Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 418. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.
Batılı ülkelerin emperyalist siyasetleri yüzyıllardır mazlum ...ve mağdur coğrafyalara kan kusturmaktadır. Özellikle yer altı kaynakları açısından zengin olan ve bu kaynakları gün yüzüne çıkarma konusunda ellerinde yeterli imkânı bulunmayan topraklar batılı ülkelerin adeta hışmına uğramaktadır. Sömürgecilik faaliyetlerinin altında bu ekonomik gerekçelerle gücünü katlamak hedefinin yanında birde kültürel asimilasyon ve misyonerlik faaliyetleri yatmaktadır.
Fransa, tarihini sömürgecilik faaliyetleri ile yazmış bir ülke olarak hafızalarımızda yer etmiştir. Afrika kıtasında ilk sömürgecilik faaliyetine başlayan ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Fransa; Cezayir, Senegal, Gine, Tunus, Mali, Çad, Nijer, Orta Afrika Cumhuriyeti, batı Sudan, Gabon, Benin, Fildişi sahili, Fas, Kamerun, Somali ve Cibuti gibi pek çok ülkeyi sömürgesi haline getirmiştir. Özellikle Afrika kıtasının büyük yer altı zenginliklerini adeta kurutmuş, sömürgesi altındaki topraklarda dilini zorunlu kılarak kültürel asimilasyona neden olmuştur. Sadece Fransa’nın ekonomik çıkarlarını gözeten sömürgeci zihniyet, siyaset ve eğitim alanında uyguladığı asimilasyon ilkesi sebebiyle milli değerleri unutturup yerine kendi kültür ve değerlerini yerleştirmeye çalışmıştır. Artan maliyetler ve sömürge halkların ayaklanmaları ile diğer sömürgeci devletlerin yaptığı gibi Fransa’da 1900’lü yılların ortalarında işbirlikçi hükümetler, etnik ve dini kan davaları ve siyasi çalkantılar bırakarak bu ülkelerin çoğundan görünüşte çekilmiş ve ülkeler sözde bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu ülkelerde istikrara yönelik bir çaba ortaya çıktığında emperyal güçler müdahil olmakta ve ülke kaos ortamına yeniden sürüklenmektedir.
Bugün Orta Afrika Cumhuriyetinde sömürgeciliğin neden olduğu siyasi, dini ve insani bir kriz yaşanmaktadır. 2013 yılında Büyük çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Seleka koalisyonu darbe ile işbaşına gelen ve yolsuzluk ve ülkede estirdiği şiddetle tanınan Francois Bozize yönetimini devirmiş ve ülkedeki farklı dini grupların bir araya gelerek oluşturduğu bir geçiş hükümeti kurmuştur. Geçiş hükümetinin kurulmasından sonra Seleka koalisyonu dağıtılmış ancak buna karşın ülkedeki Hıristiyan çeteler ve Bozize taraftarları Anti Balaka adı altında örgütlenerek Seleka koalisyonu üyeleri ve Müslümanlara karşı insanlık dışı şiddet uygulamaya başlamışlardır. Anti Balaka adlı örgüt Müslüman köylerini, camileri ve Seleka üyelerinin evlerini basarak infazlar gerçekleştirmekte çocuklarda dâhil insanların boğazını kesme, hamile kadınların karınlarını deşme ve insanları timsahlara canlı canlı yem etme gibi insanlık dışı eylemler gerçekleştirmektedirler.
