Şöyle bir “yanlış anlaşılma” söz konusu: “Dilipak CHP’yi eleştirmesi gerekirken, daha çok AK Partiyi eleştiriyor”. Mantık şu: Çünkü şimdi kendi kendimizle uğraşmayı bırakıp, karşı tarafa saldırmamız gerek. CHP gelirse bütün kazanımlar kaybedilebilir.
Peki, ben durduğum yeri açıklamaya çalışayım: Ben her mü’min gibi iman ettim ki Allah (c.c) kitabında şöyle buyurdu: “De ki: Hak geldi bâtıl zail oldu! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” İsra 81 ve “İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Rad – 11)
Bu ayette ne var derseniz, burada “Karanlık gider ışık gelir” demiyor. “Işık gelirse karanlık yok olur” diyor. Bizden istenen başımızdakilerin değişmesinin olmazsa olmaz şartı olarak kendimizi değiştirmemizdir. Çünkü “karanlık aydınlığın yokluğudur”. Bu anlamda “Karanlığa küfretmeyi bırakıp, kalkıp bir mum yakmamız”, kendimizi bir özeleştiriye tabi tutarak kendimizi değiştirmemizdir.
İşaya aleyhisselamın kavminin Calud’un zulmün kurtulması için önce o kavmin kendini değiştirmeye karar vermesi gerekiyordu. Onlar bunun için “Peygamber soyundan mucizelerle donatılmış ya da krallar soyundan, güçlü ve yenilmez bir komutan” bekliyorlardı. Allah onlar için “kurtarıcı bir lider” değil, içlerinden “işini bilen, dürüst ve cesur” birini seçti. Halid b. Velid’in azledilip yerine kölesi Zeyd’in komutan tayin edilmesinin arkasındaki sır burada gizli.
Kur’an-ı Kerim’de en uzun anlatılan olaylardan biri olan Talud Calud olayını okuyalım. Sonunda Talud’un ordusu daha savaş yerine varmadan, ırmaktan geçmeden önce “içmeyeceksin” denilen suyu içince zaten bayıldılar. Geriye Talud’un yanında, Calud’un 100.000 kişilik ordusu karşısında 300 kişi kalmıştı. Sonunda zafer, savaş tecrübesi olmayan, zırhı ve kılıcı da olmayan 18 yaşındaki Davud’un sapan taşıyla gelmişti. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah dilerse böyle de yapar!
Biz vahyin bize gösterdiği yönde önce kendimizi değiştirmemiz gerekiyor. Sonuçta hüküm çok açık: Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.
Zafer düşmanımızın, ya da rakibimizin açığını yakalayarak değil, onların zaafında kendimize fırsat bularak değil, “Allah’ın yardımı” ile gelecektir. İşte tam da bu noktada, Allah’ın yardımının bize ulaşmasını engelleyen hallerden, işlerden, perdelerden arınmamız gerekiyor. Ben de işte asıl bunu anlatmaya çalışıyorum. Yani sizin zaferiniz için dua ediyorum!. “İnni küntü minezzalimiyn” diyelim diyorum. Yoksa nasıl veresetül enbiya olur insan ki! Yoksa yazdığım ayetlerden kendilerine eleştiri payı çıkaranların o ayetlerdeki ikazlardan rahatsızlık duymaları ile kurtuluşa eremeyiz ki!
Benim durduğum yer belli. Ben Müslümanlardanım. Ve bir kardeşimin saçının teline zarar gelsin istemem. Eğer güceniklik söz konusu ise onlar bilsinler ki, “Hakk’ın hatırı, kim olursa olsun, halkın hatırından kıyas kabul etmeyen ölçüde muhteremdir”. Ve dahi, her zaman duam şudur ki, düşmanımın bile hakkına zarar vermekten, kul hakkından Allah beni/bizi muhafaza buyursun. “Bir topluluğa olan öfkemiz, düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin!” Başka bir endişem yok.
Elbette ben bir insanım ve her zaman hata etmem de mümkün. Hata yaptığımı anladığımda da özür dilemek konusunda tereddüt etmem, muhatabım kim olursa olsun!
