Müftülük görevim esnasında bazı köylerde gördüğüm bir gelenek beni çok etkilemişti. Köyde bir düğün yapılacağı zaman kız ve erkek tarafını temsil eden iki kişi o yıl içerisinde ölmüş kişilerin ailelerini ziyaret ediyor ve “müsaade ederseniz düğün yapacağız” diyerek her birinden müsaade alıyorlar hatta yakında bir cenaze vuku bulmuşsa tereddütsüz düğünlerini erteliyorlardı.
Düğünler insanlarla birlikte yapılarak sevinç paylaşıldığı gibi acılar ve kederler de insanlarla birlikte paylaşılır. Şu var ki, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, acılar ve üzüntüler paylaşıldıkça azalır.
Fakat acıların kederlerin bir başka özelliği daha vardır ki güzel günlerde düğünlerde bayramlarda bir daha ortaya çıkar tazelenir, sanki yeni vuku bulmuş gibi olur.
İnsan olana, Müslüman olana işte bu noktada bir görev düşmektedir. Bayram günlerinde yaraların tazeleneceğini unutmayalım ve o yaralara bir daha ortak olalım.
Bu anlamda kendi küçük çevremizi gözden geçirelim acılı insanlara mutlaka ulaşalım.
Bir daha hatırlatalım ki düğün de bayram da insanlarla birlikte yapıldığı gibi acılar da ortaklaşa yaşanır.
Sonra kendi küçük çevremizden çıkarak pergelin ayağını biraz daha açılalım.
Yaşadığımız bölgemizde mutlaka mülteciler var, özellikle Müslüman mülteciler. Onların her birinin yaşanmış bir acısı, bir üzüntüsü vardır. Şimdi onların acıları bir daha depreşecek, yaraları bir daha kanayacaktır, kaybettikleri yakınlarını arayacak gözleri.
İşte bu noktada Rabbimizin bizi bir daha imtihandan geçirdiğini unutmayalım.
Bu aynı zamanda vicdansız, merhametsiz faşistlere karşı verilmesi gereken bir mücadeledir.
Elbette kendi yakın çevremizle bir araya gelip bayram etmek hakkımızdır ama geliniz su sevinç halkamızı genişletelim, Ümmet olmak bunu gerektirir.
Rabbim bizlere çok daha geniş halkalarla bayram yapmayı nasip eylesin, mübarek olsun!