"Suriye’de 3 yıla yaklaşan iç savaş ve çatışmalarda, 126 000 kişi hayatını kaybetmiştir."
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU’NUN
07 ARALIK 2013 TARİHLİ 409. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları, kıymetli dostlarımız! Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu adına hepinize hoş geldiniz der, insan hak ve özgürlükleri konusunda gösterdiğiniz hassasiyet ve destekten dolayı teşekkürlerimi sunarım.
Malumunuz olduğu üzere; ülkemiz son günlerde birçok sıcak gündemle hareketli ve o denli de önemli olaylar yaşamaktadır. Bunların başında elbette insanların inanç, fikir ve ifade özgürlüklerine en büyük darbeyi vuran 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi konusu gelmektedir. Daha dün Cunta Anayasalarının tümden değiştirilmesini isteyen muhalefet partilerinin, bugün bu konuda harekete geçen başta iktidar partisi olmak üzere, tüm sivil toplum kuruluşlarının bu yönde başlattıkları girişimleri engellemek için sergiledikleri çabayı anlamak mümkün değildir.
Evet, tekrar üzerine basa basa ifade edelim ki, insan hak ve özgürlüklerine adeta balyoz gibi inen 28 Şubat post-modern darbesi, ülkemiz insanının düşünce, inanç ve ifade özgürlüklerinin önünde en büyük engel olarak durmaya devam etmektedir.
Geçmişte çeşitli kamuoyu araştırma kuruluşlarınca yapılan anketlerin de gösterdiği gibi, başörtüsü ne bir siyasi simge, ne de kız çocuklarına zorla örttürülen bir şeydir.
Böyle olmasına ve başörtüsü ve özgürlükler önündeki engellerin kaldırılması için müsbet adımların atılmaya çalışıldığı şu dönemde toplumsal mutabakat adına yapılmaya çalışılan olumlu girişimler, maalesef kimi darbeci zihniyet taraftarlarınca baltalanmaya çalışılmaktadır.
Herkesçe bilindiği gibi, başörtüsü farz bir ibâdettir. İbâdetlerde asla pazarlık söz konusu olamaz. Örtünme çağına gelmiş her Müslüman kız çocuğu, dinin bir gereği olarak başını örter. Hukuki yönden zaten yasak olmayan düşünce, inanç ve ifade özgürlüklerinin tüm alanlarda kullanılmasının vatandaşlık hakkı olduğunu vurgulayan ve bu hakların kullanılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılacağı bir hukuki düzenlemeye gidilmelidir.
Özgürlükler konusunu ciddi bir şekilde yakinen takip eden platformumuz, başörtülü hanımların eğitim ve çalışma hayatıyla ilgili sorunlarının gündeme taşınması üzerinde de aynı hassasiyeti göstermektedir. Dolayısıyla ifade özgürlüğü kapsamında kızlarımızın hem okullarda hem de okullarını bitirdikten sonra mesleklerini icra edeceği hizmet alanlarında bu haklarını kullanabilmeleri yönünde düzenlemeler yapılmalıdır. Eğitimde eşitlik, çalışma özgürlüğü, vatandaşlar arasında ayırımcılık yapmama gibi hukuki gerekler sebebiyle bu talepler mutlaka yerine getirilmelidir.
Günümüzde hâlâ, kimi üniversitelerde keyfi uygulamalarla başörtülülere baskı yapılırken, meslek odaları, barolar gibi kimi kurum ve kuruluşlarda da baskılar devam etmektedir. Bu keyfiliği ortadan kaldıracak cezai müeyyideler bir an önce hayata geçirilmeli, bu özgürlükler yasal güvence altına alınmalı, başörtüsü ile ilgili düzenlemeler yapılırken, insanımızın özgürlükleri kısıtlanmamalıdır. Üniversite öncesi, üniversite hayatı ve mezun olduktan sonra hizmet alanlarında çalışma, inanç ve ifade özgürlüğünden yararlanma her Türk vatandaşının hakkıdır. Görev ve yükümlülüklerini yerine getiren her vatandaş, bu haklarını da kullanabilmelidir. Başörtüsü Allah’ın emridir. Mümine bir kız, başını örtmekle mükelleftir. Belli bir çağa gelen kız çocukların bu hak ve dini görevleri hiç bir şekilde engellenmemelidir. Tüm yasakçı zihniyetlere hayır diyor; inanç, düşünce ve ifade özgürlüklerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması yönündeki taleplerimizi tekrar yeniliyoruz.