Bu olayları fırsat bilen Fransa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bir karar çıkartarak ülkedeki asker sayısını arttırmıştır. Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki şiddet olaylarını sözde sonlandırmak için harekete geçtiğini söyleyen Fransa tek taraflı olarak Müslümanlar üzerinde baskı kurmuş ve Seleka üyelerini silahsızlandırma adı altında Müslüman mahallelerine girerek silah ve kesici aletleri toplamıştır. Bu tek taraflı silahsızlandırma Müslümanların gücünü kırarak adeta anti balaka militanlarının önünü açmaktadır. Fransa’nın varlığından ve izlediği politikadan cesaret alan Hristiyan çeteler eli ile Müslümanlar adeta sistemli bir soykırıma maruz bırakılmaktadır. Ülkeye barış ve huzuru getireceğini iddia eden Fransa’ya karşın yaşanan bu olaylar sonucunda 2.2 milyon kişi yardıma muhtaç duruma düşmüş,1 milyondan fazla kişi evini terk etmek durumunda kalmış ve en az 1.000 kişi öldürülmüştür. Ülke nüfusunun 4,5 milyon olduğu göz önünde bulundurulduğunda durumun vahameti daha net olarak algılanacaktır. Çatışmaların önüne geçilmemesi durumunda tüm bölgeyi saracak din temelli savaşların yaşanması kaçınılmaz bir durum olarak gözükmektedir.
Sınırlı sayıdaki Medya organlarına yansıyan görüntülerde Fransız askerleri ve Afrika Gücü birliklerinin arasında dahi insanların can güvenliklerinin olmadığı ve insanların Müslüman oldukları gerekçesi ile askerlerinde aralarında bulunduğu kalabalıklar tarafından en acımasız şekilde öldürüldüklerine şahit olmaktayız. Batı her zamanki ikiyüzlülüğü ile medya karartması yaparak olayları gizlemekte ve yeri geldiği zamanlarda ise olayları çarpıtarak toplumların önüne servis etmektedir. Bizler sömürgeci Fransa’yı başta Cezayir ve Ruanda olmak üzere mazlum Afrika coğrafyasında milyonlarca insanı öldürmesi, sakat bırakması ve toplumlar içinde bıraktığı kan davaları ile tanıyoruz. Buradan Fransız yetkilileri başta olmak üzere tüm emperyalistlere seslenerek diyoruz ki; Orta Afrika Cumhuriyetinden, Mali’den, Çad’dan, Libya’dan, Suriye’den kısaca tüm mazlum coğrafyalardan elinizi çekin, yakmış olduğunuz bu ateş, başlatmış olduğunuz kan davaları bir gün dönüp muhakkak sizlerinde kapısını çalacaktır. Sizlerin bu toplumlara kan ve ölümlerden başka verebileceğiniz hiçbir şeyin olmadığını dün ve bugün net bir şekilde gösterdiniz.
Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşanan bu krizin aşılması için gerekli diplomatik girişimler derhal başlatılmalı, başta Afrika Birliği ve İslam Birliği olmak üzere bölgesel dinamikler harekete geçerek gruplar arasında barış görüşmeleri başlatılmalı ve şiddet olaylarının önüne geçilmelidir. Ayrıca ülkemizde faaliyet gösteren yardım kuruluşları acil ihtiyaçların temini için gerekli çalışmaları başlatmalı ve temiz içme suyu, yeterli beslenme ve temizlik malzemelerinin temini gibi acil ihtiyaçların bir an önce karşılanması için organize olmalıdırlar.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU
Kaostan Çıkışın Yolu Ümmet Bilincidir
Sakarya’daki 439. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde İslam coğrafyasındaki kaostan çıkış için ümmet bilincinin acilen yeniden canlandırılması gerektiği ifade edildi
Sakarya’da 9 yıldır devam yapılan adalet ve özgürlükler eyleminde, 439. hafta basın açıklamasını Diriliş Saati Dergisi adına Muhammed Emin Duman okudu. İslam coğrafyasında devam eden kaosun küresel güçleri memnun ettiği ifade edilen açıklamada, Duman, “Türkiye, Tunus gibi ülkelerde politik düzeyde devam eden karmaşa; Irak, Afganistan, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin, Libya, Bangladeş, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde kan ve gözyaşının sel haline geldi. Küresel güçler yaşanan kaostan son derece memnun. Bu durumun onların bu coğrafyadaki güvenlik, enerji ve yer altı/yerüstü kaynakları ile ilgili çıkarlarına daha çok hizmet ettiğinin farkındalar.” dedi.
