"Belde kahvesi"ndeki insanlar, Suriye olayına nasıl bakıyor?

Hasan Karakaya

 
Bir-iki gün önce Adapazarı'nın Akyazı ilçesi, Kuzuluk beldesinde idim...


Hem Belediye Başkanı Bilal Soykan ile sohbet edip kahve içtik, hem de belde sakinleri ile "kahvehane"de oturup, gidişatı konuştuk...


Gerek Başkan Bilal Soykan'la görüşmemizde, gerek Kuzuluk sakinleri ile görüşmemizde şunu gördüm: Başkan, "Büyükşehir Belediye Yasası"nın çıkmasıyla birlikte "belde belediyelerinin kapanacağını" ve dolayısıyla Kuzuluk'un son belediye başkanı" olacağını bile bile; "Hükümet'in kararıdır, boynum kıldan ince" değerlendirmesinde bulunurken, belde halkı, biraz endişeli.


Endişenin kaynağı da, "belde belediyelerinin kapanması"na yol açacak "Büyükşehir Belediye Yasası" taslağı...


YASA NE GETİRECEK?


Malum AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi 9 Haziran 2012 tarihinde gittiği Turgutlu'nin Derbent beldesinde "köy muhtarları" ile bir araya geldiği etkinlikte yaptığı konuşmada; Büyükşehir Belediye Yasası'nda yapılacak değişiklikle ilgili bilgi vermişti...


Yasayla, aralarında Manisa'nın da bulunduğu 13 ilin büyükşehir statüsüne alınacağını, toplam büyükşehir belediyesi sayısının 16'dan 29'a çıkarılacağını belirten Tanrıverdi, "Halen Manisa 65 ilden biri arasında sayılıyor, büyükşehir belediyesi olduğunda 29 il arasında sayılacaktır. Yani Manisa, artık şampiyonlar ligine, süper lige, bir üst kademeye çıkmış olacaktır" demişti.


Tanrıverdi, yasa için taslak çalışmalarının İçişleri Bakanlığı'nca sürdürüldüğünü ve belli noktaya getirildiğini ifade ederek, taslağın Bakanlar Kurulu'nda ele alınarak tasarı olarak TBMM'ye sevk edileceğine inandığını söylemişti...


16'dan 29'a çıkarılacak olan "büyükşehir belediyeleri" ise şunlardı:


Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya, Samsun, Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Kocaeli, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van.


"Taslak"tan da anlaşılacağı gibi, Sakarya da "Büyükşehir Belediyesi" olacak ve böylece Kuzuluk Belediyesi de tarihe karışacak.


Başkanları Bilal Soykan'ı çok seven belde halkı; "O, içimizden biriydi... Nerede bir sıkıntı varsa, anında çözümlerdi... Sular mı akmıyor, yolda çukur mu var, belediyelik bir işimiz mi var, arardık Başkan Bey'i, anında çözüm bulurdu... Peki, şimdi İlçe Belediye Başkanı veya Büyükşehir Belediye Başkanı'na nasıl ulaşacağız, derdimizi kime anlatacağız?"


ÇÖZÜM TEKLİFLERİ


Bizim insanımız "pratik zekalı"dır ya; bir yandan "dert" anlatırken, bir yandan "çözüm yolları" bulmaya çalışıyor.


Meselâ, şöyle diyenler oldu:


"Bilal Soykan, çok iyi bir belediye başkanı... Çalması yok, çırpması yok... Daima halkın içinde... Düğünümüze de gelir, cenazemize de... Sevincimize de ortak olur, üzüntümüze de...


Tayyip Bey, ilçe belediye başkan adaylarını tespit ederken, Bilal Soykan'ı da unutmasın!"


Bir başkası da şunu söyledi:


"Madem Sakarya, büyükşehir statüsü kazanacak... Madem ki Kuzuluk Belediyesi kalkacak... O halde; belde belediye başkanlarının tamamı, ya ilçe belediyesine ya da büyükşehir belediyesine başkan yardımcısı olsun ki, bizi orada temsil etsinler."


Bunlar, "Kuzuluk beldesi sakinleri"nin görüşleri... Öyle sanıyorum ki; 500-600 beldenin sakinleri de bundan daha farklı düşünmüyordur.


