Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allâh'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! (Şuara Suresi 227.Ayet)
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 288. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim, Allah'ın adıyla
Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allâh'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! (Şuara Suresi 227.Ayet)
Sevgili dostlar değerli basın mensupları;
Zalimin adı yaptığı zulmün etkisi tesiri farklı olsada zalim zalimdir. Zulmün coğrafyası bölgesi olmaz. Mazlumun kimliği etnik yapısı, dili, mezhebi ve meşrebi sorulmaz. Zalim zulmüyle bilinir. Onun zulmü kendisini tanımlayan tek kriter olmalıdır.
Baascılık Mişel Eflak'ın öncülüğünde Arap kavmiyetçiliği ve sosyalizmin birleştirilmesi üzerine kurulu sapkın bir anlayıştır. Irak'ta Saddam Hüseyin ile, Mısır'da Enver Sedat ile ve onların zulümleriyle özdeş hale gelmiş bir ideolojidir. Arap dünyasının pek çok bölgesinde bu sapkın ideoloji müslümanlar üzerinde akıl almaz zulümler gerçekleştirmiştir.
Yarım asra yakındır Baas diktatoryası Suriye'de de büyük bir zulüm işlemektedir. Baba Esad'ın Suriye halkına yaptığı zulümler Hama'da işlemiş olduğu cürümler unutulmamıştır. Baas zulmü ve kuşatması altında olan Suriye halkı, 2011 Mart'ından bu yana topyekûn bir katliam politikası ile yüz yüzedir. Zulme karşı ayağa kalkan insanlara karşı tam iki yıldır akıl almaz zulümler icra eden Esed diktatörlüğü işlediği insanlık suçlarına her gün bir yenisini eklemektedir. Şehirleri Scud füzeleriyle vurmak Baas diktatörlüğünün en son icraatı olarak tarihe geçmiştir.Rus yapısı bu katliam silahlarının kendi halkına karşı kullanılıyor olması bu zulmün dehşetini daha da artırmaktadır.
Suriye halkının Esed'e karşı vermiş olduğu mücadelenin sebeplerini konuşmak bu açıklamanın sınırlarının ötesindedir. Onlarca farklı sebep ile Esed'e karşı çıkan anlayışların her birini onaylamasak da mazlum Suriye halkının yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiriz. Esed'e karşı mücadelelerini tevhid ve adalet ilkesi üzerine gerçekleştiren kardeşlerimizin de mücadelelerini sonuna kadar destekleyeceğiz.
Bugüne kadar, Suriye halkından ve başka farklı beldelerden Suriye'ye giderek fiilen cephede yer alan ve şehit düşen kardeşlerimizin mücadelesini desteklemekteyiz. Suriye İslami direnişine omuz verme gayretlerinden geri kalmayan; çeşitli faaliyetlerle kardeşlerine destek olma sorumluluğunu üstlenen Müslümanların çabalarını ümmet kimliğinin bir tezahürü olarak görmekteyiz. Bu bilinç tarihe kaydedilmiştir. Rabbimiz ümmet bilinciyle kardeşlik sorumluluğunu yerine getirmek için sarf edilen küçük büyük her ameli aziz kılsın, bereketlendirsin, katında kabul buyursun!
Esed zulmünü destekleyen hiçbir siyasi algıyı veya ulusal çıkarı yada meshebi duruşu doğru bulmuyoruz. Hiçbir endişe ve kaygıda bu zulmü desteklemeye sebep olamaz. Fakat zulme karşı dururken başka zalimler ile yan yana durmaktanda Allah'a sığınırız. İslam'ın ve müslümanların düşmanı olan hiçbir anlayışı düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek sahiplenmeyiz. Ulusalcı, Arapçı, Demokrat, Batıcı, ameriKANcı hiçbir yapılanmayı Esed'e düşman olmasından dolayı desteklemeyiz.
Suriye olayları üzerinden mezhepler arası çatışma ve sonucunda bir mezhep savaşı elde etmek isteyenlerin heveslerinin kursaklarında kalması hususunda basiret ile hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu katliamlar bize başka düşmanlarımızı unutturmamalı. Onların zulümlerini normalleştirmemelidir.
Bu vesile ile Esed ve rejimini lanetlediğimiz gibi başta amerika, israil ve rusya olmak üzere tüm emperyalist zalimleri ve onların islam dünyasındaki uşaklarını da lanetliyoruz.
