kitapların okutulmasının yasaklanması ile kapatıldı. Böylece ikinci meclis ve cumhuriyetle yoluna devam etti ve 27 Mayıs'a gelindi.
Ama millet sabretti, henüz yeni savaştan çıkmıştık. Öyle veya böyle bir devlet hiç devletsizlikten iyiydi. "Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur" Mecelle kuralı işletildi Âlimlere... İki veya daha fazla şerden en hafifi tercih edildi. Kaht-ı rical vardı. Recul gibi reculler azdı. O reculler en son Allahuekber Dağları'nda şehit olmuştu. Ama öyle veya böyle bu milletin istikbalini düşünen Mustafa Kemal, askerin siyasete müdahale etmesini kesinlikle yasaklayan 22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu çıkardı. Kurtuluş savaşının muzafferi komutanlar savaştan sonra, cumhuriyet kurulurken ya askerlik ya siyaset arasında bir tercih yapma durumundaydı. Bazıları siyaseti seçti bazısı askerliği bazısı hiçbirini seçemedi. Saf dışı bırakıldı. Bazısı sivil halka anlatmayı seçti âlimler gibi bir korku politikası oluşturuldu. Siyaseti seçen Kazım Karabekir ve partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası; tüzüğünde sırf "partimiz dine saygılıdır" ifadesi yüzünden kapatıldı.
Maalesef siyasi ve geçim hayatında yoksunluklara ve yoksulluklara mahkûm edildi. Kitabı toplatıldı. Fevzi Çakmak susmak zorunda kaldı. O siyaset ile askerlik arasında tercihini yapmıştı. Sözünde de durdu. O Mustafa Kemal'e son Padişah Vahdettin tarafından seçildiği için de saygılıydı. O Yeni Cumhuriyeti eskinin devamı olarak görüyordu. Ona göre ulu'l-emre yanlış da olsa itaat farzdı. Çünkü o fitne yani iç anarşi savaştan da beterdir ayetine sadık kalan bir gelenekten geliyordu. Biz de öyleyiz bu ülkede gerçek inanç sahipleri ülkesine devletine, devlet adamına hiç silah çekmedi. Ama bugünün CHP'sinin desteklediği Deniz gezmiş gibi birçokları silah çekti. Ama biz her zaman daha tehlikeli olduk.
1950 itibariyle sivil irade, kendisine yeniden Şehbal açtıracak Adnan Menderes gibi liderini bulmuştu ama maalesef onun da çevresinde recul gibi reculler azdı ama yeni bir ikbal ve makam uğruna onlar da bir önceki 30 yılın yanlışını yapmayalım diye halka biraz daha özgürlük verelim dediler. Türkçe ezanı kaldırıp, ezanı aslına döndürdüler. Dînî özgürlüklere biraz daha fazla hak tanıdılar. Aslında onların da çoğu önceki yönetimden gelmişti. Çok da bir şey yapmış değillerdi.
50 yıl sonra ancak bugünlerde askerin sivil iradeye gerektiğinde ipotek koymasının siyasete karışmasının önüne biraz geçilebildi. Tez elden iç hizmet kanunu değiştirilmelidir. Oysa Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulan ve askerin siyasete müdahale etmesini kesinlikle yasaklayan mevcut 22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nu çıkardı. Ama 27 Mayıs Askeri darbecileri darbeyi; Menderes hükümetinin Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiği gerekçesi gibi sırf bir siyasi gerekçe ile yaptılar ve bizzat Cumuhuriyetin kurucusu ve Ordunun manevi mimarı kabul ettikleri Mustafa Kemal'in değerini tersyüz ettiler. Bu tarihten sonra da yeni çıkardıkları 27 Mayıs'tan sonra 4 Ocak 1961 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu çıkarıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri daha sonraki darbe ve teşebbüslerini bu kanunun 35. ve 85. maddesine dayandırdı. 27 Mayıs Darbesi'nin Türkiye'de askeri darbelerin meşru olduğu intibasını yarattığı ve diğer askeri darbelerin yolunu açtığı yönünde birçok devlet adamının beyanatı ve darbeci generallerin itirafı vardır.
