Siyasette hele de seçim zamanlarında çeşitli taktiklerin kullanılması hemen bütün dünyada geçerli bir durumdur.
Hattâ öyle ki seçimlerde katılımın yüzde 50 civarında kaldığı ülkelerde siyasî çevreler halkın seçimlere katılmasını teşvik için alışılmış siyasî taktik ve uslûbların dışına çıkarlar. Normalde söylenmemesi gereken veya beklenmeyen bazı sözler ve tavırlar da seçim atmosfer ve heyecanına bağlanır vs..
‘Beka’ mı dediniz?
‘Beka’ kelimesi son zamanlarda daha bir sıkça dillendirilmeye başlandı. Ama hattâ bazı akademisyenler bile, iki heceyi de ya kısa kısa ya da ikinci hecedeki ‘a’yı, üzerine inceltme işareti konulmuş gibi ‘bekâ’ diye telaffuz edebiliyor. Halbuki ikinci ‘a’ yarım uzatılarak, birbuçuk ‘a’ gibi telaffuz edilmelidir. Meselenin aslı ise latin alfabesi kabul edilirken, ince ‘kef’ ( ک) harfi ile, kalın sesle telaffuz olunan ‘qaf’(ق) harflerinin her ikisinin de (k) harfiyle karşılanmasından kaynaklanıyor.
Amma ‘bekaa’ konusu. Her devlet’in bir ‘beqaa/ bekaa’ meselesi ve de refleksi vardır. Sadece Müslüman coğrafyalarındaki nice devletlere bakalım. Karahanlılar, Samânoğulları, Gazneliler, Selçuklular, Emevîler, Abbasîler, Eyyûbîler, Osmanlılar, Akkoyunlular, Timurîler, Harzemşahlar, Safevîler, Endulüs vs.. Hepsi de ebediyete kadar kalacaklarını söylüyorlardı.
Her birinin yeller eser şimdi şimdi yerinde.
Ve ‘Bâqî kalan bu kubbede, bir hoş sadâ imiş.’
Osmanlı da hele son 300 senedir, hep yok edilmek, yutulmak tehdidi altında idi. Buna ‘Şark Mes’elesi’ denilirdi, emperial güçlerin diplomasisinde. Bu heves bugün de yatışmış değil.
Ve etnik fitne
Osmanlı resmî metinlerinde Türkiye ismi yoktur. ‘Memâlik-i Şahâne -i Osmanî / Osmanlı Padişahları Ülkesi..’ ibaresi ya da ‘Devlet-i Alîyye-i Osmanî/Yüce Osmanlı Devleti’ ibaresi kullanılmıştır. Çünkü değişik ırk ve kavimlerden oluşan bir devlete, sadece bir kavmin adına tesis edilmiş gibi bir isim verilmesi yanlış olurdu.
Her ne kadar Osmanlı’nın Avrupa dillerindeki ismi ‘Turkey, Turchia, Turkei, Turquie törökorszag, turska’ vs. idiyse de, bizde resmî metinlerde Türkiye ismi, ilk olarak 1920’lerde.
Osmanlı içinde ise coğrafî veya etnik bölgeler için Lazistan, Kürdistan, Arabistan, Sudan (Sevadân /Siyahlar..), Rûmeli, Türkeli gibi isimlendirmeler kullanıldı.
100 yıldır resmen kullanılan ‘Türkiye’ isminin ‘efrâdını câmi, ağrayırını mâni’ olduğu söylenemez. Çünkü bu ülkede yaşayanlar sadece türk kavminden değildir. Buna rağmen hele de yüksek tirajlı bir gazete 70 küsur yıldır ‘Türkiye türklerindir’ lafını her gün manşetinin yanı başında yazdı. Bu, diğer Müslüman halkları dışlayıcı bir isimlendirmeydi. Halbuki bu coğrafya, 1000 yıla yakın zamandır, Müslüman halkların hâkimiyetindedir.
***
Bugüne gelince. 20 -30 yıl öncelere kadar, ‘kürd’ kavminden bile sözedilemez faşist bir anlayış hâkimdi. Bu gibi yasaklar Erdoğan tarafından cesaretle kaldırıldı. Ama bunu onun zaafına verenler sonunda, ayrı bir devletin temelini oluşturmak için ‘Kürdistan’ ismini de başka bir niyetle dillendirmeye başladılar; hele de USA emperyalizminin himayesinde...
Onların kim olduğu belli...
Bu isimlendirmeyi Başkan Erdoğan kesin bir dille reddetti ve o gibilerin ‘Irak’taki Kürdistan bölgesine gidebileceklerini’ söyledi.
Ama seçim havasında, bu söz çarpıtılarak, zehirli bir fısıltı halinde, bütün kürdlere söylenmiş gibi yansıtıldı, yansıtılıyor. Gerçi, Başkan Erdoğan, ‘Kürd kardeşlerim, gelin bu oyunu bozalım’ dediyse de ok yaydan çıkmıştır. Keşke, o cümle daha net kullanılsaydı.
Ancak, Başkan Erdoğan’ın ‘gönül coğrafyası’ dediği bütün Müslüman coğrafyalarına ve halklarına bakışındaki kuşatıcılığı bildiğimizden, devleti korumak refleksiyle söylenen bu sözlerin, kürd halkına değil, bir takım uluslararası entrikaların kuklalarına karşı söylendiği daha bir açıklıkla vurgulanmalıdır.