İslam dünyasındaki kaotik ortamdan çıkışın yolunun ümmet bilincinin geliştirilmesinden geçtiği ifade edilen açıklamada atılması gereken adımlar şu şekilde sıralandı: “İslam coğrafyasında “ Küresel güçlerle uzlaşmak, ittifak kurmak Müslüman halkların zararına sonuçlar vermiştir. Bu hakikati görerek küresel zulme teslimiyeti reddedip bağımsız ve adil İslam devleti kurmayı hedef edinen plan ve programlar hayata geçirilmelidir. İslam coğrafyasına giydirilmeye çalışılan neo-liberal gömleğin ne denli tehlikeli olduğunun farkında olmalıyız. Ilımlı İslam veya Protestan İslam olarak isimlendirilen ve İslam’ın toplumsal tezlerini yok sayarak sadece bireysel anlamda inanç özgürlüğünün önünü açan neo-liberal tezlerin şirkin yeşile boyanmış şekli olduğunu görmek zorundayız.”
İslam ümmetinin etnisite veya mezhep üzerinden bölüp ayrıştıracak hesaplar yapıldığına dikkat çekilen açıklamada, Muhammed Emin Duman, “Şii-Sünni-Selefi-Alevi gibi sıfatlandırmalar üzerinden ayrışmayı ısrarla reddetmeliyiz. Tarihi ve siyasi arka plana dayanan mezhepsel farklılıkları olgunlukla karşılamalı ve tartışmalarımızı ümmet bünyesinde yapıcı bir şekilde yürütmeliyiz. Aynı şekilde Allah’ın bizi farklı kavimler şeklinde yarattığının bilincinde olup,Türk/Kürt/Arap/Fars vb. etnik kimliklerin ayrıştırıcı değil, bilakis zenginlik olarak addedildiği bir anlayışı ve uygulamayı öne çıkarmalıyız. Asıl olanın ümmet olduğu şuurunu taşımalıyız. Düşünce dünyamızı Kur’an ve sahih sünnet üzerine bina etmeliyiz. Bu husus sağlanmadığı zaman çok uçlarda dolaşan anlayışların ümmete tahakküm etmeye başladığını gözlemliyoruz.” dedi.
Basın açıklamasının sonunda Uludere/Roboski’de gerçekleştirilen katliama katılan pilotların ikisinin ordudan ayrılarak sivil havacılığa geçtiği, diğer pilotların ise psikolojik tedavinin devam ettiği belirtilerek, “Burada manidar olan bu katliamın emrini verenlerin hala açıklanmamış olmasıdır. Asıl suçluların ortaya çıkarılarak adaletin tesis edilmesini bekliyoruz. Asıl suçluları ve onların ifşa edilmesini engelleyenleri mutlak adaletin tesis edileceği kıyamet günü başlarına gelecekler için uyarıyoruz.” denildi.
439.Hafta Basın Açıklaması
ÜMMET BİLİNCİNİ KUŞANMALIYIZ!
İslam coğrafyasında kaos devam ediyor. Türkiye, Tunus gibi ülkelerde politik düzeyde devam eden karmaşa; Irak, Afganistan, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin, Libya, Bangladeş, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde kan ve gözyaşının sel haline gelmesi şeklinde tezahür ediyor.
Küresel güçler İslam coğrafyasında yaşanan kaostan son derece memnun… Bu durumun onların bu coğrafyadaki güvenlik, enerji ve yer altı/yerüstü kaynakları ile ilgili çıkarlarına daha çok hizmet ettiğinin farkındalar…
Türkiye’de son süreçte yaşananların bu ülkeye maliyetini ele alırken sadece ekonomi üzerinden okuma yapmak ciddi bir eksikliktir. 17 Aralık sürecinin “dindar camiadaki kokuşmuşluk” başlığı altında laik yazar ve çizerlere nasıl ilham kaynağı olduğunun unutulmaması gerekir. Küresel güçlerle dirsek teması içinde olan iç ve dış seküler aydınlar/ilim adamları bu süreç üzerinden, İslam’ın yegane tez olduğunu savunan tüm çevreleri mat etmenin mutluluğunu yaşıyorlar.