Aslında bunun da altında yatan senin benin taraftarlarımızın geçim riski sıfıra yakan olan devlet görevlerinde yer alması yani makam mevki elde etmesidir. İlericilik gericilik bahane" Sallabaşı al maaşı şahane" Kimse ben iş kuruyup teşebbüste bulunayım icad yapıyım yeni bir katma değer oluşturayımın derdinde değil" Bu dertte olan bir kısımlarının deyimiyle millici sayılan ama sırf İslamcı yanı olduğu için istenilmeyen Merhum Erbakan'ın yapmış olduğu % 100 yerli taksi maalesef geliştirilip üretilmedi. 1960 darbesinden sonra kurulan OYAK ve Ona destek veren Vehbi Koç bizzat Fransız Reno ve İtalyan Fiat ile anlaşarak ithal ikameci bir sanayiyi ülkede kurdular.
Bir de 27 mayısı yapanlar ve onların bugün takipçileri Menderes hükümetini Amerikancı olmakla ve dolayısıyla onu savunanları da Amerikancılıkla suçlamaktadırlar. Oysa 27 Mayıs darbesinin altında Amerika'dan alınan kredilerle başlatılan ama Amerika'nın krediyi kesmesi ile yarım kalan proje ve fabrikalar vardır. Bunlar arasında; Seydişehir Alüminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini tamamlamak için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlayan Menderes hükümetine karşı ordu içindeki ihtilalci gurubu Amerika desteklemiştir. Bizzat ihtilal sonrası kurulan hükümet de yine bu projeleri ve fabrikaları Sovyetlerden yardım alarak tamamlamıştır. İnanmayan 27 Mayıs Vikipedi maddesine baksın.
Son gelinen şekliyle 1960'dan sonra Sovyetlere ve sol dünya görüşüne evrilen CHP'cilere ve sol dünya görüşlülere soruyoruz: Bu mu sizin objektiflik anlayışınız. Bu mu sizin tez-antitez sentez diye iddia ettiğiniz, bilimsel diyalektik anlayışınız. Maalesef sizin teziniz de antiteziniz de yok" Sizin teziniz inkâr, antiteziniz de inkârın inkarıdır. Gidiniz mantık öğreniniz. İnkârla, inkârın inkârının sentezinden bir sentez bir doğruya varamazsınız. Ancak kendinizi kandırırsınız. Sofist hakikatleri tersyüz etmiş olursunuz. Gerçekleri ya görün ya da gizlemeyin.
Bırakalım birbirimizi Amerikancı ve Sovyetçi/kapitalist yanlısı sosyalist yanlısı olmakla suçlamayı bırakalım da insaflı olalım en azından" Bilindiği gibi insaf sadece adaletli olmak değil, kelimenin etimolojik anlamıyla yarılama, yarı yarıya düşünme demektir. En az karşımızdakini kendimiz kadar haklı kabul edelim. Böylece yarı yarıya bir araya gelip asgari müştereklerde buluşalım, madem çoğunluğun fikrini kabul etmiyorsunuz bari eşit sayıda bir araya gelip düşünelim. Ama bu eşitlik çözümsüzlüğe gitmesin. Yeni bir anayasa yapıyoruz, burada ortak hedeflere varalım. Böylece ülke bir yüzyıl daha kaybetmesin. 1923 de aslında yakalanabilecek konsensüs/uzlaşma, maalesef cumhuriyeti kuran kurucu güçlerin aralarındaki iktidar hırsları yüzünden heba oldu.
