Belaların en büyüğü refaha alışmaktır!

Mehmet GÖKTAŞ

İster tokluk deyin adına, ister refah deyin, ister lüks hayat deyin, ister başka bir şey deyin, bir insan için, bir toplum için böyle bir hayata alışmış olmaktan daha büyük bir bela olamaz.

Bireyler ve özellikle toplumlar sahip oldukları refahı kaybetmeye kolay kolay tahammül edemezler, hatta akıllarına bile getirmek istemezler.

Dikkatlice baktığınızda bunu kendi ailenizde, kendi çocuklarınızda ve yakın çevrenizde hemen görebilirsiniz. Sofranızdan hiç eksik olmayan bir şeyin bir gün artık olmadığını, çocuklarınızın her zamanki harçlıklarında bir azalma olduğunda, giysilerinin kalitesini düşürmek zorunda kaldığınızda seyreyleyin manzarayı.

İbn Haldun insanları kıtlıkta öldüren şeyin yokluk değil tokluk zamanlarındaki alışkanlıkları olduğunu söyler.

Demek ki tokluğu alışkanlık haline getirmek, refahın her daim sürüp gitmesini zorunlu bir şey görmek gerçekten bir insan için belaların en büyüğüdür.

Şu Ukrayna-Rusya savaşına bir bakar mısınız? Tamam, işin içinde ölüm korkusu da var ama ölüm korkusundan kat kat fazla olan bir korku daha var ki, alıştıkları tokluğu, refahı kaybetme korkusudur.

Belki diyeceksiniz ki, özgürlüklerini kaybetme, bir başka milletin, bir başka ulusun egemenliğine girme korkusu yok mudur? Elbette ulusçuluğun zirve yaptığı bir çağda böyle bir korku da vardır.

Fakat unutmayalım ki Ukraynalılarla Rus toplumu arasında öyle büyük farklılıklar yoktur, ikisi de aynı dinden, ikisi de aynı mezhepten ve ikisi de aynı kökten gelmektedir.

Asıl korku alışılan müreffeh yaşantıyı kaybetme korkusudur. Gerek Komünizm döneminden kalan acı hatıralar, gerek Batıya göre dikta bir yönetim sergileyen, insanının refahından kısarak silahlanmaya daha çok para ayıran bir Rus egemenliği Ukraynalılar için elbette istenmeyen bir şeydir.

Bu korku şu anda Ukrayna’yı aşmış ve komşu ülkeleri de sarmış durumda.

Peki, sözü nereye getirmek istiyorum? Tokluğu, refah düzeyi yüksek bir yaşantıyı alışkanlık haline getirmeyin derken; böylece Rus ve benzer işgalleri de kolayca kabullenirsiniz mi demek istiyorum?

Tam aksini iddia ediyorum; bir insan tokluğu ve refahı alışkanlık haline getirmemeli ki açlıkla, yoksullukla tehdit edilemesin. Açlığı çok iyi tanıyan, lüks bir yaşantısı olmayan birilerini bunlarla tehdit edebilir misiniz, işe yarar mı bu tehdit?

Diyorum ki, şu savaş ve bundan önceki korona imtihanının bu anlamda bize çok şeyler öğretmiş olması gerekmez mi?