Suriye’de 150 bin kişi kirli iç savaşta öldü. Milyonlarca insan mülteci durumuna düştü. Halk açlık ve soğuk ile mücadele ediyor. Bütün şehir ve kasabalar harap olmuş durumda. Bu vahim tablonun kime yaradığına bakmak gerekir. Suriye’deki kaostan sadece Amerika ve İsrail karlı çıkmıştır. Suriye artık İsrail’in güvenliği açısından sorun değildir ve Filistin mücadelesi bir kalesini kaybetmiştir. Ayrıca mezhep tefrikası zirve yaparak ümmetin bölünmesi istikametinde önemli yol kat edilmiştir. Artık ümmet değil; Şii, Sünni, Selefi topluluklar gibi kavramlar ön plana çıkmıştır.
Türkiye ve Suriye örnekleri üzerinden izaha çalıştığımız bu tablo hemen hemen tüm İslam coğrafyası için geçerlidir.
“O halde yapılması gereken nedir” sorusunu sormalı ve bu soru çerçevesinde ayrıntılı düşünmeliyiz. Bu soruya cevap niteliğindeki görüşlerimizi kamuoyuna sunmak istiyoruz:
- İslam coğrafyasında “”Biz mağlup bir medeniyetin fertleriyiz, küresel güçlerle uzlaşmaktan başka çaremiz yok” şeklinde hakim olan anlayış ve bu anlayış çerçevesinde küresel güçlerle gerçekleştirilen ittifaklar, daima Müslüman halkların zararına sonuçlar vermiştir. Bu hakikati görerek küresel zulme teslimiyeti reddedip bağımsız ve adil İslam devleti kurmayı hedef edinen plan ve programların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
- İslam coğrafyasına giydirilmeye çalışılan neo-liberal gömleğin ne denli tehlikeli olduğunun farkında olmalıyız. Ilımlı İslam veya Protestan İslam olarak isimlendirilen ve İslam’ın toplumsal tezlerini yok sayarak sadece bireysel anlamda inanç özgürlüğünün önünü açan neo-liberal tezlerin şirkin yeşile boyanmış şekli olduğunu görmek zorundayız. Bu bağlamda İslami değerlerin yerine liberal değerlerin hakim kılınması doğrultusundaki düşünce ve uygulamalarla hesaplaşmayı şiar edinmeliyiz. Liberalizm ile hesaplaşmayı , aile, toplum ve devlet bazında topyekün gerçekleştirmemiz halinde sonuç alabileceğimizi unutmamalıyız.
- Ümmet bilincini kuşanmak zorundayız. Küresel zalimlerin İslam ümmetini etnisite veya mezhep üzerinden bölüp ayrıştırarak zayıflatma planlarını boşa çıkarmalıyız. Şii-Sünni-Selefi-Alevi gibi sıfatlandırmalar üzerinden ayrışmayı ısrarla reddetmeliyiz. Tarihi ve siyasi arka plana dayanan mezhepsel farklılıkları olgunlukla karşılamalı ve tartışmalarımızı ümmet bünyesinde yapıcı bir şekilde yürütmeliyiz. Aynı şekilde Allah’ın bizi farklı kavimler şeklinde yarattığının bilincinde olup,Türk/Kürt/Arap/Fars vb. etnik kimliklerin ayrıştırıcı değil, bilakis zenginlik olarak addedildiği bir anlayışı ve uygulamayı öne çıkarmalıyız. Asıl olanın ümmet olduğu şuurunu taşımalıyız.
- Düşünce dünyamızı Kur’an ve sahih sünnet üzerine bina etmeliyiz. Bu husus sağlanmadığı zaman çok uçlarda dolaşan anlayışların ümmete tahakküm etmeye başladığını gözlemliyoruz. Bu bazen Amerika ile iş tutmak şeklinde tezahür ediyor, bazen de Fatiha okumayı bilmiyor diye kafa kesmek şeklinde tezahür ediyor. İslam’ı temsil etmeyen bu tür anlayışları en hızlı şekilde dışlamak zorundayız.
