1999 yılında İnsan hakları ihlallerine karşı kurulan Özgürder’in genel başkanlığını üstlendi. 1993 yılı Mimar Sinan Üniversitesi mezunu. 2 çocuk annesi olan Hülya Şekerci, Haksöz Dergisi’nde yazdı. Halen Haksöz sitesinde yazılarına devam etmekte olan yazar, başörtüsü ihlallerine karşı çalışmalarına devam etmektedir.
İslamiYöneliş: Özgürder’in kuruluşu ve kuruluş amacından söz eder misiniz?
H. Şekerci: Özgürder, 1999 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinde kuruldu. Malumunuz üzere başörtüsü yasaklarının yoğun olduğu, başörtü eylemlerinin Türkiye gündemini sarstığı, kamuoyu oluşturduğu dönemler 28 Şubat darbe dönemi süreci idi. Bu darbe sürecinde başörtülülerin gerçekten okul önlerinde bir direniş sergilemesi Türkiye tarihi açısından da Müslümanların direniş tarihi açısından da çok önemli bir dönemdi. Fakat çeşitli nedenlerle başörtüsü eylemleri azalmaya başlamıştı. Çünkü öğrenciler ekonomik olarak burada bulunmanın şartlarını hazırlayamıyordu. Bunun yanı sıra aileler karşı çıkıyordu. Başörtü eylemleri azalmaya başlayınca, başörtü mücadelesinde bulunan arkadaşların bir araya gelerek Türkiye’de önde gelen cemaat liderleriyle yapılan istişareler sonucu Özgürder kuruldu. Amaç, başörtüsü sorununun yeniden kamuoyunda canlı tutulması idi. Ama Özgürder kurulunca sadece başörtüsü olayıyla ilgilenmekle kendini sınırlandırmak istemedi. İnsan Hakları Derneği olarak, insan hakları ihlalinin olduğu her yerde Türkiye’de ve dünyada yerel ya da uluslar arası bütün insan hakları ihlallerine karşı gücümüzün yettiği oranda karşı çıkmayı planladık. 1999 yılından bu yana da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
İslamiYöneliş: Şuan ki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
H. Şekerci: Özgürder’i ilk kurduğumuz yıllarda çok sıcak gündem varolduğu için başörtüsü eylemleri düzenliyor ve başörtüsü zulmüne karşı çalışmalar yapıyorduk. Bu nedenle ilk kurulduğumuz yıllarda ilgi alanımız sadece başörtüsü olarak algılanıyordu. Fakat daha sonraki yıllarda işgale karşı düzenlediğimiz eylemler oldu. Irak işgaline karşı, Filistin’deki İsrail hegomanyasına, zulümlerine, katliamlarına karşı yaptığımız eylemler oldu. Bununla birlikte Şeyh Ahmed Yasin’in şehadet gününde İsrail konsolosluğu önünde yaptığımız eylemler oldu. Ayrıca F Tipi zulmüne karşı düzenlediğimiz çalışmalar oldu. Bu tür insan hakları ihlalleriyle ilgilenmemiz ve “islami referans” olarak ilgilenen bir kurum olmamız bizi öne çıkardı. İslami olduğumuzun altını çiziyorum. Çünkü biz hiçbir zaman İslami kimliğimizi gizlemedik. Gizlenmemesi gerektiğini düşündük. Çünkü son dönemlerde özellikle vakıf ve dernek gibi faaliyetler içerisinde olanlar bir sivil toplum arayışındaydılar. Sivil toplumculuk, sistemin kendisini hedef almayan, sistemin içerisinde bir takım basit lokal sorunları gidermeye çalışan yapılanmadır. Sonuç itibariyle biz kimliğimizi asla gizlemeden hatta İslami kimliğimizi ön plana çıkararak mücadele içerisinde olmanın doğru olduğunu düşünüyor ve bunu hedefliyoruz.
İslamiYöneliş: Kurulduğunuz yıllarda kamuoyunu meşgul ettiniz mi?
