Bu sütunda, arefe günü yazısında Suûdî rejiminin kendi hâkimiyet alanını da aşacak ve hemen bütün Arab dünyasında ve müslüman toplumlarda etkisi olacak şekilde yap(tır)dığı propaganda sâyesinde kendisine aykırı kim varsa onları suçladığına değinilmiş ve Suûd’da yaşayan bir uzman arkadaşın ağzından hele de İkhwan-ul’Muslîmin (Müslüman Kardeşler) Teşkilatı ve ikinci sırada da İran konusunda çok sert ve onları Müslüman bile saymayan tutumlarına değinilmişti. Bugünlerde, Suûd medyasında Türkiye Hükûmeti’nin uygulamalarından duyulan rahatsızlığa dair yayınlar da bu listeye eklenebilir.
***
O yazı üzerine bazıları Suûdî’yi savundu, bazıları da İran’ı..
Tabiatiyle Suûd konusunda görüş belirtmekle İran hakkında görüş belirtmek aynı şey değil.. Çünkü, Suûdî rejimi bir hanedandan ibaret.. Kişi onlara tarafdar veya karşıt olabilir. Ama, İran denilince bir coğrafya.. Bir coğrafyaya dost veya düşman olmanın bir mantığı yoktur. Elbette İran’dan maksad, İran yönetim mekanizmasıdır, ama yinede bir ülkenin bütünüyle bir dostluk veya düşmanlık konusu olmasının sağlıklı bir mantığı yoktur. Bu hususa dikkat edilmez ve ülkeler ve halkları toptan muhatab alınırsa, mukabil ve sağlıksız savunma refleksleri bile ortaya çıkabilir.
***
Aynı durum, Türkiye için de geçerli.. Sözgelimi, diplomaside, Türkiye siyaseti hakkında görüş belirtilirken, hükûmet eden güçlerin yaklaşımları bütün ülkeye aid imiş gibi, ‘Türkler şöyle yaptı- yapıyor ve düşünüyor’ cümleleri kuruluyor.
Halbuki, bu gibi bütün bir halkı içine alan ifadeler sağlıksız bir durum ortaya çıkarır ve sanılır ki, bir ülkedeki hükûmetin uygulamalarını bütün bir halk kabul ediyor. Bütün bir halkın Hükûmet edenlerle aynı duygu ve düşüncede olduğu söylenemez. Elbette bir hükûmet efkâr-ı umûmiyeyi, kamuoyunu yönlendirmek gücünü yitirirse, hükmetme gücünü de büyük çapta yitirir. Amma, hele de iletişim teknolojisinin oldukça geliştiği ve yoğunlaştığı günümüzde on milyonlardan oluşan toplumların bütünüyle tek tip bir düşünceyi, inanarak benimsemesi muhal derecesindedir.
***
Sözgelimi, hükûmet ve hükmetme gücünü elinde tutanların görüşlerinin bütün İran’ı yansıttığı gibi görüşler de yanlıştır ve İran toplumunda da farklı düşünenler vardır. Esasen, psikolojik savaş vasıtalarının ve taktiklerinin bu kadar gelişmiş olduğu bir zaman diliminde başka türlüsü düşünülemez ve herhalde olması da temenni edilemez.
Nasıl ki, Suûdî’de aykırı görüşlerin kamuya açık yayın organlarında dile getirilmesi mümkün değilse, İran’da da hâkim güçlerin belirlediği siyaset dışında görüş serdetmek mümkün değildir, ama, yine de görüşlerini internet sitelerinde dar çerçevede de olsa dile getirenler yok değil.
***
Alınız size bir örnek.
İran’ın mütefekkir simalardan Dr. S.Muhammed Mehdi Caferî’nin bir makalesi, internet sitelerinde kalmış olsa bile, emperyalist-şeytanî güçlerin kurduğu bir oyuna daha gelinmek üzere olunduğunun feryadını yükseltmesi açısından çok önemli. Çünkü o, Arablarla İran arasında yeni bir savaş ateşinin tutuşturulmak istendiğine işaretle uyanık olunması çağrısında bulunuyor ve Saddam Irak’ı ile başlayan ve 8 yıl süren kanlı savaşın bir benzerinin daha tezgâhlandığına ve Rusya’nın arkasından giderek, ona güvenerek Arab rejimlerine galebe çalınacağı hayaline kapılanlar bulunduğuna dair ciddî ikazlar yapıyordu.
*
Bir başkası da, 1980-88 arasında, iki taraftan en az bir milyondan fazla insanı eriten İran-Irak Savaşı öncesinde, İran’ın nüfusunun Irak nüfusunu üçe katladığından ve zaferin kesin gözüktüğünden hareketle, bugün de aynı mantığa dayanarak yapılacak bir değerlendirmenin esaslı yanıltıcı olacağını ve geçmişteki hatalara tekrar düşülmemesi gerektiğini dile getiriyordu.
***
Evet, Müslüman halklar parça- bölük ve her birisisahih İslamı kendilerinin temsil ettikleri iddiası içinde, şeytanî iştihalara yem oluyorlar.
Bayram günlerinde sohbetlerimizin mihverlerinden birisi de Müslüman halkların içine düşürüldükleri bu elem verici manzaraya karşı ne yapılması gerektiği konusu olsun.
Var mıyız, böyle bir beyin jimnastiğine?
stargazete