Ve inanıyorum ki; Tayyip Bey ve kurmayları "halkın sesi"ne kulak verecek ve son şeklini vermeye hazırlandıkları düzenlemeye bu "teklif"leri de ekleyeceklerdir.


Benim yaptığım;


Bir "elçilik" görevidir.


"Belde kahvesi"nde konuşulanları Ankara'ya ilettim ya, acayip rahatladım...


Bundan sonrası Tayyip Bey'e kalmış...


NE OLACAK BU SURİYE?


"Belde kahvesi" dedim ya, müthiş bir yer... Toprak, yemyeşil çimen kaplı...


Üstte armut, erik ve elma ağaçları...


Tıpkı "soru"lar ve "sorun"lar gibi "ağaçlar" da iç içe girmiş...


İşin doğrusu; biz de her şeyi birbirine karıştırdık... Bir yandan çay içiyoruz, bir yandan da armut ve erik yiyoruz.


Yediklerimiz birbirine karışınca, elbette konuştuklarımız da birbirine karıştı...


Biraz öncesine kadar, "Ne olacak bu Kuzuluk'un hâli?" sorusuna cevap ararken, işte şimdi "Ne olacak bu Suriye'nin hâli?" konusunu konuşmaya başladık...


Sahi;


Ne olacak bu Suriye'nin hâli?


"Halkını katleden Beşşar Esed gidecek mi, kalacak mı?.. Giderse ne zaman ve nasıl gidecek?.. ABD ve Batı, Esed'in gitmesini gerçekten istiyor mu?..


Rusya, Çin ve İran, Esed'siz çözüme onay verir mi?"


Sakın şaşırmayın;


Bunları "belde kehvesi"nde konuşuyoruz... Çünkü halk; "sadece kendi sorunları" ile değil, aynı zamanda "memleket sorunları" ve hatta "dünya sorunları" ile de yakından ilgileniyor.


ERDOĞAN NE DEDİ?


Gördüğünüz gibi;


Halkımız, "Suriye" konusunda, "kimin, hangi tarafta" olduğunu da gayet iyi biliyor.


Belki inanmayacaksınız ama, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti grubunda yaptığı "beklenen konuşması" da "belde kahvesi"nde anında masaya yatırıldı.


Başbakan Erdoğan'ın;


¥ "TSK'nın angajman kuralları artık yeni aşamaya göre değişmiştir. Suriye'den Türkiye sınırına yaklaşan her askeri unsur bir tehdit olarak değerlendirilecek ve askeri hedef olarak görülecektir."


¥ "Türkiye olarak elbette savaş çığırtkanlarının tuzağına düşmeyiz. Ancak uluslararası sularda uçağımıza yapılan saldırı karşısında susacak, tepkisiz kalacak bir ülke değiliz. Suriye halkı bizim kardeşimizdir. Suriye halkı bu eli kanlı diktatörden kurtuluncaya kadar Türkiye onlara her türlü desteği verecektir. Şam'ın güvenliği Anadolu'dan başlar. Esed'in meşruiyeti kalmamıştır."


¥ "Türkiye'nin dostluğu ne kadar değerliyse, gazabı da o kadar şiddetlidir... Türkiye; yerini, zamanını ve yöntemini tayin ederek, bu haksızlığa karşı uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanacak, gereken adımları kararlılıkla atacaktır."


Şeklindeki sözleri, ilk etapta; "Daha neyi bekliyoruz?.. Suriye bizim bir uçağımızı düşürdüyse, biz de onların beş uçağını düşürelim!.. Gidip, Şam'ı bombalayalım!" yorumlarına yol açsa da, halkımızın ne kadar "sağduyulu" ve nasıl eski bir "çarıklı erkân-ı harp" olduğunu bir defa daha Kuzuluk'ta gördüm...


İlk "öfke"ler ve ilk "heyecan"lar geçince "sağduyulu" değerlendirmeler gelmeye başladı.


"Diyelim ki, Suriye'ye savaş ilân ettik ve gittik Şam'ı bombaladık... Peki, savaşan bir ülkeye turist gelir mi?.. Gelirinin büyük bir bölümünü turizmden elde eden bir Türkiye'ye turist gelişi durur ki, zararını yine biz görürüz..."


Tabiî, "O halde eli-kolu bağlı mı duracağız?" yönünde sorular da geldi...