2 defa yıkılan Almanya bile bizi geçerken, biz hala gerilerde sayıyoruz. 1983'le ve öncesinde 1970'le ve öncesinde 1950'de ve en son 2003'de başlayan ve devam eden sivil irade patlamalarının sağduyu yönünü dikkate alalım, yok saymayalım. Aslında sağ da sol da özgürlükçü ve koruyucu (muhafazakâr) bakış açısı mantık biliminde birleşir. Yönlerin suçu yok" Neticede felsefede bütün düşünceler ifrat-tefrit ve itidalde üç noktada toplanır. Ortada dengede birleşir ve onlar da BİR olan ALLAH'tan ve saf önyargısız akıldan gelir. Oradan baktığımızda solunda sağ sağında sol olmaktan çıkıp, ortada ilahi yaratılışa uygun fıtrat/insan doğası ortaya çıkar ve tartışma ortadan kalkar.
Bugün kapitalist ve sosyalist dünya görüşünü dünyaya mal edip toplumları savaştıran uluslar arası Siyonizm ve fanatik muharref Yahudi düşüncesi ve eylemidir. Uluslar arası mason Rotary Lions teşkilatıdır. Kimse bunları tukaka ilan etmiyor. Maalesef askeri dikta ve ergenokoncu zihniyet bunları görmüyor. Ergenekon belgelerinin altından hep bunlar çıktı. Bu tipler, karşındakini Amerikancı olmakla suçlarken, kendi Amerika'yı da Rusya'yı da kuran Yahudi-Siyonist teşkilatından nemalanıyor onun hesabına çalışıyor. İktidara geldiğinde gidiyor bizzat kendisi bu ikisiyle veya üçüyle işbirliği yapıyor. Amaç ne; sen yönetme ben yöneteyim duygusudur. Ama bu açıkça dillendirilmiyor. Herkes bir maske takmış yüzüne belki de daha çok gerçeği gizliyor.
Asıl gizlenen düşünce; senin dininin ayrı bir dünya düzeni var, ben ona göre yaşamak istemiyorum gerçeğidir. Ekte arkada Alman Gary Allen'in Gizli Dünya Devleti Keşif yayıncılık kitabından ilgili resim ve kuruluş şemasını veriyorum. Güya ulusalcı Kemalist-sosyalist söylemler içinde olanların çoğu, milliyetçi gözükerek Atatürkçü gözükerek bir sağ gösterip bir sol vuruyor. Olan masum, bilgisi az aydın ve vatandaşa oluyor, suni gündemlerle meşgul oluyoruz.
Bu durumda aramızda toplumsal hoşgörünün gelebilmesi yapılması gereken; muhalifimize sevgi duyabilmek gelin canlar bir olalım. Gerçek özgürlük özüne bilmekte; gür yani bereketli/üretici olmaktadır. Bereket ve üreticilik de nefsin hayvansal arzularında değil Allahın ruh isminden kaynaklanan kalpteki akıldadır. Akıl da bir nursal enerjisel* bir güç olarak gelen Allah'tandır. Allahın değerlerine zıt değerler, hevadandır, arzudur. Arzular akıl ve bilim olamaz. Aklın merkezi de belden aşağısı değil, yukarısı olan kalptir. Aşağıcı olmayalım yukarıcı olalım. Ki bir daha 27 Mayıslar yaşanması kimse sadece kendini veya kendi gurubunu merkeze koyarak sivil iradenin yerine kendini koyarak cumhuriyeti koruma bahanesiyle darbe yapmasın veya darbe yapacak askerleri buna kışkırtıcı beyan ve eylemlerde bulunmasın.
Darbeciler şimdilerde darbeye gerekçe olarak aydınları zengi9nleri ve bir takım siyasilerin beyanlarının kendilerine cesaret verdiğini söylemişlerdir. Darbecilikte bir takım askerler kadar bir takım sivillerin de en az onlar kadar suçludur. Şimdilerde bunlar da araştırılıp şikâyet ve dava konusu oluyor. Demokrasimizin bu seviyeye geldiğinden dolayı da çok mutluyuz. Rabbim bize bir daha böyle günler yaşatmasın"
Kartepe insan Hakları Derneği Üyesi,
Mukayeseli Hukuk Uzmanı Dr. M. Abdülmecit Karaaslan
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 246. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla
Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.