Basın açıklamamıza son vermeden önce özellikle İran ve Rusya’nın da destek verdiği ve Suriyedeki masum halkın da dahil edildiği katliamlara dikkat çekmek istiyoruz. Suriye’de 3 yıla yaklaşan iç savaş ve çatışmalarda, İnsan Hakları Örgütü raporlarına göre 126 000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunların 44 381’ini kadın ve çocukların dahil olduğu siviller oluşturmaktadır. Dünyanın gözü önünde işlenen bu katliamları tel’in ederken, sessiz ve seyirci kalan tüm sözde insan hak ve hukukunu savunduklarını iddia eden ülke, kurum ve kuruluşları kınadığımızı buradan deklare ediyoruz.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kaldırılması istendi
Sakarya'daki 430. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde MAZLUMDER, eğitimin özgürleşmesi için Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kaldırılması gerektiğini söyledi
Sakarya'da 430. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde, MAZLUMDER Sakarya Şubesi tarafından yapılan basın açıklamasında Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kaldırılması gündeme getirildi. MAZLUMDER GYK üyesi Beytullah Önce tarafından okunan basın açıklamasında, "Eğitim sisteminin sorunları yıllardır tartışılagelmektedir. Fakat bu tartışmalar sistemin ürettiği sorunlara odaklanmaktadır. Eğitim sisteminin bizatihi kendisinin yapısı ve resmi ideolojisiyle sorun olduğu gerçeği ise genellikle göz ardı edilmektedir. Eğitimdeki sistem sorununun çözümü daha temelden alınmalıdır. Fakat Tevhid-i Tedrisat Kanunu böyle bir çözümün sürecinin önündeki en büyük engeldir. Bu kanunla birlikte okullar devletin ideolojik aygıtlarına dönüşmüş; maalesef tüm eğitim sistemi tektipçi, ırkçı, militarist ve dayatmacı bir karaktere bürünmüştür. Aradan geçen onlarca yılda, eğitimde birçok şey değişmiş fakat eğitim sisteminin bu özü her defasında muhafaza edilmiştir. Böyle bir eğitim anlayışı, farklı kimliklerin, inançların, kültürlerin ve değer sistemlerinin var olduğu coğrafyamızın toplumsal gerçekliğiyle kesinlikle örtüşmemektedir." dedi.
Basın açıklamasının devamında, eğitim sürecinde öğrencilere ve velilere hiç bir söz, seçim ve karar hakkının tanınmamasını eleştiren Beytullah Önce "Eğitimin düşünsel altyapısından, felsefesine, ideolojisine, öğretim programlarından yöntem ve tekniklerine ya da fiziki mekân tasarımına kadar her ayrıntıda, yalnızca ve yalnızca devleti tartışmasız söz sahibi yapan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitim sisteminde toplumsal taleplerin karşılık bulmasını da engellemektedir. Böylece toplum, vergileriyle işleyen bu eğitim-öğretim sürecine hiçbir şekilde müdâhil olamamaktadır. Eğitimin zorunluluğunun tartışma dışı bırakılması ve insanların yalnızca kendisine sunulan şıklardan herhangi birisini tercih etmek durumunda kalması tartışılması gereken bir sorundur." ifadelerini kullandı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu kaldırılana kadar sürecek olan bir kampanya başlattıklarını açıklayan MAZLUMDER GYK üyesi Beytullah Önce "Talebimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılmasıdır. Böyle bir karar, elbette eğitimdeki tüm sorunların çözümünü sağlamayacaktır! Fakat zorunlu eğitim anlayışının sorgulanmasından, alternatif eğitim modellerinin geliştirilebilmesine kadar birçok konunun gündeme gelebilmesi için önemli bir başlangıç sayılacaktır. Ayrıca toplumun; eğitim sistemindeki siyasi ve ekonomik güçlerin dayattığı anlayışlardan ve amaçlardan kurtularak, kendi isteği ve ihtiyaçlarına uygun bir eğitim verebilmesinin yolu da açılacaktır. Eğitim-öğretim hizmetlerinde tepeden dayatmacılığın yerine, toplumsal taleplerin karşılığını bulabileceği pedagojik anlayışlar ve okullar ortaya çıkacaktır." dedi.
430. HAFTA ADALET VE ÖZGÜRLÜKLER BASIN AÇIKLAMASI
TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU KALDIRILSIN!
