CIA'nın dünyayı saran gizli esir ticaretinde, işkence uçuşlarında, gizli sorgulama merkezleri programında Türkiye ne kadar vardı? Yıllarca bunu sorguladık. Ulaştığımız bütün bilgileri tereddütsüz kamuoyuyla paylaştık. Çünkü ortada insan ırkının geleceğini tehdit eden, yeryüzünün her köşesine ulaşan kontrolsüz ve acımasız bir örtülü operasyon yürütülüyordu.
Wikileaks sızıntıları bu konuyla ilgili bilgiler de içeriyormuş. Alman Die Welt gazetesinin haberine göre Türkiye, 2002-2006 arasında bu "trafik"te yer almış. ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi'nin notlarına göre o tarihlerde bu uçuşlara izin verilmiş, dönemin Dışişleri Sözcüsü Namık Tan bu konudaki iddiaları yalanlamış, verilen izin de 15 Haziran 2006'da kaldırılmış... Faruk Loğoğlu; o zaman verilen iznin "genel" olduğunu, uçakların ne taşıdığının bilinmediğini, daha sonra da iznin iptal edildiğini söylüyor. Olayın özeti bu.
Peki hikaye böyle mi? Bu kadar mı?
Gizli işkence merkezleri ve CIA'nın gizli uçuşları 2001 yılında, Afganistan'ın işgaliyle başladı. Daha doğrusu yoğunlaştı. Çünkü aslında söz konusu operasyon 1995'ten beri devam ediyordu. Dünyanın bir çok bölgesinde antiterör merkezleri kuruyorlar, İslamcı grup ve kişilere yönelik örtülü operasyonlar yürütüyorlar, insanları alıp bilinmeyen yerlere götürüyorlardı. O zaman duyduğumuz ülke isimleri bizlerde şok etkisine yol açıyordu. Batı medeniyetini tehdit eden bir tehlike vardı ve bu tehlike ortadan kaldırılmalıydı. Birçok Müslüman ülke yönetimi, kendilerini de tehdit eden bu düşmana karşı onlarla işbirliği yapıyordu. 11 Eylül saldırılarıyla operasyonlar daha da yoğunlaştırıldı. Afganistan işgaliyle küresel ölçekte ortak operasyonlara dönüştü.
Daha o tarihlerde buna dikkat çekmiş, insan ırkı için çok tehlikeli bir sürecin başlamasından, uygulamanın gelecekte emsal teşkil etmesinden daha da kötüsü kanıksanmasından duyduğumuz endişeyi paylaşmıştık.
Tayland'dan, Uzakdoğu'nun yağmur ormanlarından Afrika çöllerine, Avrupa başkentlerinin arka sokaklarına kadar mobil sorgu evleri, gizli işkence merkezleri kuruluyordu. Onlarca ülkeden kaçırılan insanlar bu merkezlere götürülüyor, istihbarat için acımasız yöntemlerle sorgulanıyor, alınan bilgiler askeri planlamada kullanılıyordu. Maalesef birçoğu işkence altında ölüyor ya da kayıplara karışıyordu. Seksen ülkede yüz binden fazla insanı sorgulayanlar, milyonlarca ismi içeren listeler düzenleyenler, kaç kişiyi bu şekilde yok etti. Kimse bilmiyor, bilemeyecek de.
İşte bu trafik, CIA'nın kayıtdışı, "ektraordinary rendition" uçuşlarıyla sağlanıyordu. Sadece İngiltere ya da Almanya üzerinden yüzlerce uçak geçmiş, bu ülkelerdeki askeri üslere ya da merkezlere insan taşımıştı. Kimse bu uçaklarda ne taşındığını, hangi izinle uçuşların gerçekleştirildiğini, taşınan "kargo"nun içinde kimlerin olduğunu bilemiyordu. Öyle ki, offshore işkence merkezleri sadece ülkelerle sınırlı değildi. Okyanuslardaki ABD savaş gemileri, Diego Garcia gibi askeri üsler aynı işlevi görüyordu.
