Batı'nın Doğu'da Geçmeyen Akçesi: Laiklik

"Saltanat laikliği" ya da "Saltanat islamı" ile "T.C laikliği" ya da "T.C islamı" arasında derin bir fark vardır ki bu fark sebebi ile rejim tıkanıklığı söz konusudur.

İbrahim Küçük / Tevhidhaber

Laiklik tanımının tek kalıba oturamamasının sebebi; batı tipi laiklik ile doğu tipi laikliğin farklı şeyler olduğundandır. Dünyevi hukuku olmayan Hıristiyanlıkla barışık olabilen batı laikliğinin uğraşı terbiye ve ıslahla tanışmamış halk kitlelerini seküler tarzda yönetmektir. Oysa doğu tipi laikliğin uğraşı çok daha farklıdır ve uğraşıları daha detay olmak zorundadır. Çünkü doğu halkları batı halklarına göre daha vahiyli ve ahlaklıdır. Bu fark sadece dinsel anlamda olmayıp aynı zamanda örfsel anlamda da böyledir. Bu manada doğu tipi laikliğin dünyevi hukuku olan İslam ile barışık olamaması kaçınılmaz bir sonuçtur. Doğu insanının sarhoşken dahi gözettiği bazı ailevi değerleri batı insanı sağlam kafayla dahi gözetmeyecektir. Yani bir doğulu sarhoşun kapısını çalıp ortanca ya da küçük kızını o gece sinemaya götürüp götüremeyeceğinizi soramazken aynı verilere sahip batılı bir ailenin babası, delikanlının kapısını çalarak kızının sinemaya götürülmesini isteyebilir. İşte doğuda laikliğin pratize edilememesindeki etkili faktör doğu insanındaki bu tarzdır. Batı hayranı doğulu laiklerin bir türlü anlamak istemedikleri bu duruş sayesinde batı laikliğinin doğuda işlevsiz kalma ihtimalini artıracaktır.

Fransız ihtilali ile geldiği zannedilen batı laikliğinin Hz. Adem'den (a.s) var olan bir gerçek olduğunu mü'minler bilirler. Vahye rağmen görüş bildirmek ve vahye rağmen akıl yürütmeye tevessül etmek hep var olmuş bir hadisedir. Bu durumun cini öncüsü İblis, insi öncüsü ise Kabil'dir. İlahi emre rağmen "Ben böyle istiyorum" anlayışını 1700'lü yıllara kayıtlamak hem tarihsel hem de sosyal açıdan değerlendirme hatasıdır. Fransız ihtilalinden evvel laik anlayış manastır içerisinde ya da papaz cübbesi altında icra edilirken Fransız ihtilalinden sonra bu yönetim tarzı parlamentoya taşınmıştır. Tevhidi vahye dayanmadan vahye dayandığını iddia eden bir papazın akıl ve vahiy ilişkisinden uzak kendi dogmalarını vahiy gibi sunarak hayat tarzı belirlemesini laiklik dışı hukuk addedip laikliği getirmek acaba ne kadar makuldür? İnsanların inançlarından istifade ederek kendi akıllarınca bir düzen kuran manastır sahipleri ile insanların inançsızlığından istifade ederek kendi akıllarınca bir düzen kuran parlamento sahipleri arasında ne gibi bir fark vardır ki? Binaenaleyh laiklik Fransız ihtilali ile yeni bir gelmişlik göstermekten ziyade papaz cübbesinin altından parlamenter ceket ve kravatın altına geçiş yapmıştır. 