Onlara da, "Erdoğan'ın sözü" hatırlatılarak şöyle cevaplar verildi:


"Başbakan'ın da dediği gibi, Suriye artık bir tehdittir ve sınırımıza yaklaşan her askeri unsur, bir tehdit olarak değerlendirilecektir... Yani; bir uçakları veya helikopterleri, anında vurulacaktır."


Suriye'nin, yani "Esed rejimi"nin yaptığı işin "ağır bir tahrik" olduğunu söyleyen belde halkı, yine de bu tuzağa düşülmemesi görüşünde...


Şöyle diyorlar:


"Suriye'ye eğer bir bomba atarsak, sadece Esed rejimini cezalandırmış olmaz, bütün Arap halkını karşımıza almış oluruz... Böyle bir imajı da, yıllar boyu silemeyiz!.. Olaya böyle bakarsak, Başbakan Erdoğan, ciddi devletlere yaraşan bir tepki göstermiş ve Türkiye'nin onurunu da çiğnetmemiştir."


O HALDE NE YAPALIM?


Bu "tespit"ler yapıldıktan sonra, hep birlikte, "Peki, çözüm ne?" sorusuna cevap aradık...


"Ortak görüş" şu yönde oldu:


"Türkiye, diplomatik çabalarına devam etmeli, İran ve bölgede, özellikle de Suriye'de vazgeçilmez çıkarları olan Rusya'yı ikna etmeli, her iki ülke de, Esed'siz bir yönetime razı edilmelidir... Çünkü, Rusya, Batı, ABD ve İran için dostluklar değil, çıkarlar önemlidir... Rusya, Suriye'yi desteklemekten dolayı, eğer petrol ihracatının tehlikeye girdiğini görürse, pekalâ Suriye'ye sırtını dönebilir... İran da; Türkiye'yi kaybetmektense, Suriye'yi desteklemekten vazgeçebilir."


Evet, Kuzuluk'ta "halkın arasında" idim ve onlarla hem yerel sorunları, hem de genel sorunları konuştuk... Ortaya çıkan görüşleri de, işte sizlerle paylaştım...


Bir defa daha gördüm ki;


Halkımız, ani gelişen olaylara karşı anında "tepki" gösteriyor ama "öfke"si yatışınca pekalâ "sağduyulu" olabiliyor.


Dilerim ekranlardakiler de sağduyulu olur.

 

 

Artık yeter... Bitsin bu dâvâ!


Gittiğim hemen her yerde, bana yöneltilen soru şuydu: "Sizin 312 General Dâvâsı ne oldu?"


Ben de cevap veriyordum; "Yargıtay'da."


Düşünebiliyor musunuz; yazar Asım Yenihaber'in; 25 Ağustos 2003'teki "Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke" başlıklı yazısına "312 General" tarafından açılan "dâvâ"nın üzerinden "tam 9 yıl" geçmiş...


Yerel mahkeme, 11 Aralık 2003'te başladığı ilk duruşmadan sonra, ikinci veya üçüncü duruşmada kararını vermiş ve Vakit'in "924 milyar lira tazminat" ödemesine hükmetmişti... Dâvâ, elbette "temyiz"e gitti ve Yargıtay, yerel mahkemenin kararını "usûl"den bozdu...


Duruşmalar tekrar başladı... Yerel mahkeme ilk kararında diretince, dâvâ yeniden Yargıtay'a gitti...


Ve, 9 yıl sonra, Yargıtay yine dedi ki; "Kararda usûl hataları vardır, dâvâ yeniden görülmelidir."


Düşünebiliyor musunuz; Asım Yenihaber, sadece 2 generale yönelik "eleştiri" yazısı yazıyor ve bunun dâvâsı "9 yıl" sürüyor...


Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun, aynı generallere, afedersiniz "Köpek" diyor, kimsenin gıkı çıkmıyor...


Demem o ki; yerel mahkeme bunu da dikkate alsın ve "beraat" kararı verip, bitirsin bu dâvâyı!..


Hele de, o generallerin bir kısmı ölmüş ve bir kısmı da "Silivri'de tutuklu" ise!.. Dahası, dâvânın elebaşılarından Şener Eruygur'un "akıl ve fikir sağlığı" tartışılıyorsa!..

yeniakit