Yıllar sonra Uluslararası Af Örgütü'nün konuyle ilgili raporu üzerine Avrupa Konseyi konuyla ilgili 67 sayfalık bir rapor yayınladı. Konseyin 14 ülkesi operasyonda görev üstlenmişti. İsviçre, Bosna-Hersek, İngiltere, İtalya, Makedonya, Almanya, Polonya, Romanya, İspanya, Kıbrıs Rum Kesimi, İrlanda, Portekiz, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerin "esir ticareti"nde rol aldığı belirtiliyordu. Romanya ve Polonya gibi ülkelerde gizli cezaevleri kurulduğunu, Norveç'in bu kirli ticarette önemli bir ülke olduğunu, karşılığında da Kuzey Irak'tan petrol kuyuları aldığını, kanlı ticaretin Kosova, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Mısır, Ürdün, Tayland, Filipinler ve Ortadoğu ülkeleri gibi onlarca ülkeyi kapsadığını, özellikle İsrail ve Ürdün'de insanlığın yüz karası kampların kurulduğu biliyorduk. Ama sorulan her soru çıldırtıcı bir sessizlikte kaybolup gidiyordu.
Aslında kanlı trafiğin ikili ve çok yönlü anlaşmalar çerçevesinde seyrettiğini de biliyorduk. Ortada bir gizli Paris Anlaşması vardı ve 36 ülke anlaşmaya imza koymuştu. İkili anlaşmalar ise hâlâ gizliliğini koruyor. Tüm bu operasyonlar söz konusu anlaşmalara bağlı olarak, insanlığa demokrasi ve özgürlük pazarlayan ülkelerin, AB ülkelerinin aktif katılımıyla yürütülüyordu.
Acaba, kaçırılan, sorgulanan, yok edilen, kayıplara karışan bu insanlar Müslüman olmasaydı bu kadar sahipsiz kalabilirler miydi? Acaba bu insanlar "Batı"lı olsaydı, bu kadar kolay hukuktan, yargıdan kaçırılabilirler miydi? Bütün Batılı ülkeler ve onların etkisindeki Müslüman ülke rejimleri, bir ortak tehdide, düşmana karşı tam bir dayanışmaya girmişler ve tehlikeyi ortadan kaldırmak için insanlığın bütün değerlerini yok saymayı göze almışlardı.
O zamanlar Türkiye'nin pozisyonunu çok tartıştık. Sadece İncirlik değil, Sabiha Gökçen ve Diyarbakır gibi askeri üslerin nasıl kullanıldığını sorguladık. Mesela; 7 Mart 2005'te İstanbul'dan kalkıp Kopenhag Havaalanı'na inen, 23 saat sonra, İzlanda'ya oradan da ABD'ye giden uçağın kimleri taşıdığını sorduk. 31 Mart 2002'de Spar 2 uçuş plakalı Learjet uçağının İzlanda (Keflavik)-Fransa (Brest-Guipavas)-İtalya (Roma)dan hareketle İstanbul'a gelmesi ile birlikte, kaç uçağın daha Türkiye'ye geldiğini, Güney'deki bazı ülkelerden Türkiye'ye uçuş yapıldığına dair iddiaları sorduk. Hepsi o tarihlerde yalanlandı.
2006 yılında yalanlayanlara bu köşeden aynen şu çağrıyı yapmıştık:
Yalanlamayın. Bir süre sonra ABD bütün bunları kabul eder. Siz yalanladıklarınızla kalırsınız. Bu bir insanlık suçu. Bu suçta yer almayın. İnsanlığın ortak hafızasını hafife almayın! İnsanlık suçlarını hafife almayın! Bir gün yakanıza yapışır, kurtulamazsınız. Tarihin en büyük insanlık suçu bu! Sayısız insanın şu anda nerede olduğu bile bilinmiyor. Yeryüzünün her yanı işkence merkezine dönüştürüldü. Offshore işkence merkezleri ve modern köle ticareti size bir şey anlatmıyor mu?
Gelin bu pis işten kurtulalım. Türkiye'yi bu ayıptan kurtaralım. Çünkü yarın Türkiye topraklarında neler yapıldığını, bu kirli ticaretin altında kimlerin imzası olduğunu, CIA'nın bu ülkedeki varolduğu iddia edilen sorgu merkezlerine kimlerin izin verdiğini de açıklayacaklar. O zaman sizi kimse düşünmeyecek...
İşte böyle, adeta yalvarmıştık.. Beş yıl geçti aradan... Aynen o çağrıdaki gibi oldu. Dahası da olacak. O gizli anlaşmalara atılan imzaların sahiplerini de açıklayacaklar...
yenişafak