Eğitim sisteminin sorunları yıllardır tartışılagelmektedir. Fakat bu tartışmalar sistemin ürettiği sorunlara odaklanmaktadır. Eğitim sisteminin bizatihi kendisinin yapısı ve resmi ideolojisiyle sorun olduğu gerçeği ise genellikle göz ardı edilmektedir. Kurulduğu günden bugüne her türlü haksızlığa karşı mücadeleyi şiar edinmiş olan MAZLUMDER, eğitimdeki sistem sorununun çözümünün daha temelden alınması gerektiği savunmaktadır. Fakat böyle bir çözüm sürecinin geliştirilmesinin önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkmaktadır.
Bundan tam 91 yıl önce, 7 Aralık 1922 tarihinde, “Halk Fırkası” namıyla siyasi bir parti teşkil edileceği bilgisi basına yansımıştır. Halk Fırkası’nın takip edeceği programda, “düşünce ve duygu birliği” sağlanmasıadına eğitim-öğretim hizmetlerinde merkeziyetçi bir yapılanmaya gidileceği ilan edilmiştir. Bu programın ilk uygulamalarından biri ise 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmuştur.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu; halifeliğin kaldırılması, OsmanlıHanedanı’nın yurtdışına çıkartılması ve Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması gibi siyasal amaçları açısından birbiriyle irtibatlı kanunlarla birlikte çıkarılmıştır. Haliyle kanunun asıl amacı, yeni bir egemenliğin ve toplumsallığın inşasında, tüm okulların devletin siyasal amaçlarına hizmet edecek şekilde tek merkezden kontrolüne yasal dayanak hazırlamaktır.
Kanunun en önemli sonucu; yüzyıllar boyu din eğitimi veren medreselerin kapatılması olmuştur. Medreseler, topluma seküler bir kimliğin dayatılabilmesi ve dini, sosyal ve kültürel dokunun çözülerek yeni bir ulus kimliğin kazandırılabilmesi için engel görülmüştür. Dinin ve dini eğitimin devlet tekeline alındığı bu dönemde, azınlık okulları da ciddi baskılara maruz kalmıştır.
Eğitim kurumlarının tamamen devletin kontrolüne girmesinden sonra, okullar devletin ideolojik aygıtlarına dönüşmüş; maalesef tüm eğitim sistemi tektipçi, ırkçı, militarist ve dayatmacı bir karaktere bürünmüştür. Aradan geçen onlarca yılda, eğitimde birçok şey değişmiş fakat eğitim sisteminin bu özü her defasında muhafaza edilmiştir. Böyle bir eğitim anlayışı, farklı kimliklerin, inançların, kültürlerin ve değer sistemlerinin var olduğu coğrafyamızın toplumsal gerçekliğiyle kesinlikle örtüşmemektedir. Toplumdaki farklılıklara rağmen eğitimde hâlâ tektipçi ve merkeziyetçi bir sistemin hüküm sürmesinin en önemli nedeni ise Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur.
Eğitimin zorunlu tutulması da, zorunlu eğitimin ailelerin talep ve tercihlerine rağmen yapılması da temel hak ihlalleridir. Halen yürürlükte olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ise bu ihlalleri adeta yasal bir dayatmaya dönüştürmektedir. Oysaki gündem konusu dahi olması istenmeyen bu kanun, devletin ve yöneticilerin, topluma dilediği gibi gömlek biçme niyetlerini gerçekleştirmelerini kolaylaştırmaktadır.
Eğitimin düşünsel altyapısından, felsefesine, ideolojisine, öğretim programlarından yöntem ve tekniklerine ya da fiziki mekân tasarımına kadar her ayrıntıda, yalnızca ve yalnızca devleti tartışmasız söz sahibi yapan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitim sisteminde toplumsal taleplerin karşılık bulmasını da engellemektedir. Böylece toplum, vergileriyle işleyen bu eğitim-öğretim sürecine hiçbir şekilde müdâhil olamamaktadır. Bir yandan eğitim zorunlu tutulurken, diğer yandan küçük yaşlardan itibaren yasal dayatmalarla çocuklarına el koyulan velilere, ne söz ne de tercih hakkı tanınmaktadır.
