‘Bedeli her ne olursa olsun!’ noktasına geliş ve ötesi..

Selâhaddin Çakırgil

Cumhurbaşkanı Tayyîb Erdoğan’ın, 27 Haziran akşamı, Kızılay’ın iftarlı bir toplantısında yaptığı konuşmada, ‘Suriyenin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyiz, etmiyeceğiz, bedeli ne olursa olsun, bu konudaki mücad elemizi sürdüreceğiz..’ demesi, Suriye Buhranı’nın hangi noktaya gelip dayandığını göstermesi bakımından ilginçtir.
Özellikle de, ‘Bedeli ne olursu olsun..’ ifadesi.. Son derece tehlikeli.. Her mânâya çekilebilir.. Savaşlara, savaşların her türlü muhtemel sonuçlarına ve o sonuçların bölgede ve dünyada meydana getirebileceği her türlü gelişmelere varıncaya kadar.. Sonu kestirilemez, ucu görülmeyen bir karanlık tünelden geçiş gibi bir durum..
Bu bakımdan, bu sözün sadece birilerine ihtar çekmek, ikaz etmek için kullanılmadığı söylenebilir. Çünkü, çok daha geniş bir çerçevede dile getiriliyor..
*
Bu arada, Tahran’da yayınlanan ve devlet tarafından çıkarılan Cumhûrî-i İslamî gazetesinin 27 Haziran tarihli başyazısında, ‘tekfirci DAİŞ unsurlarının 25 Haziran sabahı Kobani’ye tekrar saldırması’nı, ‘(İntikam-ı Erdoğan ez Kurdha) / Erdoğan’ın Kürdlerden İntikamı..’ başlığı altında değerlendirmesi, bu konunun bölgede nasıl geniş bir iltihaba dönüşme istidadını göstermesi bakımından son derece önem azretmektedir.
Sözkonusu gazetenin, HDP yetkililerinin sözlerine paralel olarak ve de Batı’lı haber ajanslarının iddialarına da dayanarak, ‘tekfirci DAİŞ unsurlarının, Türkiyenin istihbarat ve güvenlik güçlerinin işbirliğiyle Mürşidpınar kapısından geçtikleri’ni yazabilmesi ve bu saldırının asıl faili olarak ‘partisi seçimlerde yenilgiye uğrayan’(!?) Erdoğan’ı göstermesi ve onun ‘Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu’ hayalinin sönmesine bağlaması, ‘kürdler’in, Tel Abyad ve de ‘DAİŞ’in hılafet merkezi’ olarak ilan ettiği Rakka civarında büyük başarılar elde etmesine bir tepki olarak dile getirmesi; Erdoğan’ın ‘Türkiye kürdlerini tehdid edemeyince, Suriye kürdlerine yöneldiğini’ dile getirmesi; ‘kürdlere ‘Sultan’la işbirliği halinde olmadıkları takdirde, daha ağır sonuçlarla karşılacaklarının mesajını verilmek istendiği’nin söylenmesi ve ‘amma, Ankara’nın da bu oyunlardan kolayca çıkmasının mümkün olamıyacağı’nın hatırlatılması son derece ilginç olsa gerektir.
İran’ın resmî yayınlarında, Tayyib Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerindeki nisbî başarısızlığının sebebleri sıralanırken, Kobani’den Türkiye’ye sığınmak isteyen binlerce kadın ve çocuğun sınırdan içeri alınmayıp, ‘tekfirci DAİŞ teröristleri’nin eline terkedildiği iddia edilmişti. Halbuki, 6-7 ay öncelerdeki ilk Kobani Saldırısı sırasında, iki günde -her ırk, kavim, cinis, din ve renkten- 200 bin Kobanili insan Türkiye’ye sığınmıştı ve onların büyük bir kısmı hâlâ da Türkiye’deler.. Şimdi, Kobani’ye yapılan son DAİŞ saldırısından da Türkiye sorumlu tutulduğu gibi, son iki gün içinde Kobani’den getirilen 200 kadar yaralının Türkiye hastahanelerinde tedavi edildiğine dair en küçük bir işarete bile yer verilmemekte..
Kaldı ki, PKK’nin Kobani’deki uzantısı YPG sözcüleri bile, ‘DAİŞ savaşçılarının Türkiye’den geldiğine veya gelmediğine dair henüz hiç bir net beyanda bulunamıyacaklarını’ belirtirken, İran medyasının ‘Batılı ajanslar’a dayanarak ve onların Türkiye’ye yaptıkları suçlamalara paralel yorumlar yapması, gerçekten de esef edilecek bir durumdur. (Hani, Kur’an bize Hucûrât Sûresi, 6. âyetinde, ‘Bir fâsıq size bir haber getirdiğinde onu tahkik etmeden kabullenmeyin..’ demiyor muydu?)