Uludere katliamı ile ilgili medyaya düşen bir haberi sizlerle paylaşarak basın açıklamamızı bitirmek istiyoruz. Uludere/Roboski katliamına katılan 4 pilot bu katliamın manevi vebali nedeniyle uzun bir süredir psikolojik tedavi görüyordu. Bunlardan ikisinin ordudan ayrılarak sivil havacılığa geçtiği, diğer ikisinin de psikolojik tedavilerinin devam ettiği bildirildi.
Burada manidar olan ise bu katliamın emrini verenlerin hala açıklanmamış olmasıdır. Asıl suçluların ortaya çıkarılarak adaletin tesis edilmesini bekliyoruz. Asıl suçluları ve onların ifşa edilmesini engelleyenleri mutlak adaletin tesis edileceği kıyamet günü başlarına gelecekler için uyarıyoruz.
Diriliş Saati Dergisi
LİSE,ORTA, İLK OKULLARDA BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK GETİRMEYEN PAKETLER, DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ OLAMAZ.460.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
10 Yıldan beri başörtüsü eylemlerini aralıksız sürdüren Kocaeli İnanç özgürlüğü Platformunun 460.hafta basın açıklamasının konusu yeni demokratikleşme paketinde eğitimin her alanında başörtüsüne özgürlüğün adının olmayışıydı. Yapılan açıklamayla ilk, orta, lise de başörtüsüne özgürlük olmadan bu ülkenin nasıl demokratik?, özgür bir ülke olacağı soruldu. Basın açıklamasını İnsan hakları savunucuları Derneği genel başkanı Behlül Metin yaptı. Vatandaşlar” Demokrasi paketi, ilk, orta, lise de başörtüsüne özgürlük getirsin “ pankartları açtılar. Ayrıca demokrasi paketi ile, 5816 sayılı Atatürk'ükoruma kanunu, “tekke ve zaviyeler”kanun, şapka kanunu gibi bu çağa , insan hak ve özgülüklerine yakışmayan yasakların kalkması istendi.
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 9. YIL 458. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
İZMİT ÖZGÜRLÜK MEYDANI / HİCRİ 07 RABİULEVVEL 1435 / 07 ŞUBAT CUMA 2014
Değerli halkımız ve basın mensupları. 460. hafta basın açıklamamıza hoş geldiniz. Önümüzdeki günlerde çıkacak bir demokratikleşme çıkartılacak. Medyaya yansıyanlardan öğrenebildiğimiz kadarıyla, ulusalcı kesimlerin belli konularında talebelerine cevap olabilecek maddeler içerirken, görünen o ki bu paketin Müslümanlara hiçbir şey getirmeyeceği. Ulusalcı veya entelektüel çevreler, Kürt açılımından, Alevi açılımına kadar beklentilerini dile getirirken, talepleri için ortalığı yıkıp, dökerken, bu ülkede 90 seneden beri zulüm gören Müslümanlarda, gerek hak arama geleneği olmadığı için, gerekse hükümeti zor durumda bırakmak istemedikleri için sesleri çıkmamakta. İnançlı halkın üzerinde Kemalist rejimin zulmü ve yasakları devam etmektedir. İlköğretim ve liseler de başörtü yasağı hala sürmekte. Devletin hizmet veren öğretmeninin, başörtüsü ile ders vermesi bir insan hakkı olarak kabul edilirken, devletle hiçbir bağlantısı olmayan, devletin emrinde olmayan öğrencilerin, srbest kıyafet uygulamasına rağmen, başörtülü olarak eğitim hizmeti alması hala yasak.
Hükümetmilyonlarca kız öğrenciye, 3-5 bitmiş Atatürkçü, laikliği bahane ederek karşı çıkıyor diye, Müslüman halk çoğunluğunun, inanç özgürlüğü taleplerini görmezden geliyor ve demokratikleşme paketi bunlarla ilgili hiçbir madde ihtiva etmiyor. Demokratikleşme paketlerinde, en kısa zamanda ilk, orta ve lisede, öğrencilerin devletten kanuni güvence ile başörtülü olarak hizmet alma hakkının verilmesini bekliyoruz. Bu halkın beklemeye tahammülü kalmamıştır. Halkın inancına göre örtünmediği, çocuklarını inancına uygun giydirip okula dahi yollayamadığı ülkede siz hangi özgürlüklerden?, hangi demokratikleşmeden bahsediyorsunuz. Bu halk 3–5 Kemalistin, laiklik kisvesi altındaki, halkın yaşam biçimine müdahalesine, dayatmasına mahkûm yaşamaya mecbur mudur?