Eğitimin zorunluluğunun tartışma dışı bırakılması ve insanların yalnızca kendisine sunulan şıklardan herhangi birisini tercih etmek durumunda kalması tartışılması gereken bir sorundur. MAZLUMDER olarak zorunlu eğitimin süresi, okula başlangıç yaşı, ilkokul tercihi, ders seçimi, haftalık ders saati, öğretim programları, ders kitapları, sosyal ve kültürel etkinlikler, resmi törenler ve ritüeller gibi çocukların gelişim aşamasında kimliğine, düşüncesine, inancına ve ahlakına doğrudan etkisi bulunan konularda, öğrencilere ve velilere herhangi bir tercih hakkı sunulmamasını doğru bulmuyoruz.
Şurası iyi anlaşılmalıdır ki, çocuklar devletin değildir! Bu sebeple devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevleri; kendi siyasal hedefleri, ideolojik amaçları doğrultusunda değil, çocukların velayet hakkını taşıyan ana ve babanın kendi dini ve felsefi inançlarına, diline ve kültürüne göre yerine getirmek zorundadır. Üstelik bu uluslar arası anlaşmalarla tanınmış bir haktır.
MAZLUMDER, kuruluşundan bugüne geçen süre zarfında, eğitim-öğretim süreçlerinde insanın hakkını, hukukunu, onurunu ve özgürlüğünü kısıtlayan her türlü uygulamaya karşı mücadele etmeyi önemli bir sorumluluk saymıştır.
Bugün, bu sorumluluğun bir gereği olarak yeni bir kampanya daha başlatıyoruz:
TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU KALDIRILSIN!
Talebimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılmasıdır.
MAZLUMDER olarak, talebimiz karşılanana kadar sürdürmeyi planladığımız bu kampanyanın, eğitim sisteminin temel sorunlarına ilişkin önemli ve gerekli tartışmalara zemin hazırlayacağına inanıyoruz.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kaldırılması, şüphesiz eğitim sistemindeki tüm sorunların çözümünü sağlamayacaktır! Fakat zorunlu eğitim anlayışının sorgulanmasından, alternatif eğitim modellerinin geliştirilebilmesine kadar birçok konunun gündeme gelebilmesi için önemli bir başlangıç sayılacaktır. Ayrıca toplumun; eğitim sistemindeki siyasi ve ekonomik güçlerin dayattığıanlayışlardan ve amaçlardan kurtularak, kendi isteği ve ihtiyaçlarına uygun bir eğitim verebilmesinin yolu da açılacaktır. Eğitim-öğretim hizmetlerinde tepeden dayatmacılığın yerine, toplumsal taleplerin karşılığını bulabileceği pedagojik anlayışlar ve okullar ortaya çıkacaktır.
MAZLUMDER, adil ve özgür bir gelecek için eğitim sisteminin özgürleştirilmesi gerektiğini savunmakta, eğitimde devlet tekelinin kalkması beklentisini paylaşan herkesi kampanyasına güç katmaya, destek vermeye çağırmaktadır!
MAZLUMDER
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği
DERSANELER KAPATILSIN, ÖZEL ÜNİVERSİTEYE DÖNÜŞSÜN. 451.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Kocaeli İnanç özgürlüğü Platformunun 451. hafta basın açıklamasının konusu dershanelerdi. Basın açıklamasını Platform adına, İnsan hakları Savunucuları Derneği Genel bşk.yrd. Orhangazi Ergin yaptı.
Destek veren vatandaşlar ellerinde,” dershaneler kapatılsın” yazan pankartlar taşıdı.
BASIN AÇIKLAMASI:
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 9.YIL, 451.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli halkımız ve basın mensupları, 9.yıl, 451.hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz.Haftalardır ülkemizde süren dershaneler konusunda, bu hafta bir insan hakları derneği olarak görüşlerimizi açıklamak istiyoruz. Üniversite sınav maratonu çocuklarımızı senelerdir psikolojik bir cendereye almış durumdadır. Ailelerin, evlatları için gelecek kaygısı, bu konuda maddi manevi hiçbir fedakarlıktan çekinmeyişi, ortaya üniversiteye hazırlama sektörünün çıkartmıştır. Çok sayıda insansın ekmek yediği, bir geçim kapısı haline gelmiştir. Bu günlerde hükumetçe kapatılacağı yolundaki beyanlar bazı kesimlerde büyük tepkilere yol açmış durumda.