Bu gibi fitne unsurlarını taşıyan değerlendirmelerin, ‘müslüman halkların birlik ve kardeşliği’ projelerine hizmet etmiyeceği, nasıl da anlaşılamıyor, anlaşılır şey değil.. Yazık..
*
Erdoğan’ın, Kızılay çalışanlarına hitab ederken, ‘dünyanın her tarafında elinden tutacağınız daha çok el var.. Batı’da çöpe dökülen yiyecek miktarı, Afrika’daki tüm açları doyuracak miktara ulaşmışsa bir sorun var demektir. Dünya böyle bir adaletsizliği uzun süre kaldıramaz’ dedikten sonra, sözü Suriye’den Türkiye’ye sığınan 2 milyona yakın sığınmacıya getiriyor ve, ’Bu insanî dramın neredeyse tüm yükünü Türkiye’nin ve Suriye’ye komşu (Ürdün ve Lübnan gibi) ülkelerin omuzlarına yüklemenin haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Soruyorum: Suriye’ye silah, bomba gönderenlerin acaba bu fakir-fukaraya zerre kadar bir destekleri var mı? Yok..
Alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste..
Bunun bedelini er-geç hepsi ödeyecek. Gelişmiş ülkeleri daha fazla hassasiyete davet ediyorum..’ diyordu.
Bu sözlerin anlaşılması umulur, ama, yine de zayıf bir ihtimal..
*
Erdoğan, daha sonra, Türkiye’ye yapılan haksız ithamlara değiniyor ve ’Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta yaşanan krizler konusunda sergilediği iyi niyetler ortadayken, içeride ve dışarıda bir takım çevreler ısrarla farklı bir görüntü yansıtmanın çabası içerisinde.. Daha önce bir Kobani meselesi yaşandı. Kobani’deki olayları bahane edenler 6-7-8 Ekim 2014’te Türkiye’nin pek çok yerinde olaylar çıkardılar ve 50 kişi hayatını kaybetti. Yine aynı şehirde (Kobani’de) olaylar yaşanıyor ve aynı çevreler Türkiye’yi karıştırmaya çalışıyor.’ (…) ’Türkiye Suriye’deki özgürlük mücadelesine elbette destek veriyor. Irak’takilere elbette iyi niyetle yaklaşıyor. Ama bunu yaparken asla terör örgütleri ile yan yana gelmiyor. Ne devlet terörü estiren Esed rejimi ile, ne de diğer terör örgütü ile kimse Türkiye’yi yana yana gösteremez’ (…) Bu tür ithamlarla Türkiye’yi, yanı başında olan olayların dışında olmaya zorlayarak, bölgenin demografisini değiştirme operasyonunu tamamlamak istiyorlar.’ diyor ve asıl önemli sözlerini konuşmasının sonunda şöyle dile getiriyordu: ‘Tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli her ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Türkiye’yi köşeye sıkıştırma gayretlerini şiddetle kınıyorum. Türkiye dışarıda bırakılarak bölgede süründürülebilir bir güven, refah düzeni kurulması mümkün değildir. Bölgedeki demografinin (nüfus yapısının) değiştirilmesine göz yummayacağız.. (…)’ diyordu.
*
Erdoğan böyle diyor da, bu dediklerini yapabilecek mi? Suriye’de entik temizliğin sürmesi, kaçınılmaz.. Çünkü, bir ‘Kürd ulus devleti’ kurulmak isteniyor. Bunun için de arab, türkmen vs. gibi kürd olmayan unsurlar o bölgeden uzaklaştırılacaktır..