Batı laikliğinin evrim sürecini takip eden doğu laikçileri aynı tarzı doğuda işletmek isteseler de şartlar ve veriler aynı olmadığı için uyumsuzluk, gerginlik ve başarısızlık belirgindir. Doğu insanının inançlarından istifade ederek laik anlayışı saltanat cüppesi altında gizleyenler devrilip gitmiştir. Bu gün saltanat cüppesi yerine kurumlar çatısı altında aynı işlev sürdürülmek istenmektedir. "Saltanat laikliği" ya da "Saltanat islamı" ile "T.C laikliği" ya da "T.C islamı" arasında derin bir fark vardır ki bu fark sebebi ile rejim tıkanıklığı söz konusudur. Saltanat laikliğinde din bireysel anlamda özgür olmakla birlikte muamelat hukukunda da bireylere hak ve özgürlüklerini genel manada veriyordu. Hatta ukubatta dahi çoğu zaman böyle idi ama asıl önemlisi Saltanat laikliğinde "kamusal alan" diye tanımlanan Allah'ın(c.c) hükmünün gerektiğinde iptal edilip Saltanatın bekası için rey ve kıyasın hüküm sürdüğü yer sarayın içi idi. Saltanattan sonra kurumsal laiklikte halkın kamusal alanı evinin kapısından çıkınca başlıyor. Bu alan daralması sosyo-din bağlamında Osmanlı sınırlarının T.C sınırlarına çekilmesinden çok daha büyüktür. Yani İslam halkları ülke sınırlarını kaybetmekten öte dinin yaşama sınırları olan kamusal alan sınırlarını geri çekilerek terk etmek zorunda kalmıştır. Doğu laikliğinde uğraş; sınır kavgası konumunda iken batı laikliğinde uğraş; sınıf kavgası şeklindedir. Hatta bu sınıf kavgası Sovyet ihtilalinide doğurmuştur. Batı ve doğu laikliğinde her ne kadarda ortak payda laiklik gibi gözükse de sınıf ve sınır gibi iki ayrı pay doğu laikliğinin uğraş alanı açısından daha çook işi olduğunu gösteriyor. Batı laikliği kilise dışarısına zaten çıkamayan Hıristiyanlığa ihtiyaç duymaktadır. Ahlaki çöküntünün birazcıkta olsa önün geçmek için haftada bir günlük bir din hep teşvik edilmektedir. Ama ne kadar da teşvik ederseniz edin Hıristiyanlığın kendisi asla 7 günlük din olamayacaktır. Bunun içindir ki batı laikliği Hıristiyanlığı tehlikeli bir irticai din olarak görmez. Batı halklarının nefsi azgınlıklarını ve ilah tanımazlıklarını yedide yediden yedide altıya düşürmek için laik sistem bir uğraş vermek zorundadır.

Doğu laikliğinde ise durum daha farklıdır demiştik. Kur'an ve sünnet ile tanışmış, mescitlerinin duvarlarına tarih boyu Raşit halifelerinin ve ehl-i beyt'in isimlerini kazımış bir ümmetin laiklik entegrasyonuna girebilmesi için kulluk oranının yedide yediden yedide bire düşürmeye çalışmak tabiî ki zor olacaktır. Tahrifattan sonra pazarlık din haline gelen Hıristiyanlığı pazarlık din olarak ayakta tutmakta zorlanan batı laikliği hayretle gözlemektedir ki tarih boyunca 7-24 olmuş İslam dinini cumalık din haline doğu laikliği nasıl dönüştürebilecektir. Batı laikliğinin bu konudaki tavsiyeleri bellidir. Yediden bire indirmek için nefsi azgınlıkları körükleyerek, kanun ve faaliyetler icat ederek, kamusal alnı genişleterek vahiy alanını daraltmak bu tavsiyelerin belli başlıcalarıdır. Karma eğitimden pop star yarışmalarına kadar, futboldan bale okullarına kadar tüm faaliyetlerde vahiysiz bir süreç başlatarak yediden bire indirmenin yolları aranmaktadır. Okuldaki kız ve ya erkek arkadaşı ile cinsel ilişkiye girebilecek kadar vahiysiz ancak öğretmenini bıçaklamayacak kadar terbiyeli bir öğrenci tiplemesi isteniyor. Bu öğrenci tipi belki batıda olabilir. Doğuda bu iş zordur. Batı insanı yedide bire alışıktır. Doğu insanı ya yedide yedidir ya da hiç! Bu manada batı laikliğinin yardım aldığı muharrif din beslenip büyütülse de pazarlıktır. Oysa doğu laikliğinin yardım almak istediği tevhid dini budanıp makaslansa da cumalık kalıbına sığmayacak kadar kapsamlıdır. Tırnaklarının nasıl kesileceğini dini tarafından belirlenmiş olduğunu bilen tevhid dini mensuplarına başörtüsünü unutturmanız imkansız gözükmektedir. Vergi ve elektrik parası gibi konularda İslam'ın kul haklarından dem vurarak tevhid dininden yardım almaya kalkışan laik sistem ayakta kalmaya çalışırken vaazlarda bahsi geçen Allah ve Resulü gibi kavramların başka alanlara da müdahale ettiğini insanlar öğrenince ne yapacaksınız? Ilımlı ve haddini bilen batı ilahı ile "Sana her konuda bir şeriat verdik, ona uy. Nefislerine uyanlardan asla olma" (Casiye 18) diyen doğunun da batınında Rabbi olan Allah-u Teala'yı aynı kalıba sokmaya kalkışanlar ne zaman akıllıca düşünecekler?