İnsan hakları derneği olarak, çocuklarımızın , üniversiteye yetiştirme adı altında, bu maratona sokulmasını bir çocuk hakları ihlali olarak görüyoruz. Çocukluk bir daha geri gelmeyecektir. Çocuklarımızın gelecek endişeleri ile, bir çocuk olmaktan daha ziyade, üniversite kazanmaya programlanmış bir robotlar haline gelmesi, bize göre bir çocuk hakları ihlalidir. Dershanelerde, eğitim dışındaki zamanlarda , çocuklarımızın nefes almaksızın !, bu yarışa hazırlanmasını insani bulmuyoruz. Hükumet kapatılacağını açıklayarak, insan hakları ve çocuk hakları açısından önemli bir karara imza atmıştır. Bu konudaki tepkilerde anlamakta zorlanıyoruz. Elbetteki çok sayıda insnaın geçimini sağladı bir sektörü ortadan kaldırmak uygun değildir. Fakat dershane sektörünün başka alanlara kaydırılarak, ticari hayatlarını sürdürmesi garanti edilmesine rağmen, sanki burada son nokta konulmuşçasına tepkiler verilmesi anlamsızdır. Bu tepkileri aşırı ve haksız buluyoruz. Ortada üniversitelere arz, talep dengesizliği yüzünden sağlıksız işleyen bir yapı var. Ülkenin selameti ve anaysa göre sosyal devlet olması özelliği açısından, hükumetin halkın çıkarlarına uygun değişikliklere gitmesi gayet doğal ve gereklidir.
Şu var ki üniversiteye gitmeye talep çok, alınacak öğrenci sayısında arz kısıtlı olduğu sürece, üniversite imtihanında öne çıkmak için, halkın ders alma talepleri devam edecek ve bu kayıt dışı gizli bir sektör oluşturacaktır. Herkes biliyor ki, dershaneler devlet okullarındaki yetenekli !, öğretme kabiliyetleri olan !, öğretemneleri bünyelerine almakta ve bunun için en iyi imkanları tanımakta. Hükumetin yapması gereken kapanacak dershane işletmelerini özel okullara dönüştürmekten ziyade, bünyesinde barındırdığı yetenekli eğitimcilerin ilimi kariyerlerini tamamlatarak, üniversite eğitimcisi haline gelmesini sağlamak ve çok sayıda yeni özel üniversite açılmasına imkan tanımak olmalıdır. Dershanelerin özel okula çevrilmesi sorunu çözmez.
Bu ülkede senelerce Kemalist oligarşi tarafından özel üniversiteler açılması frenlendi. Sebep belliydi, ülkenin okumuş kesimlerinin devletin kontrolündeki Kemalist anlayışın tezgahından geçmiş olması isteniyordu. Özel üniversite yolu açılırsa, vakıflar, cemaatler, tarikatlar çok sayıda üniversite açarak !, eğitim alan insanların beyinlerini yıkar endişesi, özel üniversitelerin açılmasına rejim tarafından senelerce engel oldu. Son yıllarda bunun önün açılması, çok sayıda özel üniversite açılmasına sağladı. Fakat bu da yeterli olmayıp her her yıl çok sayıda öğrenci yurt dışına gidiyor ve bunun maliyeti yıllık 3-4 milyar dolarla ifade ediliyor. Devletin yapması gereken, üniversite hazırlık sektörünü, üniversite sektörüne dönüştürerek. İnsanımızın zaman ve parasının boşa gitmesine engel olmaktır. Yeni üniversiteler açılmasının önünü açmadığı takdirde, şu an faaliyetlerine son verilecek dershane sektörü mensuplarının eleştirileri haklılık payı kazanacaktır. Fakat çok sayıda özel üniversite açılır ve liseden mezun olanların tamamı sınavsız üniversiteye girerse, zaten bu sektöre ihtiyaç kalmayacaktır. insanımız para ve zaman harcayarak dershane 1.sınıfa, ardından üniversiteyi kazanmayıp dershane 2-3-4.lara sınıflara gitmek yerine, bir özel üniversiteye kaydolarak üniversite 1-2-3-4. sınıflara gitmesi, zamanını ve parsını bu yolda harcaması en doğru ve güzel olanıdır. Çocuk hakları ihlali olarak gördüğümüz üniversite sınav yarışına, hükumeti en kısa zamanda son vermeye, dershane sektörü mensuplarını itidalli davranmaya davet ediyor, basın açıklamamıza katıldığınız için teşekkür ediyoruz.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