Müslüman halkların kardeşliği inancımızın bir gereğidir. Kardeşlerimizi desteklememiz ümmet bilincimizdendir. Yaşasın ümmetin kardeşliği. Kahrolsun onların düşmanları ve kahrolsun ümmetin kardeşliğini bölmeye çalışan sinsi tuzaklar.
Tarihin bir ibret levhası olduğu sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı tevhit ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 289. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 04CEMÂZİL-EVVEL 1434 16 / 03 / 2013
Dünya Vicdan Günü'nde Rachel Corrie Anıldı
Sakarya Adalet Girişimi, Filistinli bir ailenin evini korumaya çalışırken ezilen Rachel Corrie'yi 10. ölüm yıldönümde anarken, "Kalpsiz dünyanın vicdanı olmak için ayağa kalkın" çağrısı yaptı
Sakarya Adalet Girişimi 393. hafta basın açıklamasında, 16 Mart 2003'te Gazze Şeridi'nde Filistinli bir ailenin evini yıkılmaktan kurtarmaya çalışırken İsrail ordusu tarafından buldozerle ezilerek hayatını kaybeden Rachel Corrie'yi andı. SAGİR adına Sakarya Dayanışma Derneği'nden Sacide Uras'ın okuduğu açıklamada ayrıca Halepçe Katliamı'nda hayatını kaybedenler de anıldı. Uras, "16 Mart Dünya Vicdan Günü. Adını Rachel Corrie'den alan gün. Rachel, tam 10 yıl önce, 16 Mart 2003'te siyonist katiller tarafından öldürüldü. Geride anlamlı, önemli, onurlu ve erdemli bir şahitlik bırakmıştı. Rachel Corrie, bize ve tüm dünyaya "vicdan"ın ne olduğunu canı bahasına gösterdi. Herşeye rağmen insanlık vicdanının körelmediğini gösteren bu örneklik, bize başka bir dünyanın mümkün olabilmesi için neyi, nasıl yapacağımız konusunda fikir de vermektedir. Kendisi için istediğini başkaları için de isteyen, adaleti sadece kendisi gibi olanlar için değil kendisinden olmayanlar için de sağlamaya çalışan vicdan ve merhamet temsili insanlar ancak bu dünyayı değiştirebilirler." dedi.
Rachel Corrie ile ilgili döviz ve pankartların taşındığı eylemde Sacide Uras şöyle konuştu: "Bugün, Dünya Vicdan Günü'nde Rachel'ı hatırlamak, kendi coğrafyamızdaki çocukları hatırlamaktır. Roboskili çocukların hesabını sormaktır. Adana'da, okul masraflarını karşılamak için plastik fabrikasında çalışırken pres makinasına sıkışarak can veren 13 yaşındaki Ahmet Yıldız'ı unutmamaktır. Acı ve kanlı bir sürecin içine çekilen komşumuz Suriye'de iki yıldır katledilen, yerinden yurdundan edilen anaların, babaların ve evlatların acısı ile hemhâl olmaktır. Ve bu sırada onları bu hale düşüren yerel ve küresel istikbar rejimlerinin, fitne ateşini körükleyen işbirlikçi iktidarların timsah gözyaşlarına kanmamaktır! Ve vicdan demek, bundan tam 25 yıl önce gerçekleştirilen Halepçe katliamını da unutmamaktır! Bugün 16 Mart. Tevhid ve adalet mücadelesi verenlerin, kalpsiz dünyanın ihtiyacını duyduğu vicdan çağrısını yükseltmesi gereken bir tarih. Adalet için vicdan! Sömürmek için değil"
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ 393. HAFTA AÇIKLAMASININ TAM METNİ
BURADAYIZ, ÇÜNKÜ UMURSUYORUZ!
16 Mart Dünya Vicdan Günü. Adını Rachel Corrie'den alan gün. Rachel, bundan tam 10 yıl önce öldü, öldürüldü. Öldürülmeden hemen önce Gazze Şeridi'nde bir evin yıkılmasına engel olmaya çalışıyordu. Onun bu onurlu ve vicdani çabası, siyonist işgalciler tarafından Filistinlilerin evini yıkmak üzere özel olarak hazırlatılmış Caterpillar marka bir buldozerle kasten ezilmesiyle son buldu. Dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu cinayetin üstü "kaza" denilerek kapatıldı.