(Tevbe Suresi 111. Ayet)
Günler, aylar, seneler geçiyor kanlar üzerinden büyük siyasetler üretiliyor. Perdenin önünde arkasında ve arkanın arkasında neler olup bitiyor. Herkes olaya kendi penceresinden, kendi zaviyesinden bakıyor. Olayların ardındaki aralanan her sır perdesi yeni perdeler gösteriyor.
Kanlı mavi Marmara olaylarının üzerinden 2 yıl geçti. Şehitlerin kanları yaralıların ah-u figanları tazeliğini korumaya devam ediyor. Ümmetin umutları direniş arzuları her türlü zaman ve mekân da her şart altında yeşermeye devam ediyor. Ümmetin yiğit evlatlarının direniş rüzgârı her türlü siyaset üstü olma vasfını koruyor. Hiçbir siyasi tezgâh ve onların dünyalık hesapları bu ulvi rüzgârın yüceliğine hiçbir suretle halel getirmeyecektir. Allah kendisi için yapılmış hiçbir ameli ve onun ecrini boşa çıkartmayacaktır.
Ülkemizde verilen sözler vaatler sürekli çabuk unutulmaya mahkûm olmaktadır. Üç ay içerisinde İsrail özür dilemez ise bütün siyasal ilişkileri keseceklerini deklere edenler olayın üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen ilişkilerini hala devam ettirmektedirler. İlişki düzeyinin düşürülmesi ilişkilerin kesilmesi anlamına gelmemektedir. İlişki düzeyinin düşürülmesi ile ortaya çıkan görünen kriz aslında hakikaten bir kriz midir? Yoksa vaatlere rağmen sürdürülen ilişkilerin kamuoyundan gizlenmesi midir? Hükümet İsrail ile olan bütün ilişkilerini kamuoyu ile paylaşmak zorundadır. Şehitlerin kanları üzerine devlet sırrı olmaz. Hükümet bütün ilişkileri kamuoyu ile paylaştığı gibi bunlardan tamamıyla vazgeçmelidir.
Mavi Marmara katliamının failleri ile alakalı henüz bir tutuklama kararının çıkmaması akla pek çok soru getirmektedir. Hala Türkiye İsrail ilişkilerinin iyileştirilmesinden bahsedenler hangi değer yargılarıyla hareket etmektedirler. Uluslararası arenada İsrail'in yalnızlaşacağını bekleyen safdil Müslümanlar emperyalist özgür(!) dünyanın hakkın yanında olmayacağını ne zaman anlayacaklar. İsrail sadece bir terör örgütü değildir. Aynı zamanda da o batını ileri karakoludur. Emperyalist batı hiçbir zaman kendi karakolundan vazgeçmeyecektir.
Mavi Marmara katliamına Türk vatandaşı İsraillilerinde katıldığı iddiası gerçek midir? Bu iddia gerçek ise bu şahıslar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Yapılmış ise bu işlem kamuoyu ile biran önce paylaşılmalıdır. Yapılan işlem yoksa hükümetin bu hususta ki ilgisizliğinin sebebi nedir?
İşgalci terör örgütü yaptığı açıklamalarda özür dilemeyi reddedip şehitlerin ailelerine ve yaralılara milyon dolarlar teklif etmektedir. Bu aşağılık teklif hiçbir şekilde kabul edilemez. Varlığını kabul etmediğimiz bu terör örgütünün teklifinin de kabul edilmesi düşünülemez. Şehitlerin mükâfatını ve yakınlarının sabırlarının ecirlerini verecek olan Allah tır. Şehitlerin kanlarının bedeli ödenmiştir. Dünyanın bütün mülkleri bu değer karşısında hiçbir şey ifade etmez.