Pakette insan hakları ve Kemalist rejimin halkın yaşam biçimine tasallutu şeklindeki diğer dayatmalarla ilgili hiçbir konunun gündemde olmaması müslüman halkımız açısından üzüntü vericidir. Düşünceleri ifade özgürlüğü en temel insan hakkıdır. Hükümetten insan hakları derneği olarak talebimiz, düşünceleri ifadeyi suç konumuna getiren 5816 sayılı Atatürk'ü koruma kanununun bu paketle kalkmasıdır. Anayasa vatandaşa düşüncelerini özgürce ifade hakkı verirken, bu anayasal madde ile çelişen 5816 sayılı kanunla M.Kemal hakkında söz söylemenin ve eleştiri yapmanın önüne geçilmektedir. Son 21 yılda 2300' e yakın davaya ve mahkûmiyetlere sebep olan bu kanun Türkiye'ye yakışmıyor. İnsanlar hakaret ve şiddet olmadan, düşüncelerini özgürce ifade edemediği ülkede, siz hangi demokrasiden bahsediyorsunuz?
Hükümeti, vatandaşın dışarıda şapka giymesini zorunlu kılan “şapka kanunu” ile bir takım inanç gruplarının ritüellerini icra ettiği mekânlarınkapatılmasınadair “tekke ve zaviyeler” kanunu gibi özgürlüklerin önünü kesen kanunların kalkmasını demokratikleşme paketi kapsamına almaya davet ediyoruz. Bu ülkede Kemalist rejim 90 seneden beri vatandaşının yaşam ve giyim tarzına müdahale ediyor,hükümetlerbu konuda hiçbir şey yapmıyor!, bu kabul edilebilir bir durum değildir. vatandaşının yaşam biçimine müdahale etmek devletin hakkı değildir. Bu ülkede bir kısım vatandaşların kafayı çekme özgürlüğü varken, hala tekke ve zaviyeler” kanunuyla, tekkelerde zikir çekme yasağının olması, alenen halkın yaşam biçimine, inancınamüdahaledir. Hani laiklik insanların inançlarınıözgürce yaşamalarının teminatıydı?. Ülkede misyoner kilisesi açma serbestken, tekke açmak neden yasak?. Kafayı çekenin özgürlüğü kadar, zikir çekme özgür olmadığısürece, siz hangi demokrasiden?, özgürlüklerden bahsediyorsunuz?. İnsanlarazorla şapka giydirmeyi mecbur kılarak yaşam ve giyim biçimine müdahale eden kanunların olması bir ülkenin ayıbıdır. Çağ dışı mecburi şapka giyme kanununu, bu gün uygulamada olması dahi ülkemizi gülünç duruma düşürmektedir!, demokratikleştirme paketi ile çağdışı ve kemalist sistemin dayatmalarını sağlayan kanunlar! acilen kaldırılmalıdır. İnançlı insanların oyları ile iktidara gelenlerin çıkarttıkları demokratikleşme paketlerinin, onları iktidara getirenMüslümanhalkın değilde, ulusalcı kesimlerintalebelerinecevap vermesi çok acıdır.
Osmanlı imparatorluğunda bu yasaklar yoktu ve 100 yıl önce Osmanlı devleti, Türkiye Cumhuriyetinden çok daha özgür bir ülkeydi. Demokratikleşme paketleriyle, bu çağa uymayan, çağ dışı statükocu anlayışın tüm yasak ve dayatmalarının ortadan kaldırılıp, günümüzün özgürlük anlayışına uygun kanuni önlemleri, hükümet bir an evvel alarak, kendilerini iktidara getiren inançlı kesimin beklentilerine de cevap vermelidir. Alınmadığı sürece bu konudaki eleştiri ve tepkilerimizi, bir insan hakları derneği olarak sürdürmeye devem edeceğiz. Basın açıklamamıza katıldığınız için teşekkür ediyoruz.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ
335. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim Allah’ın Adıyla:
“Nice memleketler vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları yok ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. (Geride) Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar (bırakılmıştır.) Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ...ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur...”