Rachel Corrie, 10 Nisan 1979'da, Amerika Birleşik Devletleri'nin Olimpia kasabasında orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz on yaşında iken "Dünya Açlık Konferansı"nda yaptığı konuşma, onun içinde taşıdığı insanlık erdemini ortaya koyuyordu. Şöyle demişti küçük Rachel:
"Başka çocuklar için buradayım. Buradayım çünkü umursuyorum. Buradayım çünkü her yerde çocuklar acı çekiyor. Ve çünkü her gün kırk bin kişi açlıktan ölüyor. Buradayım çünkü bu kişiler çoğunlukla çocuk. Biz, yoksul insanların her yanımızda olduğunu ve bizim onları umursadığımızı anlamak zorundayız. Biz, bu ölümlerin önlenebilir olduğunu anlamak zorundayız."
Ve bu sözleri söyledikten tam 13 yıl sonra, üniversite son sınıftaki eğitimine bir süre ara vererek Filistin'e gitti. O günlerde ABD Irak'ı işgali etmişti ve siyonist ordunun Gazze'de büyük bir kıyım gerçekleştirileceği korkusu vardı. O, bu ölümlerin de önlenebileceğine inanıyordu ve bunun için büyük bir fedakârlık yaptı.
Ailesine yazdığı bir mektubunda şöyle diyor:
"Benim ailemden hiç kimse, memleketimde, bir ana caddenin sonundaki bir kuleden bir roketatar tarafından, arabamızla giderken vurulmadı... Bir evim var. Gidip okyanusu görme hakkım var.
Eğer evinizin duvarlarının aniden içeriye yıkılmasıyla uyanma korkusu içinde bir gece geçirseniz,
Eğer hiç kimsesini kaybetmemiş insanlarla karşılaşamasanız,
Eğer ölüm saçan kuleler, tanklar, silahlı "yerleşimler" ve bu şimdiki dev metal duvar ile çevrelenmiş bir dünyanın gerçekliğini yaşasanız,
Dünyanın süper gücü tarafından desteklenen, dördüncü büyük ordusunun, sizi vatanınızdan silmek için yaptığı baskıya karşı direniş içinde, sağ kalma mücadelesiyle geçen tüm çocukluk yıllarınız için dünyayı affedebilir miydiniz?"
İşte bu duygularla barış gönüllüsü olarak mücadelesini sürdüren Rachel Corrie, tam 10 yıl önce, 16 Mart 2003'te siyonist katiller tarafından öldürüldü. Geride anlamlı, önemli, onurlu ve erdemli bir şahitlik bırakmıştı.
Rachel Corrie, bize ve tüm dünyaya "vicdan"ın ne olduğunu canı bahasına gösterdi. Söz ile söylenemeyecek olanı hayatını ortaya koyarak anlattı. Herşeye rağmen insanlık vicdanının körelmediğini gösteren bu örneklik, bize başka bir dünyanın mümkün olabilmesi için neyi, nasıl yapacağımız konusunda fikir de vermektedir.
Kendisi için istediğini başkaları için de isteyen, adaleti sadece kendisi gibi olanlar için değil
kendisinden olmayanlar için de sağlamaya çalışan vicdan ve merhamet temsili insanlar ancak bu dünyayı değiştirebilirler. Rachel, bize bunu hayatıyla ve ölümüyle çarpıcı biçimde göstermiştir.
Peki bu hayattan bize nasıl bir ders düşmektedir?
Bugün, Dünya Vicdan Günü'nde Rachel'ı hatırlamak, kendi coğrafyamızdaki çocukları hatırlamaktır. Tam 444 gün önce savaş uçaklarıyla katledilen Roboskili çocukların ve onlardan önce öldürülenlerin hesabını sormaktır. Anadilinde eğitim göremediği için "zihinsel engelli" tanısı ile rehabilitasyon merkezlerine sevk edilen çocukların derdine ortak olmaktır.
Rachel'ın kaygısını anlamak, Adana'da, okul masraflarını karşılamak için plastik fabrikasında çalışırken pres makinasına sıkışarak can veren 13 yaşındaki Ahmet Yıldız'ı unutmamak; tüm insanlığı ezmek için dönen kapitalist çarklara teslim olmamaktır!