H. Şekerci: İlk yıllarda belirli gazeteler yani İslami camianın bazı gazeteleri tarafından basın açıklamalarımız duyuruluyordu. Fakat medyada her zaman bizim gibi düşünen insanlara karşı bir engel varolmuştur. Sonuç itibariyle her medya kendi bakış açısına göre olayı değerlendirmek istiyor. Yaptığımız basın açıklamalarını bile çarptırıp kendi çizgilerine doğru çekebiliyorlardı. Özgürder, işgale karşı düzenlediği eylemlerden sonra Türkiye kamuoyunda yeteri derecede bilinmese bile son yıllarda bilinen bir dernek. İlk dönemlerde şuandaki kadar tanınmıyorduk. Tanınsak bile daha lokal bir alanda sadece başörtü yasağına karşı çalışmalar düzenleyen bir dernek olarak biliniyorduk.
İslamiYöneliş: Sizce yasağa karşı çıkma ruhu eskisi gibi mi?
H. Şekerci: Aslında başörtüsü yasağına karşı Müslümanlar açısından hep farklılıklar vardı. Eylemler zincirine baktığımız zaman kimileri, “bu yasaklarla fazla hesaplaşmayalım, marjinal olmayalım” diyordu. Bazıları da polise çiçek dağıtan eylemler düzenliyordu. “Biz asla polise ve devlete karşı değiliz, sadece başörtü yasağına karşıyız” tarzında bir yaklaşım vardı. Bu, sorunun temelini görememekten ya da sorunun temelini görse de sorunla yüzleşme korkusundan kaynaklanıyordu. Aslında başörtü sorunu yalnızca 28 Şubat darbesiyle yaşanan bir sorun değildi. Başörtüsü sorunu, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri varolan bir sorundu. Çünkü modernleşme sürecinde kadın, modern kadın imajına büründürülmek isteniyordu. Kadının modernleşmesi için de başörtüsünü çıkarması gerekiyordu. Cumhuriyet projesinde kadın, modern olabilmek için başı açık olmak zorundaydı. 28 Şubat sürecinde Daha çok askeri hegomanyanın sonucu olduğunu görüyoruz. Bakıyoruz partiler iktidara gelmeden önce başörtüsü sorununu çözmek istediklerini söylüyorlar. Fakat iktidara geldiklerinde başörtüsü sorununu çözemiyorlar. Çözümler karşısında bir takım askeri engellerle karşılaşıyorlar. Doğrusu bu sorunu görmek ve bu sorunun üzerine cesaretle gidebilmek gerekiyordu. Bu noktada sıkıntılar vardı. Bugün de aynı sıkıntılar devam ediyor. Yeni iktidara insanların çoğu “bizim hükümetimiz” diye bakmaktalar. Böyle düşünenlere söylemek isterim ki, eğer bu iktidar sizin iktidarınız ise bu durumu daha fazla eleştirmeniz gerekiyor. Yani sizin iktidarınızda yanlışlıklar yapılıyorsa bu yanlışlıkları en çok sizin eleştirmeniz gerekiyor. Fakat kendi seçtikleri iktidarı yıpratmamak adına susmayı tercih ediyorlar. Bu, ferdi sorumluluğun yerine getirilmemesidir. Müslümanlar, Ak Parti iktidarının olduğu dönemde “başörtüsü sorunu niye çözemiyorsun?” diye daha fazla baskı kurmak zorunda idiler. Ama tam bir sessizlik hâkim. Bunun da halkın mücadele anlayışındaki eksikliklerden kaynaklandığını düşünüyorum. Hâlbuki iktidarda babanız bile olsa karşı koyabilmelisiniz.
İslamiYöneliş: Sizce bu halk patlamaya hazır bir bombaydı da bazı gizli eller AKP yoluyla bu halkın patlamasına engel mi oldu?