Hakkın karşılığının sadece hak sahibi tarafında ödendiği hakikatin hiçbir dünyevi bedele tahvil edilmediği yepyeni bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 247. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
5 RECEP 1433
25/ 05 / 2012
Yine AKYAZI' dayız. Yer " Başörtüsü Platformu"". Yüzlercesini yaptığımız başörtüsü ile alakalı basın açıklamalarımızın bir yenisi ile karşınızdayız.
Ülkede istikrarı sağlayan ve son seçimlerde %50 oy alan sağcı ve muhafazakâr bir parti olan AK Parti 10 yıldır iş başında. Gaziantep de ÇOCUĞUNU başörtülü Olarak Okula Göndermek İsteyen Güllü Çevik'e ceza verildi..!
İlköğretiminden üniversitesine, ordusundan siyasetine, mahkemesinden çalışma alanına kadar her alanda karşımıza onlarca örnek çıkıyor. Ulus Devlet, bütün küstahlığı ile çocuklarımız, gençliğimiz, yaşantımız üzerindeki söz sahipliğinden vazgeçmiyor.
Çocuğunu başörtülü olarak okula göndermek isteyen veliler; bakanlık düzeyinde tehditlerle çocuklarının ellerinden alınabileceği uyarısına maruz kalıyor, mahkemeler düzeyinde hapis cezalarına maruz bırakılıyor, okullar düzeyinde çocuklarının kapıdan çevrilmesine şahit bırakılıyorlar. Adına zorunlu dedikleri eğitime maruz bırakılan -ki devletin bizim çocuklarımızı, köhnemiş batıl inançlarına göre eğitmeye haddi/hakkı olmadığını düşünüyoruz- çocuklarımız, bir taraftan da belli bir kıyafete zorunlu bırakılıyorlar. Başörtüsü dâhil bazı kıyafetlere yaşam hakkı tanımıyorlar.
Bu kapsamda Gaziantep'te yaşanan son örnek pervasızlığın ulaştığı boyutu açıkça göstermektedir. Gaziantep'te okuyan, Şüheda Çevik isimli ilköğretim öğrencisi başörtüsü nedeniyle idare tarafından engellenmiş, Anne Güllü Çevik ise kızının hakkını araması nedeniyle ceza tehdidiyle karşılaşmış ve neticede hapis cezasına çarptırılmıştır. Güllü Çevik okul idaresini şikâyet için gittiği karakolda gözaltına alınmış, neticede savcılıkça hakkında dava açıldıktan sonra mahkeme tarafından cezalandırılmıştır. Tüm bu olaylar Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanmıyor, tam olarak su sıralarda yaşanmaktadır.
Artık fazla sabrımız kalmadı" Buradan Ülkeyi yöneten başta Ak Parti yöneticileri olmak üzere, MHP ve CHP'li siyasetçilere soruyorum"
BAŞÖRTÜSÜ ZÜLMÜNÜ NE ZAMAN ÇÖZECEKSİNİZ?
ÇÖZECEK MİSİNİZ,,,,ÇÖZMİYECEK MİSİNİZ?
NEYİ BEKLİYORSUNUZ?
Gelecek hafta cumartesi saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına
MAZLUMDER SAKARYA ŞUBESİ BAŞKANI
TURGAY ETÇİBAŞI
Değerli basın mensupları ve değerli katılımcılar 329. Hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz.