Rachel'ı hatırlamak, kendi Kudüslerimiz için rahatımızdan vazgeçme iradesini kuşanmaktır. İnancımız, örtümüz, kimliğimiz için mücadeleye adanmaktır!
Rachel Corrie'den ders almak; Filistin'de devam eden işgali asla unutmamaktır. Afrika'da kapitalist sömürünün yarattığı açlığı, Irak, Afganistan, Arakan, Doğu Türkistan, Mali gibi ülkelerde acı çeken insanları umursamaktır.
Acı ve kanlı bir sürecin içine çekilen komşumuz Suriye'de iki yıldır katledilen, yerinden yurdundan edilen anaların, babaların ve evlatların acısı ile hemhâl olmaktır. Ve bu sırada onları bu hale düşüren yerel ve küresel istikbar rejimlerinin, fitne ateşini körükleyen işbirlikçi iktidarların timsah gözyaşlarına kanmamaktır!
Rachel'ın vicdanını hatırlamak; bize bugün 'uluslar arası vicdanın temsilcisi' diye yutturulmak istenen bütün siyasal ve askeri organizasyonların o insani yönümüzü sömürmesine asla müsaade etmemektir!
Bölgemizdeki ve dünyamızdaki acı çeken bütün mazlum halklar için adalet için ayağa kalmaktır!
Ve vicdan demek, bundan tam 25 yıl önce gerçekleştirilen Halepçe katliamını da unutmamaktır!
1986-1988'de Kürt halkına yapılan o korkunç kitlesel imha operasyonunda hayatını kaybeden binlerce insanın acısı hissedebilmektir!
Evet, bugün 16 Mart.
Tevhid ve adalet mücadelesi verenlerin, kalpsiz dünyanın ihtiyacını duyduğu vicdan çağrısını yükseltmesi gereken bir tarih.
Burada daha anamadığımız birçok sorun varken, dünyada milyarlarca insan adalet, barış, özgürlük ve hakkaniyet beklerken umursayan ve tepkisiz kalmayan herkesi selamlıyoruz!
Biz bugün 393. Hafta eylemimizle buradayız çünkü umursuyoruz ve 'vicdan' diyoruz!
Adalet için vicdan! Sömürmek için değil"
SAKARYA ADALET GİRİŞİMİ
15 MART İNSAN HAKLARI ALANINDA TÜRKİYEDE MİLAT OLACAKTIR. BASIN AÇIKLAMASI
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, 9 yıldan beri sürdürdüğü "Başörtüsüne Özgürlük" eylemlerinin 413. haftasında, sağanak yağmura ve kötü hava şartlarına rağmen yine meydanlardaydı. Yapılan basın açıklamasındaa 15 Mart'ta işe başörtülü olarak girecek ve 18 Mart'tan itibaren her şeye rağmen bu uygulamayı devam ettirecek, Memur Sen üyelerine destek vardı. Basın açıklamasını Kocaeli Karatepe İnsan hakları Derneği başkan yardımcısı, Mukayeseli Hukuk Doktoru, Abdülmecit Karaaslan yaptı.
BASIN AÇIKLAMSININ TAM METNİ:
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 9.YIL, 413.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
(((((((((((( EMİR-DER ))))))))))))
((((((((((TÜRKİYE İNSANİ VE İSLAMİ İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI))))))))))))))
KOCAELİ KARTEPE İNSAN HAKLARI DAYANIŞMA DERNEĞİ'nin
resmi basın açıklamasıdır. İZMİT ÖZGÜRLÜK MEYDANI ( KOCAELİ- TÜRKİYE )
Değerli halkımız ve basın mensupları, Memur-Sen Konfederasyonu'nun "Kamuda Kılık-Kıyafet Özgürlüğü İçin 10 Milyon İmza Kampanyası"yla ilgili olarak konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Memur Sen üyelerinin 15 Mart'tan sonra yasak kalmazsa işe başörtülü gideceklerini açıklamıştı. Halk olarak, bu eylemi gerçekleştirecek Memur Sen üyelerinin sonunda kadar yanında olacağız. Bu eylemleri, Zencilere 2.sınıf insan muamelesi yapan beyazlara karşı, zenci Kadın Aktivist Rossa Park'ın eylemi kadar önemli buluyoruz. Zaten Anayasada ve kanunlarda başörtüsünü yasaklayan hiçbir madde yok, yönetmelikler de anayasaya ters olamaz. Sosyal devlet olmanın gereği Anayasa vicdan özgürlüğüne vurgu yapmıştır. Anayasaya aykırı olarak hareket eden bir takım yasakçı mihraklar, başörtüsünü yasaklayan yönetmelikler çıkartmışlardır. Hukukun genel bir kuralıdır, hiçbir hukuki kural bir üst hukuki kurala aykırı olamaz. Bu yönetmeliklerin uygulanmasına derhal son verilmeli ve anayasaya aykırı olarak bu yönetmelikleri çıkartanlar için yasal işlem başlatılmalıdır.