( Hac Suresi 45-46. Ayetler)
Sevgili dostlar değerli basın mensupları,
“At izinin it izine karıştığı zamanlarda et rengi toz rengine dönüşür. Reyhan bitkisinden de ot kokusu gelir.” Fitne değerlerin ateşle imtihanı anlamına gelse de bu imtihan esnasındaki karışıklığa, bozulmaya ayırt edilememezlik haline de denir. Yani fesat manasına bozgunculuk manasına da kullanılır. Değerlerin, lafızların, sözlerin, görüntülerin birbirinden ayırt edilemediği, tozun dumana karışıp her şeyin karma karışık olduğu ortamlara fitne-fesad denir.
Batılın hak sözcüklerle ifade edildiği hakkın üzerine zorla batıl elbisesi giydirildiği, çirkinin makyajla güzelleştirildiği, güzelin çamurla kaplandığı, iyiden teberri edilip, kötünün dost görüldüğü, dostların düşmanlarının bayraklarıyla savaşa katıldığı zamanlarda yaşamak nasip olmuşsa insanlara işte o an yaşama isteğinin en zor olduğu zamanlardır...
Bir meşruiyyet tartışmasıdır sürüp gidiyor...Kimi işgalcinin meşruiyyetinden, kimi laik demokrat devletin meşruiyyetinden bahsediyor...Kimi meşruiyyetin kaynağının seçimler olduğundan bahsediyor...Seçilmiş hükümetlerin meşruiyyetini ilan ediyor...Kimileri de sivil olana meşru diyor diğerlerini gayri meşru ilan ediyor , bazıları yürürlükte olan kanunlara meşru ötekilere gayri meşru diyor. Bu karmaşa içerisinde hatırlatma vazifemizden dolayı bir kez daha söylüyoruz:
Meşru şeriattan gelir. Yani şer-i olana uyan demektir. Şer-i Şerife, İslam Hukukuna uyan meşru bu hukukun dışında olanlar gayr-i meşrudur. Dini kavramlar sizin savaşlarınızın delilleri olamaz. Kavramlarımızı kavganıza alet etmeyin. İnanıyorsanız bu kavramların muhtevasına teslim olun.
Suriye de ki iç karışıklıkta fiziki savaş devam ederken, kavramlar üzerinden de savaşın boyutu farklılaştırılıyor. Bir grup savaşını Hz. Ebu Bekir in savaşına benzetip mürtedlerle savaştığını ilan ederken, diğerleri Nehrevan yolunda Ali kisvesi ile Haricilerle savaşmaya gidiyor. Varlığını Huseyin dostluğu ile tanımlayanlar, Yezidin ordusu ile kolkola geziyorlar. Tağuti hükümetler sulh ve barış için bir araya gelip aleme nizamat veriyor. Herkes mazlum için ortada dururken ne gariptir ki hep mazlumlar ölüyor...Yapmayın etmeyin diyenlere birileri bi taraf olan bi şeref olur diyor.
Mazlumun yanındayız...Haklının yanındayız. Fakat meselelerin çözümünün sukunet ortamında olacağına, bu karışıklık içerisinde olmanın tehlikeli olacağına inanıyoruz. Çağrımız ve gayretimiz sulhadır. Sontasında da ıslahadır. Zalimle mücadele, mazlumla zalim ayırt edildikten sonra, sulhu ve ıslahı kabul etmeyen zalimedir. Bulanık suda balık avlayan bahtına ne çıkarsa ona razı olur...
Tarihin bir ibret levhası olduğu sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı tevhit ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 336. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 07 REBİULAHİR 1435 - 08 / 02 / 2014