Benim “özeleştirim”in arkasında Hz. Yunus AS’nin laf dinlemez bir topluluk olan kavminden bîzar olup, onlara sırtını dönüp gidince, “böyle davranmamalıydım” diye kendi nefsini hesaba çeker. Kur’an-ı Kerim bize bunu haber verir: “Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, ‘Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum’ diye dua etti” (Enbiya 87). Bir peygamber bile nefis muhasebesi yaparken, bize ne oluyor da, kendi yaptıklarımızı unutup, sadece rakiplerimizin açıklarını bulup ortaya dökerek zafer kazanma hesapları yapıyoruz. O “laf dinlemez topluluk” son günden bir gün önce inadından vazgeçti de kurtuluşa erenlerden oldu. Yunus AS’den istenen sonuna kadar Hakk’a davet idi. Uyarmak, korkutmak, rıza ve cennetle müjdeleyip, cehennem azabı ile korkutmak değil mi görevimiz. O zaman birileri benim uyarı görevimi yapmaktan neden rahatsız olur ki! Hadi siz de Allah’ın ayeti ile Resulün sünneti ile beni uyarın, Hakk’a çağırın! O zaman size dua ederim.
Birileri sadece para kazanmak, makam sahibi olmak istiyorsa durmasın yürüsün gitsin düşündüğü yolda. Ben sadece İlahi rızaya ulaşmayı umud ediyorum. Herkesin yapıp yapmadıklarının hesabının sorulacağı o günün hesabını düşünüyorum ve iman ediyorum ki, yaratanın bu abdi aciz kulu için de bu dünya hayatı için en doğru olanı onun hükmüdür. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer olabileceği gibi, şer gibi gelen şeylerde o hayır murat etmiş olabilir.
Birileri CHP gelirse, şöyle olur-böyle olur, insanlar işinden gücünden olur” diye bir sürü endişe taşıyor. Ben diyorum ki, “Hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir”. Biz O’nun rızasını arayalım. O’nun yardımının bize ulaşmasını engelleyen söz ve işlerden uzaklaşalım ve sonucu Allah’a hava edelim. Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreyler, arif anı seyreyler. Durum bu. O bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle azaltarak ve artırarak imtihan edecektir. Birileri nasıl cennete gidecek. Birileri nasıl cehenneme gidecek. İşte böyle. Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var!
Kendilerini unutup, sadece rakiplerinin ayıplarını, açıklarını, zaaflarını kollayanlar yanlış yapıyorlar.. Hele onları eleştirirken, benzer yanlışlar sizde var ve onların aynını ararken kendi ayıbınızı gizlemeye çalışıyorsanız, onlar da sizin ayıbınızı ortaya dökerler.. Bizim önce “El emin” olmamız gerek. Sanırım bu konuda ciddi bir zafiyet söz konusu. Ehliyet ve liyakat konusu da öyle.
Bakın bir işe, ille de İmam Hatipli birinin gelmesi şart değil. Ehliyet ve liyakat sahibi birinin gelmesi şart. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir. Ha! Bizim İmam-Hatipli o iş için başvuranlar arasında en ehil, en liyakat sahibi olan olsun, en azından eşit konumda olsun, başım-gözüm üzere, değilse herkes yerine. Biz “Müslüman”ız, “Müslümancı” değil. Biz “İnsan”ız, “İnsancı” değil. Kavmiyetçilik, hemşehricilik, tarikatçılık, Mezhepçilik, taraftarlık, partizanlık uzak olsun! Bir hayvana zulmeden insan kılıklı mahlûka karşı, zulüm gören Hayvan’ın yanında olmak gerek. O zulmeden mahluk ise belhum adal’dır bir mü’minin gözünde. Biz “Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti”yiz zira! Allah yaptıklarımızı da, aklımızdan ya da kalplerimizden geçenleri de biliyor. Din günü her şey ortaya çıkacak.. Onun için ağzımızın tadını kaçıran ölümü sıkça anmamız ve din gününü hatırlamamız gerekiyor. Bugün tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati o gün önümüze konulduğunda boynum önüme düşmesin, yüzüm kararmasın diye böyle yapıyorum. Birilerinin “gül hatırı” içinde bu düşüncemi değiştirecek değilim. Birileri beni bundan dolayı, yine de eleştirmek istiyorsa, eleştirebilir. Ben bu çizgide, bu anlayış ve bu niyetle “kınayanların kınamalarına aldırış etmeden” yoluma devam edeceğim. Ben dostum. Dostum için yapabileceği en güzel şey de onları Hakk’a çağırmaktır. İnsanları kendimize değil, Allah’a, resulüne, kitaba çağıralım. Selam ve dua ile.