Geçtiğimiz günlerde Amerikan Wall Street Journal Gazetesi'nin ortaya attığı iddialar sonucunda artık unutulmaya yüz tutmuş Uludere gerçeği Türkiye'nin gündemine tekrar oturdu. Devletin çeşitli kademelerinden yapılan açıklamaların tatmin edici olmadığı kanaatindeyiz. Ayrıca Hükümet kanadından da zaman zaman yapılan bazı çelişkili açıklamaların da dikkat çekici olduğunu düşünmekteyiz. Yine bazı köşe yazarlarının da bu konuda yaptıkları insafsız açıklamaları da esefle karşılıyoruz
Hepimizin vicdanını rahatsız eden, her geçen gün kalbimizde ağırlığını daha fazla hissettiğimiz Uludere katliamı tartışmaları insani boyutlarını aşıp siyasi malzeme yapılmaya devam ediliyor. Muhalefet," failleri bulun" derken insanlarımızın acılarına ortak olup hafifletmeyi değil, iktidarı nasıl köşeye sıkıştırırım, siyaseten nasıl puan kazanırım derdine düştüler. İktidar mensupları ise nerdeyse özür dilediklerine bile pişman olmuş görünüyorlar." Onlar ölmeseydi zaten yargılanacaklardı", sözü hiç söylenmemeliydi. İnsan hayatı her şeyden önemlidir ve kutsaldır. Yapılanlar ister kasıtlı, isterse yanlışlıkla olsun, meclis komisyonu bir an evvel soruşturmasını tamamlayıp raporunu yazmalıdır. Ucu nereye dokunursa dokunsun failler ve sorumlular hakkında gerekli işlemler yapılırsa, toplumun vicdanı rahatlayacak ve gözü yaşlı anaların acıları kısmen de olsa hafifleyecektir.
Türkiye, karanlık geçmişini silmeye, aydınlık geleceğine adım atmaya çalıştığı bu günlerde darbeler ve darbeciler yargılanmaya devam ediyor. Askeri vesayetin her alanda kaldırılması istenirken, kısmi iyileştirmeler mağduriyetleri gideremez. Orduevlerinde ve askeri tesislerde düğün v.b organizasyonlarda yumuşatılan kıyafet yönetmeliği bir iyileşme gibi görünse de alanın geneline yayılmadığı sürece çözüm olamaz. Asker yakınları her türlü sosyal tesisten yararlanırken, kılık kıyafetinden dolayı bu tesislerin bahçesine bile giremeyen insanları potansiyel suçlu olarak gören zihniyet hala yürürlüktedir.
Yeni Anayasayı toplumun her kesimi heyecanla bekliyor. Devleti değil bireyi önceleyen, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan, sadece eski darbe Anayasasında iyileştirici birkaç rötuş yapmak yerine yepyeni bir Anayasa yapılmalıdır. Ayrıca kâğıt üzerinde kalacak şekilde değil, uygulanabilirliği esas alınarak, kısa, öz, anlaşılır, net bir anayasa olmalıdır. Siyasiler, kendi kırmızıçizgilerine göre değil, halkın yararına olacak her türlü değişikliği göz önüne alarak adım atmalıdırlar.
Akdeniz Üniversitesi kampüsünde inşa edilen cami için" 7 bin kişinin Cuma namazından çıktığı bir yerde nasıl bilim olacak" diyen zihniyeti kınıyoruz. İslam dini hiçbir zaman bilimin önünde engelleyici değil, aksine bilimsel çalışmaları her zaman teşvik edici olmuştur. Bu tür zihniyet sahipleri sebebiyle, dini ve insani değerlerden uzaklaşılması sonucu toplumda şiddet giderek artmaktadır. Ailede, okulda, sağlık kuruluşlarında v.b yerlerde gördüğümüz şiddet olayları daha fazla yaygınlaşıp, toplum tarafından kanıksanmadan, gerekli önlemlerin alınması gerekir. Burada en büyük görev başta ebeveynler olmak üzere eğitimcilere düşmektedir. Geleceğimizi emanet ettiğimiz eğitimcilerin de bazı meslek gruplarında olduğu gibi zaman zaman psikolojik ve pedagojik takviye eğitimleri almaları gerekir.
Mübarek üç ayların girdiği bu günlerin zulmün ortadan kalkmasına, insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını diliyoruz. Bir sonraki hafta da buluşmak dileğiyle.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına İLKDER Yön. Kur. Üye.
Emine Özçelik