15 Mart'ın Bir grup ufak azınlığın bu ülkenin halkına yaptığı zumlun sona ereceği milat olacak görüyoruz. Hala korkanlar, bu 3,5 yasakçıya onursuzca boyun eğenler varsa onları da kınıyoruz. Siz insan olarak hakkınız aramazsanız, size zulmedenlere, "dur bakalım sen de kim oluyorsun da, benim giyimime karışarak insan hakları ihlali ayrımcılık yapıyorsun, sen bana karışamazsın, engel olamasın" deyip hakkını savunmadıkça, hiçbir gücü olmayan bu birkaç yasakçı, insan hakları ihlalini sürdürmeye devam edeceklerdir.
Başörtüsüne özgürlük getirilmesini hükümetten istemekten, siz de orada karşımızda bizi dinlemekten ve yazmaktan bıktınız. Ama şu biline ki biz sonuç alıncaya kadar devam edeceğiz. Ayrıca şu bilinmelidir ki başörtüsü, Kutsal Kitabımız Kur'anımızın tabiriyle Hac ve Umre gibi Allahın şeâirinden yani sembollerinden biridir. Salt sembol olmanın ötesinde semboller gibi anlamı kapalı ve anlaşılmaz da değildir. Bir sembol gibi de İnancımızın, dinimizin yaşam tarzımızın öne çıkana na unsurlarından biridir. Modern kapitalist giyim tarzı ne diyor "-ne giyiyorsanız osunuz. Evet biraz doğrudur İslam'ın da biraz hükmü bu yöndedir: "giydiğimiz ile düşüncemiz, hayat tarzımız ve dinimiz arasında doğrudan veya dolaylı önemli bir korelasyon yani eş-ilişki var". Madem yok niçin karşıt görüşler bu derece kendini korumak için yasakçı davranıyor. Demek ki tezin ispatı antitezde gizli o zaman bırakalım da herkes istediğini belli sınırlar çerçevesinde karşındakini küçümsemeden giyinsin.
Asrı- saadette ilk İslam devleti kurulurken peygamberimiz farklı dinlere ve düşünce sistemlerine bu izni verdi. Medine vesikası dünyanın ilk sivil anayasasıdır. İsteyen buna baksın". Laisisitlerle aramızda bu belge bir toplumsal sözleşme olabilir. Türkçesine inanmayan gitsin İngilizcesi dünya anayasalarını konu edinen http://www.constitution.org/cons/medina/con_medina.htm adresinden veya google'ye "Constitution" of Medina (Dustur al-Madinah)"anahtar kelimesi ile bakabilir.
Asıl problem herkes kazandığı güç noktasını bırakmak istemiyor. 80-90 yıldır bu inancın bağlıları bu konuda inim inim inliyor. İktidarı elinde tutan gizli güçler ve bunların bağlısı, hayat tarzı İslâmdışı olanlar; elindeki gücü bırakmak istemiyor. Şimdi biraz ellerinden kaymaya başladı" Bütün bağrışmalar bundan" Bırakalım bunları da ortada buluşalım ortada" Tektipçi kafaya sahip olmayalım! Korkmayın bunlar eline fırsat geçirirse bizi kendilerine benzetirler, bize baskı uygularlar diye korkmayın! Bu bizim inancımızda yok" Zorla dîni gerekleri yapan, inancımıza göre münafık olur içten/kalpten inanmaz. Biz kimsenin münafık olmasını istemeyiz.