Erdoğan’ın konuşmasında değindiği bir nokta daha vardı ki, üstü kapalı geçiliyordu: ‘Bölgedeki terörist grupların desteği nereden aldıklarını biz çok iyi biliyoruz..’
Bu söz, aslında, en başta da, Amerikan emperyalizmine, Türkiye hariç, onun NATO‘daki bütün müttefiklerine ve eskiden şiddetle düşman olsa bile, şimdilerde Amerikan emperyalizmiyle bölgede ortak iş yapan bir bölge ülkesine de işaret ediyordu herhalde..
Ama, diplomatik hassasiyetler yüzünden açıkça dile getirilmemiş olmalı..
Erdoğan’ın, ’Bir taraftan 2 milyon insanın yükünü omzumuza bırakıp, diğer tarafdan da sınırlarınızı iyi korumuyorsunuz tafrası atanlar’ sözünün direkt muhatabının Amerikan Başkanı Obama olduğu açık.. Çünkü, Obama daha 10 gün kadar önce, Türkiye’nin sınırlarını kontrolde bütün gücünü kullanmadığı gibi bir dolaylı suçlamada bulunmuş ve sonra da onu Beyaz Saray Sözcüsü te’vil etmeye çalışmıştı. Erdoğan ise, şimdi, DAİŞ saflarına katılmak için kendi ülkelerinden çıkanları kontrol edemiyenlerin, niçin Türkiye sınırlarından geçişine engel olunmadığından şikayetçi olmalarındaki tutarsızlığa işaret ediyor, haklı olarak..
*
Gelinen noktada, üzerinde asıl durulması gereken husus, Amerikan emperyalizminin ve İsrail başta olmak üzere bütün müttefiklerinin, bölgede kendi planları dışında güçlenen ülkeleri, kendileri için tehdid olamıyacakları şekilde eğmek, tökezletmek, ezmek düşüncesinin olduğu, Türkiye’nin de böyle bir denemeyle karşı karşıya bırakılmak istendiği olduğudur.. İran’ı kendilerine ne kadar yakınlaştırdılar, önümüzdeki günlerde, ‘5+1’ denilen nükleer teknoloji konusundaki müzakerelerin bir anlaşmayla sonuçlanmasına göre belli olacak.. Şimdilik, iki taraf da karşılıklı el-ense çekerek, bölgedeki durumdan istifadeler sağlamaya ve birbirleriyle fazla sürtüşmeye girmemeye dikkat ediyorlar.
*
Türkiye’ye gelince..
Irak’da Saddam rejiminin çökertilmesinden beri, Kandil’de çöreklenen PKK, gerçekte Amerika tarafından korunuyor orada.. Hem Irak merkezi hükûmeti, hem Irak Kürdistanı’nın başkanı Barzanî, Türkiye’nin kendilerine yaptığı itirazlara, ‘Orası evet bizim coğrafyamız, ama, bizim kontrolümüzde değil..’ diyerek gerçeği münasib dille anlatıyorlardı..
Esasen, Amerikan emperyalizmi, Öcalan’ı da, Kenya’dan alıp, kendi planlamasının bir yerinde kullanılabilecek şekilde, Türkiye’ye ‘idâm edilmemesi’ şartıyle vermişti. Bu, onun; Öcalan’ı çok sevmesinden değil, bu buhranlı bölgeden, bir çıban başını daha kendi planlamalarına uygun şekilde kullanmak hesabından ve kendi uzun vâdeli hesablarını sevdiğinden dolayıydı.
*
Nitekim, Obama’nın ilk döneminde USA Savunma Bakanlığı’nı üstlenen Robert Gates, geçen yıl ‘Görev: Savaştaki Bir Bakanın Anıları” (Duty: Memoirs of a Secretary at War)ismiyle yayınladığı hâtıratında, Türkiye’nin, Irak’da, PKK’nın dağ kadrosunun barınağı ve üssü ve karargâhı olan Kandil Dağı’na yönelik operaasyonlar için kendilerinden izin aldığını; bir kez (Şubat -2008’de), kendilerine haber vermeden operasyon yapınca, ancak dördüncü ültimatomdan sonra, Türkiye’nin geri çekilmesinin sağlandığını; geri çekilmeseydi, B. Amerika ve Türkiye ordularının savaşmak durumunda kalabileceklerini yazmıştı.

Keza, iki yıl öncesine kadar doğru dürüst varlığından bile haberdar olunulmayan bir YPG’nin, Suriye’de geliştirilmesi de öyle.. Amerikan emperyalizmi, şimdi de ondan istifade ediyor ve Suriye’nin geleceğini kendi istediği şekilde dizayn etmek, düzenlemek isterken; Beşşar Esed’in Türkiye’yi güneyinden sıkıştırmak için özel statü ve silah vererek ortaya çıkardığı bu iltihab odağını bölgedeki oyunda yeni bir koz olarak kullanmaya çalışıyor.
Bu durumda, Tayyîb Erdoğan’ın, ‘Bedeli her ne olsursa olsun..’ şeklindeki sözünün gereği, emperyalistlerin planlarıyla zıdlaştığında, sonucun ne olacağı ve nereye varacağını kestirmek zor.. Türkiye, esasen Davos’tan beri Tayyib Erdoğan’sız olarak düşünülmeye başlanmıştı..
Bugünlerde, Türkiye ile İsrail arasındaki görüşmelerin yeniden başladığının açıklanması da, bu hengamede özel bir mânâ taşımıyor mu?

Satrancın hangi hamlesi oynanıyor ve sonunda kim ‘mat’ olacak, onu ancak ‘gaib’i bilen bilir.
*

dirilişpostası