"Bismihi sübhanehu
Ben çok hasta olduğum ve siyasetle alakasız bulunduğum halde, Adnan Menderes gibi bir İslam kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeye müsaade etmediği için; o suri konuşmak yerine bu mektub benim bedelime konuşsun diye yazdım.
Gayet kısa birkaç esası, İslamiyet'in bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum:
Birincisi: İslamiyet'in pek çok kanun-u esasisinden birisi: (Kimse, kimsenin günahıyla mesul olmaz) ayet-i kerimesinin hakikatıdır ki; birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes'ul olamaz. Halbuki şimdiki siyaset-i hazırada particilik tarafdarlığı ile, bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. Bir caninin cinayeti yüzünden, tarafdarları veyahut akrabaları dahi şeni' gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bil'misile mecbur ediliyor. Bu ise hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zir ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır'daki hissedilen hadise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.
Bu tehlikeye karşı çare-i yegane: Uhuvvet-i İslamiyeyi ve esas İslamiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, canilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lazımdır.
Hem emniyetin ve asayişin temel taşı, yine bu kanun-u esasiden geliyor: Mesela: Bir hanede veya bir gemide bir masum ile on cani bulunsa, hakiki adaletle ve emniyet ve asayiş düstur-u esasisi ile o masumu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye ilişmemek lazım; ta ki masum çıkıncaya kadar.
İşte bu kanun-u esasi-i Kur'ani hükmünce, asayiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on cani yüzünden doksan masumu tehlikeye atmak, gazab-ı İlahinin celbine vesile olur. Madem Cenab-ı Hak, bu tehlikeli zamanda bir kısım hakiki dindarların başa geçmesine yol açmış. Kur'an-ı Hakim'in bu kanun-u esasisini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkarlık edenlere karşı siper yapmak lazım geldiğini, zaman ihtar ediyor.
İslamiyet'in ikinci bir kanun-u esasisi şu hadis-i şeriftir:
(Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir) hakikatıyla, memuriyet bir hizmetkarlıktır; bir hakimiyet ve benlik için tahakküm aleti değil. Bu zamanda terbiye-i İslamiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin za'fiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkarlıktan çıkarıp, bir hakimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzına getirdiğinden; abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet adalet olmaz, esasıyla da bozulur ve hukuk-u ibad da zir ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor ki, hak olabilsin; belki nefsani haksızlıklara vesile olur.
Şimdi Adnan Menderes gibi, "İslamiyet'in ve dinin icablarını yerine getireceğiz" diye ve mezkur iki kanun-u esasiye karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvet ile halkları aldatmak ve ecnebilerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.
Birisi: Birinci kanun-u esasiye muhalif olarak, bir cani yüzünden kırk masumu kesmiş, bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hakimiyet suretinde rüşvet vererek, dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.
İkinci hücum da: İslamiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp -evvelkisi gibi- bir cani yüzünden yüz masumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatta ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükumet aleyhine, hem biçare Türkler aleyhine, hem Demokrat'ın takib ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve serseri ve enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor. O zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faideden bin defa daha ziyade hakiki kardeşleri düşmanlığa çevirmek gibi acib tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor. Mesela: İslamiyet milliyeti ile dörtyüz milyon hakiki kardeşin her gün .... dua-yı umumisiyle manevi yardım görmek yerine, ırkçılık dörtyüz milyon mübarek kardeşleri, dörtyüz serseriye ve laübalilere yalnız dünyevi ve pek cüz'i bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükumete, hem de dindar Demokratlara ve Türkler'e büyük bir tehlikedir ve öyle yapanlar da hakiki Türk değillerdir. Necib Türkler böyle hatadan çekinirler. Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp, dindar Demokratları devirmeye çalıştıkları ve çalıştırıldıkları, meydandaki asar ile tahakkuk ediyor.
Bu acib tahribata ve bu iki kuvvetli muarızlara karşı; kırk sahabe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dörtyüz sene zarfında ve her asırda üçyüz-dörtyüz milyon şakirdi bulunan hakikat-ı Kur'aniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevi ve uhrevi saadet-i ebediyenin zevklerine o cazibedar hakikatla beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkur muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki düşmanlarınıza karşı en lazım ve elzem ve zaruri bir çare-i yeganedir. Yoksa o insafsız dahili ve harici düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de cinayetlerini ilave ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete telafi edilmeyecek bir tehlike olur.
Cenab-ı Hak sizleri İslamiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkur tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeşlerimiz, yapacağınız hizmete ve mezkur hakikatı kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceğiz.
Üçüncüsü: İslamiyet'in hayat-ı içtimaiyeye dair bir kanun-u esasisi dahi bu hadis-i şerifin
(Müminler kurşunla bağlanmış binalar gibidir, birbirlerini çekerler) hakikatıdır. Yani, hariçteki düşmanların tecavüzlerine karşı dahildeki adaveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hatta en bedevi taifeler dahi bu kanun-u esasinin menfaatini anlamışlar ki, hariçte bir düşman çıktığı vakit, o taife birbirinin babasını, kardeşini öldürdükleri halde, o dahildeki düşmanlığı unutup, hariçteki düşman def' oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfüruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lanet edecek gibi hadisatlar görünüyor. Hatta bir salih alim, fikr-i siyasisine muhalif bir büyük salih alimi tekfir derecesinde gıybet ettiği ve İslamiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve tarafdar olduğu için hararetle sena ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi otuzbeş seneden beri siyaseti terkettim.
Hem şimdi birisi hem Ramazan-ı Şerif'e, hem şeair-i İslamiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayet yaptığı vakit, muhaliflerinin onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki küfre rıza küfür olduğu gibi; dalalete, fıska, zulme rıza da fısktır, zulümdür, dalalettir. Bu acib halin sırrını gördüm ki; kendilerini millet nazarında ettikleri cinayetlerinden mazur göstermek damarıyla muhaliflerini kendilerinden daha dinsiz, daha cani görmek ve göstermek istiyorlar. İşte bu çeşit dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğu gibi, içtimai ahlakı da zir ü zeber edip bu vatan ve millete ve hakimiyet-i İslamiyeye büyük bir su'-i kasd hükmündedir.
Daha yazacaktım; fakat bu üç nokta-i esasiyeyi şimdilik dindar hürriyetperverlere beyan etmekle iktifa ediyorum. Said Nursi"
(Emirdağ Lahikası 2)
Tarih : 06.01.2014 Kaynak : Risale Ajans