Tüm imkânlarını yedide altı "Allahsızlığa" seferber eden doğu laik sistemleri tıkanmaya mahkûmdur. Sadece İsa'nın(a.s) duasını bilmeyen ya da Musa'nın(a.s) asasına tutunmayan hem İsa'nın(a.s) duasına hem de Musa'nın(a.s) asasına muktedir bir ümmeti yerinden oynatmak dağları yerinden oynatmaktan zordur. Sayısal ve hissedilir azlıktan dolayı bu yazdıklarımız edebiyat gibi gözükse de bu coğrafyayı çeşitli projeler ve programlarla batılılaştırmaya çalışan ABD ve İsrail uşakları bilsin ki muhatapları şunlardır:

* Biz henüz vahyi tanımadan dahi Muhammed(s.a.v)'e cezp olmuş birer Zeyd'iz(r.a). Hz. Hatice' nin(r.ah) elimize tutuşturduğu yavan ekmeğe kanıp sokaklarda koşuşturacak kadar çocuğuz.

Uhud'da Hamza'sını kaybetmiş kadar yetim, Cafer-i Tayyar'ın yetimleri kadar sahipliyiz ve biz hicret mağarasına yuva yapacak kadar cesur ve özgür güvercinleriz. Sonra biz suyumuzu Hz. Fatıma'nın(r.ah) nasırlı elleriyle kuyudan evine taşıdığı kaptan içtik. Bunun için Kerbela'da susuzluğa katlanabildik. Hiç bırakmadık yedinin yedisini. Hatta kimimize yedilerde yetmedi yedi güne yedi geceyi de kattı. Letafet hamurumuz Ebu Bekir'den(r.a), Celal hamurumuz Ömer'den(r.a), edep ve hilm hamurumuz Osman'dan(r.a), ilim, hikmet ve pehlivanlık hamurumuz Ali'den(r.a)dir ve daha hamurumuzda nice mayalar vardır ki ekmeğimiz bazen Bedir'de bazen Kerbela'da bazen Ebu Hanife'nin(r.a) şehadet zindanında bazen de Ahmet ibni Hambel'in(r.a) işkenceye uğradığı mahzende pişmiştir. Siz tüm gücünüzle, tüm imkanlarınız, entrika ve komplolarınızla üstümüze gelin bakalım gelin ne kadar olursanız olun gelin, ne olursanız olun gelin. Bir milyon katilde olsanız gelin "siz isteseniz de istemeseniz de Allah nurunu tamamlayacaktır" çatlasanız da, patlasanız da, öfkenizden geberseniz de bu böyledir. Hz. Hatice'nin(r.ah) kuru ekmeğiyle avunup Hz. Muhammed'in(s.a.v) peşine düşenlere selam olsun.

Arşiv

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı
Abdurrahman Dilipak: Gelin yeniden iman edelim