H. Şekerci: Ben halkın hiçbir zaman için patlamaya hazır bir bomba haline geldiğini görmedim. Çünkü bu halkın Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri genlerinde taşıdığı şeyler vardı. Bu da devlete itaat konusudur. Aslında bu sadece Osmanlı imparatorluğundan itibaren değil de hilafetin saltanata dönüşmesiyle meydana gelen bir şeydi. “Güvenliği bozmamak, sıkıntı çıkarmamak” tarzında bir itaat etme boyutu vardı. Bu durumun maalesef “dindar” denen kesimde yer aldığını görüyoruz. Bu kesimin haksızlıklara karşı müslümanca bir tavır koyuşları da yok. Haksızlıklara karşı örgütlenmeleri söz konusu bile değil. Tabi burada sadece halkın bilinç eksikliğinin değil, aynı zamanda sistemin çok baskıcı olmasının da etkisi var. Olaya tek boyutlu bakmamak gerekiyor. 10 yılda bir darbe olan ülkede yaşıyoruz. İşkence hanelerini, cezaevlerini insanlar görüyor ve bu da insanların gözünü korkutuyor. Onları da anlamak lazım. Buna rağmen insanlarımız özgürlük konusunda yeteri kadar hassas değiller. Ekmeklerini düşündükleri kadar özgürlüklerini düşünmüyorlar. Bu, en taraflı değerlendirildiği zaman “Türkiyede’ki halk patlamaya hazır bir noktadaydı da AKP bu patlama noktasını düşürdü” gibi bir yaklaşımın doğru olmadığını düşünüyorum. Belki CHP iktidarında daha fazla örgütlenmeler olabilirdi. Daha fazla sesler yükseltilebilirdi. Ama dediğim gibi sahiplenme olayı ile susabiliyoruz. Yani bunu sadece AKP iktidarına bağlamıyorum.
İslami Yöneliş: Tesettür konusunda yozlaşma mevcut. Buna karşılık vahyin bizlere bildirdiği örtünme şeklini anlatır mısınız?
H. Şekerci : Bu yozlaşma ile alakalı bir sorun. “Tesettürün yozlaşması” başlığı altında işlenebilecek bir konu. Fakat yozlaşmanın sadece kadınlar ve başörtüsü üzerinden tartışılmasına karşıyım. Yozlaşma her alanda gerçekleşti. Her alandan bir tanesi de başörtüsüydü. Müslüman erkekler eskiden “kredi almak veya banka ile iş yapmak” meselesini tartışıyordu. Bu tür işler uzak mesafede bulunuyordu. Ama şu anda böyle bir tartışma konusu bile yok. Sonrasında tüketim alışkanlıklarımıza baktığımız zaman beş yıldızlı otellerde kalmaktan tutun da tatil kültürüne kadar pek çok davranış değişikliği oldu. Yozlaşma, kadını ve erkeği ile her kesimde olan bir durum. Bunun tesettüre yansımasında da şöyle bir durum hâsıl oldu: ”Biz başörtülüyüz, ama sizden farklı değiliz yani biz de çağdaşız” gibi bir noktaya geldi genç kızlarımız maalesef. Bu da, bilinç yoksulluğundan kaynaklanıyor. Başörtüsü, tesettürün sadece bir parçasıdır, bütünü değildir. Yani insan sadece başına başörtüsü takarak -vahyi anlamda söylüyorum- tesettürü yerine getirmiş olamaz. Bunun içinde şekilden ziyade, sesin inceltilmemesi, halhal takılmaması gibi ölçüler de var. Bu da kadının dişi kimliği ile değil insani kimliği ile toplumun içerisine çıkabileceğini gösteriyor. Sadece başörtüsü ile değil, giydiği kıyafetinden konuşmasına, yürüyüşünden tavır ve davranışlarına kadar her şeyi ile tesettürü bir bütün olarak görmemiz gerekiyor. İnsanlar sadece başörtüsü takarak bu sorumluluğu yerine getirdiğini düşünüyor. Bu nedenle de çevremizde garip örtünme şekilleri ile karşılaşıyoruz. Bu örtünme şekline karşılık bazı kardeşlerimiz o şahıslar için, “çıkarsa daha iyi olur” diye düşünüyorlar. Böyle düşünmek yerine “düzeltse daha iyi olur” dememiz gerekiyor. Çünkü her şeye rağmen başına bir örtü takıyor. Bu dönemde başında başörtü olduğu için mini etek de giyse üniversiteye giremiyor. Dolayısıyla bu kızlarımıza karşı görevimiz, onları bilinçlendirmektir. Bizim 1990’lı yıllarda üniversitelerde örtündüğümüz başörtüsü, toplum açısından çok önemliydi. Ablalarımız model oluşturmuştu. Fakat bu model, halka yayıldığı zaman giderek bilinç düzeyini kaybetmeye başladı. Bir anlamda moda haline geldi. Halk olarak her şeyden etkileniyoruz. Etkilenmemek için ciddi bir duruş gerekli. Ciddi duruş, bilinç ve birikim olmayınca savrulma da kolay bir şekilde gerçekleşiyor. Ama ben yinede bunca olumsuzluğa ve yozlaşmaya rağmen bilinçlenen insan sayısının hiç azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünüyorum.