Ne diyor mevcut anayasamızın 24.maddesi "herkes inancında hürdür. Bundan dolayı kınanamaz vs." ama kanunlar yönetmelikler yani alt hukuk metinleri başörtüsünü yasaklıyor. Türkiye mevcut anayasanın 90.maddesi ile üst hukuk ilkelerine ve beyannamelerine imza atarak inancın önündeki engelleri kaldıracağım diye söz vermiştir. Başörtüsü gibi yönetmelik ve kanunlardaki olumsuzlukları, uluslar arası insan hakları metinleri ve anayasadaki inanca ait genel hak ve özgürlüklere göre değiştireceğim diye söz vermiştir. Bir an önce bunu yapmalıdır. Ama ne yapılıyor anayasadaki inanca ait genel hak ve özgürlükler, anayasanın ilk dört maddesindeki laiklik ilkesinin aşırı yorumuyla engelleniyor. Laiklik ilkesi gerekçe gösterilerek, laik yaşam tarzı başörtüsüne izin vermez deniyor ve bu katı biçimde uygulanıyor.
Peki, soruyoruz imkân verilmezse istisnalar konulursa hangi özgürlükten bahsedilir. "Hıristiyan inancına göre bir din ve inanç hürriyeti öngörülmüş o zaman" diye insanın aklına gelmez mi?. Kaldı ki başörtüsü evrensel bir giyimdir ve 100 yıl öncesindeki Hıristiyan halk da modernleşmeden önce başörtüsü takardı. Bugün b.ile batıda köylerde Hıristiyan kadınlarda başörtüsü vardır. Salt giyim çağdaşlığın özgür aklın sembolü değildir. Bu takıntı, hedonist zevkçi hayat tarzının takıntısıdır. Sayın yöneticiler! bir an önce bu çağdışlılığı bırakın! Kırın düşüncenizdeki zincirleri! Diyoruz. Size hukuk felsefesi doktrininden hareketle haykırıyorum: "imkân verilmeyen yerde özgürlükten bahsedilemez.". İnanç özgürlüğü din özgürlüğü varsa Türkiye'de, her yerde; ilkokuldan üniversiteye ve memuriyete, başörtüsü hatta çarşaf ne varsa serbest olsun! Ama aşama olarak sadece başörtüsünün bile serbest kalmasına razıyız"
Milli eğitime bağlı zengin mutlu-kutlu azınlığın okulu Galatasaray Lisesinde göbeği açık, dar, kont pantolonlu, başörtüsüz öğretmen öğrenci 30-40 yıldan beri onca yönetmelik olmasına rağmen aldırmadan derse girecek; Anadolu'da bu ülkenin gerçek sahibi insanlar giremeyecek" Bu mu sizin demokrasi anlayışınız!... Bu amaçla Memursen'in kamuda başörtüsüne özgürlük imza kampanyası hareketini destekliyoruz. Bir an önce sonuçlarını hükümet uygulamalıdır.
Fakat artık gelinen noktada, bu toplum, 3-5 Kemalist ve Atatürkçünün yasakçı tavırlarına, boyun eğmek niyetinde değildir. Bu halk İnsan hakları ihlallerine de sesiz kalmayacaktır. Geçtiğimiz günlerde, Gölcükte dersene öğrencilerinin başına gelen olay, ülkemizdeki insan haklarının ihlalleri karşısında, halkın geldiği seviyeyi gösterme açısından çok önemlidir. Kanal D TV'si, Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde dersene öğrencilerini TV programına katılmaya çağırmıştır. Öğrenciler stüdyoya gelince Kanal D görevlisi, başörtülülerin program giremeyeceğini ancak kenarda durabileceğini söylemiştir. Öğrenciler bu insan hakları ihlali ve ayrımcılığa tepki göstererek, toplu olarak programa girmeyi ret etmişlerdir. Atatürkçü, yasakçı zihniyet karşı yaşları küçük çocukların gösterdiği insanca tavır çok önemlidir. Artık bu toplum bitmiş birkaç Atatürkçünün sürdürmek istediği yasağa karşı baş kaldırıyor. Bu Atatürkçülere, insanlık dersi veren küçük öğrencileri kutluyoruz. Gelen toplumsal tepkiler üzerine Kanal D yönetimi, başörtülü çocukları programa almayan elemanın işine son verdiğini açıklamıştır. Bunu takdir ediyoruz.
