Fikri Akyüz/Yeni Şafak
Başsavcıdan 'hamdolsun' açıklaması!
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddianamesindeki “sav”ları yani “iddiaları” satır satır okudum.
İddia ediyorum ki bu savları okuduğumda bir tane dahi şöyle dört başı mamur bile değil bir başı mamur derecede “iddialı” bir delil bulamadım.
(Bu arada küçük bir ekleme yapmak istiyorum: Yukarıda zikredilen “sav” sözcüğündeki harflerin arasında nokta işareti yoktur. Yani o sözcüğün haşa “S.A.V.” yani Sallallahü Aleyhi Ve Sellem ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Kalkıp da laikliğe aykırı eylemlerin odağı olacak tarzda bir sözcük yazacak kadar kendimden geçmedim!!)
Evet iddianameyi okuyunca içlerinden iki tanesi özellikle “merakımı mucip oldu”..
Birincisi şu.. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan trafik kurallarını içeren bir kitap bastırmış; kitabın içinde şu yazılıyormuş: “Trafik kazaları takdir-i ilahidir..”
Tekrar yazıyorum: “Trafik kazaları takdir-i ilahidir..”
Şimdi bu cümlenin geçtiği bir kitabı bir partiyi kapatmak için gerekçe olarak sunan Başsavcı herhalde şu iki ihtimalden birini ya da ikisini birden aklına getirdi.
İhtimallerden biri şu: “Bir kamu görevlisi 'Allah'ın takdiridir' diyemez. Çünkü laik bir rejimle yönetiliyoruz. İnanan var inanmayan var..”
İkinci ihtimal de herhalde şudur: “Bu kitabı okuyan bir öğrenci trafik kazalarının takdir-i ilahi olduğunu düşüneceği için trafikte hiçbir tedbir almaz..”
Şimdi birinci ihtimalden başlayalım:
“Takdir-i ilahi” şayet bir kamu kurumunda kullanılamayacak derecede “dini” bir kavramsa o zaman devlet tiyatrolarında, Dante'nin yazdığı bir şaheser olan “İlahi Komedya” isimli oyun neden oynatılıyor?
“Efendim ama o bir oyun..” demeyiniz; derseniz ben de çıkıp “Ama siz de hukukla oyun oynuyorsunuz..” derim.
Evet ikinci ihtimale gelirsek: Şu yeryüzünde dini hassasiyeti azami derecede yüksek olan bir tek sürücü ya da yaya yoktur ki, trafik kazaları takdir-i ilahidir düşüncesiyle tedbirsiz olarak yola fırlasın ya da gözü kapalı araba sürmüş olsun..
“Nasıl olsa kazalar Allah'tan geliyor..” diyerek bir otobanın ortasında yatan bir insan büyük ihtimalle sarhoştur.
Eh sarhoş biri laikliğe aykırı eylemlerin odağı olabiliyorsa meyhaneler de kapatılsın!
Yani neresinden bakacak olursanız bakın, ortada “gayriilahi bir komedya” vardır!
Ve böyle bir komediyi pardon böyle bir iddianameyi yazabilme ferasetini ya da cüretini İtalyan yazar Dante'nin bile yazabileceği kuşkuludur.
İddianamede yer alan delillerden biri de bir genel müdürün “Hamdolsun ki..” diye başlayan bir cümle kurup cem-i cümlemizin laiklik damarını tam ortadan ikiye bölmesiymiş.
Neymiş? Bir kamu kurumu görevlisi dini bir kavram olan “Hamd” sözcüğünü kullanamazmış..
Yani hamdolsun ki askerlik yaptım!
Çünkü Diyarbakır'ın bir mezrasında askerlik yaparken yemekhanenin duvarında “Tanrımıza hamdolsun..” ibaresi yer alıyordu.
Biz askerler de günde üç öğün hem de bir astsubayın komutasında bu duayı okurduk.
Evet ne diyorduk? Bir genel müdür “Hamdolsun ki..” dedi diye bir partinin kapatılması istenebiliyormuş.
Peki laikliğin yılmaz bekçisi Yalçınkaya, laikliğin yılmaz kalesi kışlaları ne zaman kapatacak?!
Öyle ya, kışlalar tekke midir, zaviye midir, dergah mıdır?
Ya da kışlalar “Komşu, kızını zapteyle; bizim oğlan aşıktır; dilo dilo yaylalar..” diye türkü “çığrılan” Kardeşler Düğün Salonu'nun pisti midir?
İlköğretim okullarında dini öğretim (eğitim değil..) talebine karşı “Ama okullarda ateisti var, agnostiği var; siz nasıl olur da inanmayan bir insana din öğretimi verirsiniz?” diyen siz değil miydiniz?
O halde, kışlada dini terimler kullanılıyor diye erinden genelkurmay başkanına kadar tüm askerlerin askerlik yapmasını beş yıl süreyle niye yasaklamıyorsunuz?!
Bilmediğim için soruyorum: Asker karşısında tir tir titrediğiniz için mi yasaklamıyorsunuz yoksa “Bize asker lazım, ülkemizi kim savunacak?” diye mi düşünüyorsunuz?
Peki bu memlekette kışlalar gerekli ise (Ki, elbette gereklidir..) TBMM gerekli değil midir?
Bu arada yukarıda kışladaki yemekten bahsederken yazmayı unuttum; ekleyeyim:
Kışladaki yemekhanede bir ara bir er duayı okurken “Allah'ımıza hamdolsun..” demişti de yemek yemeden önce “ara sıcak” olarak yüzbaşıdan okkalı bir tokat yemişti.
Ve bu tokadı atarken de “Sen nasıl olur da Tanrı'ya Allah dersin” demeyi de ihmal etmemişti.
Hatta yüzbaşı kendini tutamamış “Allah'ım bana sabır ver, şu askerlere bir türlü Tanrı dedirtemedim..” demişti!