İslamiYöneliş : Aslında halkımızda bu ruh var da açığa mı çıkması lazım?
H. Şekerci: Halkta İslami duyarlılıklar yüksek. Ama biraz önce ifade ettiğim gibi muhafazakârlık seviyesinde yüksek. Yani atalar dini olarak düşünebiliriz. Bu duyarlılığı bilinç noktasına çıkarmamız gerekir.
İslamiYöneliş : Tarihe baktığımızda Müslüman kadının başörtüsüne ilk el uzatanın Yahudi olduğunu görüyoruz. Sizce günümüzdeki yasağın temelinde de Yahudi zihniyeti mi mevcut?
H. Şekerci : Elbette dünya tarihinde dünyanın gidişatına, ekonomisine baktığımızda Yahudilerin çok etkili olduklarını görüyoruz. Ama ben bütün sorunların çıkarıcısı olarak da Yahudileri görmenin yanlış olduğunu ve bunun tek taraflı bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Farklı ırklardan, kültürlerden ve dinlerden olan insanların bir zulüm üzerinde birleşmesi söz konusu. Olaya, kâfir ve Müslüman ikileminde bakmak lazım. Yani zulmeden ve zulmedilen olarak ayırdığımız zaman zulmedenlerin dini kökeni çok önemli olmuyor. Yani zulüm üzerinde birleşmeleri önemli. Biz Müslümanlar olarak bir insan zulme uğradığı zaman onun yanında olmak zorundayız.
İslamiYöneliş: Batıdaki başörtüsü özgürlüğünün arkasındaki sebepler nelerdir? Sizce ekonomileri için mi ülkelerinde bu özgürlük mevcut? Yoksa Arap cahiliyetindeki gibi bir özgürlük anlayışı mı var?
H. Şekerci : Aslında başörtüsü yasağının son zamanlarda batıda da başladığını görmek zorundayız. Eskiden ilköğretimde, ortaokulda, lisede hatta kamusal dediğimiz çalışma ortamlarında, başörtüsü serbest iken Avrupa’da da bir kısıtlama söz konusu. Almanya’nın bazı eyaletlerinde, Fransa’da ilköğretim ve lise dönemlerinde başörtüsü yasaklandı. Yasaklara karşı bir eğilim mevcut. 20 yıl öncesine nazaran Avrupa’nın çok rahat olduğunu söyleyemeyiz. Tabi buna rağmen Avrupa, Türkiye’ye nazaran özgürlük konusunda daha ileri seviyede. Fakat İslam, insanları etkilemeye başlayıp orada yayıldıkça Avrupa’da da tehdit olarak algılanmaya başladı. Bu durum, insanlık tarihi boyunca görülmüştür. Ne kadar özgürlükler olursa olsun İslam, yaygınlaşmaya başladığı zaman potansiyel tehdit olarak algılanacaktır. Günümüzde dünyada İslam potansiyel bir tehlike olarak herkesin gündemindedir. Eskiden komünizme doğru olan tehlike şimdilerde de Islama doğru çevrilmiştir. Biz Özgürder eylemlerini düzenlediğimiz yıllarda Avrupa’ya kesinlikle gidilmesi taraftarı değildik. Bunu yanlış görüyorduk. Buradaki eylemlerin ciddi şekilde desteklenmesi gerekiyordu. Ama insanlar bir şekilde batıya giderek okullarına devam ettiler. Avrupa’da da çeşitli sıkıntılarla karşılaştılar. Avrupa’da bir kimlik krizi yaşadıklarını düşünüyorum. Avrupa’daki rahatlık ve özgürlüğün etkisiyle çoğusu ülkelerine geri dönmedi. Mesela İHH, Pakistan depreminde başörtülü bayan doktor aradığında çağrısına cevap bulamamıştı. Avrupa’da okuyan arkadaşların çoğu Müslümanların bursları ile okuyordu. İnsanlar idealist olarak gidiyorlar ama realist olarak kalıyorlar. Mesele, Avrupa’da okuyup okumamak değil. İnsan burada da çözülebilir Avrupa’da da çözülebilir. Bizde biten bir şey bu. Biz gerçekten kişilik ve karakter olarak sağlam isek bizi kimse değiştirip dönüştüremez.
İslamiYöneliş : Hekimoğlu İsmail bizlere “Yunan mitolojisindeki kadınların feminist olduklarını ve erkekleri daha rahat öldürebilmek için sağ göğüslerini keserek yayları ile daha iyi isabet almayı sağladıklarını” ileterek bu kadınların günümüzde de modern feminizm dediğimiz şekle bürünerek vücutları ile ahlaki dejenerasyona sebep olarak düşmanlarını çökerttiklerini söylemektedir. Sizce de böyle midir?
H. Şekerci : Çıplaklık kültürü çok modern bir kavram. Yunanlılara baktığımız zaman asil olan kadınların örtündüğünü görüyoruz. Kadın ne kadar çok örtünürse o kadar çok asalet sahibidir. Hıristiyan ve Yahudi kültüründe de kadınların hep örtülü olduklarını görüyoruz. Aslında örtünme, İslamiyet’ten önce var olan çok ciddi bir gelenektir. Mesela bütün yörelerin folklor oyunlarına baktığımız zaman kadınların başında öyle ya da böyle bir örtü var. Son zamanlarda kadının açık olması 100-150 yıllık bir tarihe dayanır. Çok yeni bir tarihtir. Bu çok yeni olan tarih bize doğru olarak dayatılıyor. Yeni nesil şöyle düşünüyor: “Bu çağın gereklerine göre benim de açık olmam gerekiyor”. Hâlbuki dünyanın tarihine baktığımız zaman çıplaklığın ömrünün çok kısa olduğunu görüyoruz. Aslında burada yapılan şey kadına hakarettir. Kadının dişiliği ile değil kişiliği ile toplumda yer almasını sağlayan şey örtünmedir, yani İslamdır. Çünkü başörtü ile topluma çıktığınız zaman kadın kimliğinizi örterek insan olarak o toplumda varolduğunuzu ima ediyorsunuz. “Sekreterler şöyle giymeli, şarkıcılar böyle giymeli” diyenlere baktığımız zaman kadın sadece kadın olma özelliği ile ön plandadır. Bunun da kadına karşı çok büyük aşağılama olduğunu düşünüyorum. Eğer Feminizm gerçekten kadın haklarını örgütleyen ve bu hakları savunan bir oluşum ise bu çıplaklığa mutlaka karşı koymalıdır. Ama Feminizm, dünyada –özellikle de Türkiye gibi ülkelerde- kadının açılma mücadelesi olarak tanımlanıyor. İnsan dinlerden ve mitolojilerden bağımsız olarak salt aklıyla bile düşünse kadının bu kadar açılıp saçılmasına mutlaka karşı koymak gerektiğini anlar.
İslamiYöneliş : Müslüman kadına zulüm sadece üzerinde yaşadığımız topraklarla sınırlı değil. 1990lı yıllarda Bosna’da, Terorist Sırp askerleri kadınlara eşlerinin gözleri önünde tecavüz ediyordu. Irak’da savaşın başından itibaren binlerce kadın kaçırıldı. Çeçenistan ve Filistin’deki mahkum kadınların sayılarında patlama yaşandı.Tüm bu olanları değerlendirirseniz neler söylersiniz?
H. Şekerci : Bunca zulüm Müslüman kadınlar üzerinden yürürken olayın bir diğer boyutu da Müslüman kadının tarihinde saklı. İslam tarihi açısından baktığımız zaman bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Geleneksel anlayışta mücadele, tebliğ ya da İslami hareket deyince hep erkeler anlaşılırdı. Artık bu değişti. Bugün nereye giderseniz gidin erkekle beraber bir kadın unsurunu görürsünüz. Bu olmalıydı da. “Müminun suresi”nin ilk 10 ayeti cinsiyet ayrımı yapmamaktadır. Vahiy, mümin erkeler ve mümin kadınlar hitabını kullanmaktadır. Dolayısıyla burada ayrım yapmanın hoş olmadığını düşünüyorum.
İslamiYöneliş : Peki tüm bu zulümlere karşı ülfet mi hasıl oldu bizlerde? Yeterince bir şeyler yapabildiğimizi söyleyebilir miyiz?
H. Şekerci: Irak işgali öncesinde çoğu ülkelerde eylemler yapılmıştı. Irak’ı işgal eden İngiltere Amerika ve İsrail üçgenine baktığımız zaman Amerika ve İngiltere’de yapılan eylemlere katılanların sayısı Türkiye’deki eylemlere katılanların sayısından daha fazlaydı. Ayrıca buradaki eylemleri de sol kesim organize ediyordu. Bu eylemlere Müslümanların katılımı da çok azdı. Bu noktada üzerimize düşeni yapmadık. Hâlbuki Danimarka’daki karikatür krizinde bütün Müslümanlar ayağa kalkmıştı. Aslında karikatür krizini ve Irak savaşını ayırmamak gerekiyor. Yani Hz. Peygambere yapılan karikatür hakareti ile Irak’a yapılan işgal arasında hiçbir fark yoktur. Sonuç itibariyle orada Hz. Peygamber’in mesajına bir hakaret vardı, Irak’da da aynı suç işlenmekte. Yani insanlar Hz. Peygamber noktasında daha duyarlılar ama Irak’daki işgal noktasında bu kadar duyarlı değiller. Ben bunca zulüm karşısında sesimizi yeterince yükselttiğimizi ve Müslüman olarak sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi düşünmüyorum.
İslamiYöneliş: Eviniz ve çalışmalarınız arasındaki dengeyi nasıl koruyorsunuz?
H. Şekerci : Bu, bana çok sık sorulan bir soru. “Çocukları olan bir kadın olarak bu çalışmaların içinde yer almanız sıkıntıya sebebiyet veriyor mu?” diye sorular yöneltiliyor. Müslüman kadın, hayatını nasıl geçireceğine daha önceden karar vermiş olmalı. Ben “sadece bir eş ve çocuklarımın annesi” olarak mı hayatı mı sürdüreceğim yoksa “bunlarda benim sorumluluklarım ama ben Allah 'ın dinini yaşamak ve yaşatmak noktasında insanlara faydalı olmak istiyorum” deyip bu şekilde mi hareket edeceğim? Öncelik konumuzu belirlememiz lazım. Ben yaptığım işlerde eşimin de çok katkısının olduğunu düşünüyorum. Yaptığım çalışmalarda hiç bir zaman sorun çıkarmadı. Burada eş faktörünün çok önemli olduğunu düşünüyorum. Eşiniz çeşitli engeller dayatsa belki bunları aşabilirsiniz fakat sürekli bu engellerle uğraşmak zorunda kalırsınız. Bu durum insan ruhunda sıkıntı meydana getirir. Bu nedenle evlenmemiş kızlara çağrım “evlenecekleri kişiyi çok dikkatli şekilde seçsinler.” Eğer insan kararlı olursa eşi ve ailesi tarafından konan engelleri zamanla aşabileceğini düşünüyorum. Güzel üslupla karşı tarafa hitap etmek gerekiyor. Eşinize karşı ne yapmaya çalıştığımızı neden bir takım faaliyetler içerisinde olduğumuzu anlatmamız gerekiyor. Çocuklarımız da bir takım fedakârlıklarda bulunuyor, bu yüzden onlara da ne yapmaya çalıştığımızı seviyelerine göre anlatmalıyız. Zaman zaman eve geç gelebiliyorsunuz, şehir dışına çıkabiliyorsunuz. Bu noktada çocuklarınıza neden onları zaman zaman bıraktığınızı anlatmanız gerekiyor. Anlatınca zor da olsa çocuklar bir şekilde kabulleniyorlar.
İslamiYöneliş : Eskiden mücadelede önde olan abilerimiz-ablalarımız artık mücadelenin içinde dahi yoklar. Onların çoğu da kavramlarını ılımlaştırdılar. Bu sonuçları doguran sebepler nedir sizce?
H. Şekerci : Bu bir imtihan süreci. Bu imtihan sürecinde zaman zaman kaymalar tökezlemeler söz konusu olabilir. O dönemlerde daha sıcak gelişmeler vardı ve insanlar daha kolay motive oluyordu, ama hayatın içerisinde biraz önce bahsettiğim gibi evlilik ciddi bir imtihandır. Başörtü mücadelesinin içerisinde olan kardeşimizin bir kısmı yaptıkları evlilikler sonucu imtihanı kaybetme noktasına geldiler. Evlenerek ve çocuk sahibi olarak kaybedecekleri nimetleri çoğalmış oldu. Nimetler fazlalaşınca bunları kaybetme pahasına mücadelenin içerisinde yer almak istemediler. Bazıları rahata alıştılar, bazıları eşleri tarafından engellendiler. Bu saydıklarım bu imtihandan sapma noktalarıdır. Mücadele içinden çıkanlar olmasına rağmen mücadeleye yeni yeni katılan arkadaşlar da var. Ümidimizi kaybetmemeliyiz.
İslamiYöneliş : Şirk düzeni, Firavun, Karun, belam birde firavunun haksızlıklarına ses çıkarmayan köleleşmiş insanlardan oluşuyor. Ak parti şirk düzenindeki köleleştirmenin modern bir yansıması mı? Yani halkın fikirlerini köleleştiren modern bir araç mı?
H. Şekerci : Ak Partiyi tek kelime ile değerlendirmek kolay değil diye düşünüyorum. Ak Partinin iktidara geçmesini zafer olarak algılamanın ya da “CHP'den daha kötü v.s.” diyerek olayın bazı olumlu yanlarını görmemezlikten gelmenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Şunu da söylememiz gerekir ki, bizim Özgürden olarak partilerle hiç bir işimiz yok. Biz partilerden ve iktidardan tamamen uzağız. Her şeyimizle bağımsızız. Ekonomik, siyasi, düşünsel farklılıklarımız açısından baktığımızda Ak Parti ile çok şey değişmedi. Amerika ve İsrail ilişkileri değişmedi. Yani bu sistem bir şekilde devam ediyor. Buna rağmen Ak Partiye düşman olanlara “neden rahatsızlığınız var?” diye sormamız gerekiyor. Cumhurbaşkanının eşinin başörtüsünün tesettüre uygun olmadığını söyleyebiliriz. Müslüman kadınları doğru bir şekilde temsil etmemektedir. Ama buna rağmen diğer taraf neden bu kadar rahatsız? O mevkide başörtünün olmasını istemiyorlar, AKP’nin iktidarda oluşu halkın talebinin İslami yönde olduğunun göstergesidir. Halk, bu şekildeki bir yönetimle kendisini daha rahat ifade edebileceğini düşünüyor. Bu nedenle Ak Partiyi destekliyor. Peki, Ak parti bunun hakkını verebiliyor mu? Bence Ak parti bunun hakkını veremiyor. Halk, iktidarla yüzleşmediği sürece Müslümanlar açısından Ak partinin çok büyük açıklamalara sebebiyet vereceklerini düşünmüyorum. Ufak tefek faydaları olabilir. Avrupa birliğine giriş sürecinde uyum yasaları vardı. Orada bir takım düzeltmeler yaptılar. Dernek açabilmek kolaylaştı, dernek faaliyetleri kolaylaştı, bu olumlu yönleri desteklemek gerekiyor. Fakat bunları Ak parti veya farklı bir partinin yaptı diye değil, “kim halkın kendisini daha rahat ifade edebileceği olumlu sonuçlar meydana getiriyor ise bu olumlu sonuçlar iyidir” demenin bir sakıncası yok. Ama bu durumu yeterli görmek yanlıştır. Sıkıntımız bu yönde. İnsanların bu olumlu sonuçları yeterli görmesi, sıkıntılar doğurmaktadır. Mesela bugün başörtüsü yasağı kalkarsa başka sorunları yokmuş gibi rahat yaşayacaklar. Sorunun tehlike noktası burada.
İslamiYöneliş : Gerçek hayat gazetesinde “AKP, Hamas’a mı yoksa İsrail’e mi daha yakın” sorusunu Halid Meşal’e yöneltti. Sizce sorunun cevabı nedir?
H.Şekerci : Gönülleri Hamas’a icraatleri İsrail’e daha yakın olarak gözüküyor.
İslami Yöneliş: Kurban Bayramında Afrika’ya gittiniz, orada gördüklerinizi okurlarımızla paylaşır mısınız?
H. Şekerci : Afrika’nın küçük bölgelerinden biri olan Cubiti’ye gittim. Cubiti’de Amerika’nın en büyük askeri üssü vardı. Her yerde Amerika’nın üssü olduğunu biliyoruz. Bizzat kurulmuş o büyük üssü ve Somalili kardeşlerimizin bombalandığını görmek bizleri üzdü. Eskiden Fransız sömürgesi altında idi. Cubiti, 1977'de bağımsızlığını ilan etmişti. Bu bağımsızlığı ilan etme sözde bir ilandı. Zira oradaki insanların eğitim dili hala Fransızca. Ufacık köylere gittiğinizde çocukların size “bonjur” demesi canınızı acıtıyor.
Siyah insanların Fransızca konuşuyor olması sömürgeciliği iliklerinize kadar hissetmenize neden oluyor. Açlık, sefalet, yoksulluk en uç noktada. Oradaki Müslümanlar açlığı ve yoksulluğu en az seviyeye indirmek için bir takım faaliyetlerde bulunuyor. Fakat “sömürgeciliğe karşı olmadan açlık ve yoksulluğun çözülemeyeceğini” anlamak çok önemli. Oradakiler, yoksulluğa karşı durabilmek için sadece sömürgeye değil, onun iktidarına karşı da iş başında olmak zorundalar. Mücadele olmadığı sürece Cubiti’deki açlık ve yoksulluk bitmez. Çünkü sömürgeci sürekli açlık üretiyor, siz de açlığı gidermeye çalışıyorsunuz. Bataklığı kurutmadan sivrisinekleri bitiremezsiniz. Giden yardımlarda bu şekilde gitmeli. Bu şekilde o topraklara maddi yardım yapılırsa ve bilinçlendirme süreci oluşturulursa çok önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.
İslamiYöneliş : Peki, yardımlar düzenli bir şekilde yapılabiliyor mu?
H. Şekerci : Ben İHH ile gittim. Çok sistematik bir şekilde çalıştıklarını gördüm. Orada bir partner kuruluşla hiç beklemediğim kadar organizeli çalışıyorlardı. Hiçbir izdihama sebep vermeden, hiçbir aile açıkta kalmadan yardımlar yapıldı. 350 kurban kesimi yanında 200'e yakın yetim çocuk giydirildi.
İslami Yöneliş : Boykot bilincimizi nasıl oluşturmalıyız?
H. Şekerci : Cubiti’de çok fakir köylere gittik. Orada kulübe tarzında evler vardı. O evlerde saklanan kola şişelerini gördüm. Coca Cola üzerinden düşündüğümüzde, bunu kültür sömürgeciliğinin en basit şekillerinden biri olduğunu anlıyoruz. Coca Cola’ya yaptığımız boykotta, “amerikan tarzı yaşam biçimine karşı olmak” gibi bilinç taşımalıyız. Coca Cola’ya karşı boykot içerisinde bulunduğumuzda, boykotun Amerikan ekonomisini çökertmeyeceğini bilmeli ve bunun (zihinsel) arka planını düşünmeliyiz. Son zamanlarda yer alan boykot mallarının çokluğu halkın gözünü korkutuyor. Çok fazla ürün var ve insanların bazı markalarda alternatifleri yok. Bu malları halka dayattığımız zaman “ben bunların hangisini boykot edeceğim?” derken hiçbirini boykot etmemeye başlıyor. Kanımca daha sembolik ürünler seçilerek bunlar üzerinden boykot kampanyaları oluşturmalıyız. Mesela Cola bunlardan bir tanesi. Çünkü Cola, hem sağlığa zararlı bir içecek hem de bir simgedir. Bir yazıda okumuştum diyor ki; “Etiyopya’da özgürlük yok ama Coca Cola var. Bunun gibi Cubiti’de de açlık-fakirlik var ama Coca Cola da var. Bu nedenle daha geniş boykot kampanyaları yürütmek istiyorsak ürünleri küçültüp yürümemiz gerekiyor...
AYSUN ÇAKIR / İSLAMİ YÖNELİŞ