Bilecik'in Bozüyük ilçesinde Kur'an kursu öğreticiliği yapan Saime Duman ve başka çarşaflı bayanlar yine Atatürkçü anlayışa sahip bir doktor tarafından aşağılandığı haberleri medyada yer almıştır. Hükümete çağrıda bulunuyoruz, TCK 122. maddesini ihlal ederek ayrımcılık ve insan hakları ihlali yapanlar tecil edilmeksizin hapis cezasına, kurumlar para cezasına çarptırılmalıdır. Başörtüsünden dolayı insan hakları ihlali ve ayrımcılık yapanların, zaman aşımı olmaksızın maddi manevi tazminat davaları açabilmesini sağlayacak yönetmelikler bir an evvel devreye girmeli ve devlet bu güne kadar ayrımcılık yaptığı başörtülü insanlardan özür dilemelidir.
Dr. M.Abdülmecit Karaaslan, Kartepe İnsan Hakları Üyesi, Mukayeseli Hukuk Doktoru
EMİRDER KOCAELİ KARTEPE İNSAN HAKLARI DAYANIŞMA DERNEĞİ
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformunun düzenlediği 371. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.
Çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı geçtiğimiz günlerde döneminde başörtülü öğretmen olup olmayacağı konusundaki sorulara "Dönemimizde başörtülü öğretmenler var. Kur'an derslerine giriyorlar, Siyer derslerine giriyorlar. Sıkıntı yok, rahat olun, biz bu konuları geçtik" şeklinde cevap verdi. Bu cevapla adeta Kur'an ve Siyer dersi dışında başörtülü öğretmen görülemeyeceğinin sinyali veriliyordu. Her nedense bakan açıkça bütün branşlarda başörtülü öğretmen olabileceği ifadesinden kaçınmıştır. Diğer yandan yaşanan bir takım olaylar bakanın bu sözünün dahi gerçeği yansıtmadığını göstermektedir.
Nitekim Eskişehir'de Cumhuriyet Anadolu Lisesi'nde sözleşmeli olarak Kur'an ve Siyer derslerine giren Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İlahiyat Ön Lisans mezunu Kadriye Ünsal'ın sözleşmesi başörtülü derslere girdiği gerekçesi ile iptal edildi. Okul Müdürü Ercan Karakaya'nın, Kadriye Ünsal'a başörtülü derse girdiği gerekçesiyle dönem başından bu yana sürekli uyardığı ve diğer öğretmenlere bu şekilde kötü örnek teşkil ettiği yönünde uyarıda bulunduğu öğrenildi.
Diğer yandan İstanbul'da da Sultanbeyli Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu'nda 11 Mart 2013 tarihinde göreve başlayan Şehri Küçük isimli ücretli sınıf öğretmeni, başörtüsü taktığı gerekçesiyle okul müdürü Hidayet Sarar'ın hakaretlerine maruz kaldı. Sınıfa giren müdür Sarar, genç öğretmeni öğrencileri huzurunda azarlayarak zorla dersten attı. Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu Müdürü Hidayet Sarar hemen konuyla ilgili Sultanbeyli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne de bir bilgilendirme yazısı gönderdi. Yazıda "Şehri Küçük 'Kılık Kıyafet Yönetmeliği'ne aykırı olarak başörtüsüyle derse girmek istemesinden dolayı 12.03.2013 tarihi itibariyle görevinden ayrılmıştır." İfadeleri ile adeta görevden kendi isteği ile ayrıldığı ifade edilerek yeni bir öğretmen talep edilmektedir.
Bu olaylar göstermektedir ki; bakanın beyanatları hiçbir şey ifade etmemekte, başta eğitim kurumları olmak üzere diğer resmi kurum ve kuruluşlarda yöneticiler keyfi olarak başörtüsü yasağının uygulayıcısı konumuna gelmekte ve buna karşılık caydırıcı bir cezai yaptırıma tabi tutulmamaktadır. Şifahen yasak yoktur demenin yasağı yok etmediğini açıkça görmekteyiz. Bizler yıllardır verdiğimiz mücadelede her alanda başörtüsü yasağına son verilsin diyoruz. İnsanlar keyfi sebeplerle eğitim haklarından mahrum bırakılamayacağı gibi vatandaşı oldukları bu ülkenin kamu kurum ve kuruluşlarında çalışma hakları da gasp edilemez. Yıllarca eğitim görerek mesleğini ifa etmeye hak kazanan insanların sırf inançları gereği örttükleri başörtüsü nedeniyle bu hakkından mahrum bırakılması çifte standardın açık bir göstergesidir. Anayasada tanımlanan haklara rağmen çıkarılan keyfi yönetmelikler bir an önce uygulamadan kaldırılmalıdır. Bu bir ayrımcılık ifadesi olup anayasada belirtilen eşit yurttaşlık ilkesine de aykırıdır. İsimleri açıkça zikredilen bu iki müdürün bir an önce bakanlık tarafından caydırıcı bir cezai yaptırıma tabi tutulması elzemdir. Cezalar bu minvalde gerçekleşebilecek münferit olayları önlemek açısından önemlidir. Bu ülkede Müslümanlara yönelik baskı ve başörtüsü yasağı çözüme ulaşmadığı sürece iktidarın bütün özgürlükçü söylemleri içi hava dolu balonlardan ibaret kalacaktır.
Kimine göre Kürt sorunu. Kimine göre güneydoğu sorunu. Kimine göre ise terör sorunu. İsmi üzerinde bile uzlaşı sağlanamayan bir sorun. 18. Y.Y Avrupa'sının hastalıklı zihinlerinin ürünü olan ve özellikle İslam toplumlarının iliklerine kadar enjekte edilmiş bulunan etnik milliyetçilik hastalığı maalesef hala toplumumuzun gündemini işgal ediyor ve canlarımızı yakıyor. Ulusal sınırlarını kendi aralarında yapmış oldukları anlaşmalar ve birlikler vasıtası ile kaldırmaya çalışan batılı zihniyet, yaşadığımız coğrafyada farklılıklarımızı ayrışma nedeni kılıyor. Özellikle kişisel hırs ve çıkarları uğruna toplumu kutuplaştıran yerli siyasi ve bürokratik oligarşi ile yerli medya ve sermaye ortaya koymuş oldukları eylem ve ürünlerle bu topraklarda batılı zihniyetin taşeronluğu rolünü üstlenmişlerdir. Binlerce yıldır farklı etnik köken ve dile sahip olmamıza rağmen bizleri kardeş kılan islamın; batının ve taşeronlarının hedef tahtasında en ön sırada yer alıyor olması asıl niyeti ortaya koyan ve düşünülmesi gereken bir durum arz etmektedir. 90 yıldır etnik bir unsuru öne çıkararak diğerlerini baskı altına almak ve yok saymak politikası iflas etmiştir. Bu süreçte etki doğal sonuç olarak tepkiyi doğurmuştur. Şiddet beraberinde şiddeti getirmiştir. Onbinlerce insanımız canını yitirmiş, milyarlarca lira zarar edilmiş ve sorun daha da içinden çıkılamaz bir hal almıştır. Sıkılan her bir kurşun, yitirilen her bir can bizi birbirimize daha çok öteki kılıyor.
Son dönemde sorunun çözümüne dönük yapılan çalışmalar ve son olarak 8 kamu görevlisinin tutsaklılarının sona erdirilmesi toplum nezdinde olumlu olarak karşılanmaktadır. Daha fazla kardeşkanının akmaması için süreç dikkatli bir şekilde sürdürülmeli ve topluma doğru bir dille anlatılmalıdır. Kısıtlamaların ve yasakların hiçbir sonuç vermediğini, sorunu çözümsüzleştirmekten başka bir işe yaramadığını yaşanmışlıklardan öğrendik. Toplumsal kamplaşmayı körükleyen kısıtlamalar beraberinde anarşiyi getiriyor, cumhuriyet döneminin tekerrür eden tarihi bunu gösteriyor. Kürt sorunu başlangıcından itibaren yasaklar ve kısıtlamalar ile semirmiş bir sorundur. Sorunun temelinde seküler mantığa sahip laik, etnik milliyetçi devlet yapılanması vardır. Bu düşünce devam ettiği müddetçe etnik temele dayalı sorunlar isim değiştirerek devam edecek ve hiç bitmeyecektir. Bizler diyoruz ki; bu topraklarda İslam'ın kuşatıcı ve eşit kılıcı kardeşlik olgusu hayata geçirilmeli ve adalet eksenli bir yönetim oluşturulmalıdır.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU