Beşeri adam eden şuurdur...

Abdullah Büyük

İnsan, Yüce Yaratıcı’nın fanilikler diyarında yarattığı en kompleks varlıktır. Bununla kastımız, insanın yaratılan varlıklar içindeki üstünlüğü/mükemmelliği ve derinliğidir. Her insan doğuştan bu özellikleriyle dünya misafirhanesine teşrif ediyor. Şeyh Galib’in ifadesiyle insan “Zübde-i Âlem” yani evrenin özü. Kâinatın en değerli kitabı. Her insan okunmaya değer bir kitaptır, okumasını bilenler için. Ama şunu da ifade edelim ki kitap olan insan, kendini hakkıyla okuma zahmetinde pek bulunmaz. Öyle kimseler vardır ki sayısız kitap okumuştur ama bir kendini okuyamamıştır. Okuduğumuz kitaplar bize kendimizi okutmuyorsa, kendimizi bildirmiyorsa, Yunus’un ifadesiyle bu ne biçim bilmedir. Kendini tanımak ya da bir başkasını tanımaya çalışmak öyle kolay bir şey olmasa gerek. Değerli bir yazarın güzel bir kitabını alıp zevkle okursunuz ve anladığınızı zannedersiniz. Okuduklarınızı fırsatını bulup yazara anlatsanız belki de onun hiçte anlatmak istemediklerini anlamışsınızdır. Bir kitap olarak insanı okumak ve doğru anlamak ise bundan çok öte bir şey olsa gerek. İnsan öyle bir derinliğe sahip ki, bu konuda hiç kimsenin boyundan büyük laf etme hakkı yoktur. Çevremizde bazen rastlarız kendini insan sarrafı olarak tanıtma cüretkârlığında bulunanlara. Bu tipler insanı bir görüşte tanıdıklarını-çözdüklerini ifade ederler. Oysaki bırakın yabancı birini bir görüşte gerçek anlamda tanımayı, otuz yıllık eşini, yirmi yaşındaki oğlunu-kızını dahi tanıyamamıştır. İnsan kendi dünyasında aslında kendine dahi meçhul bir varlıktır. Belki de bu meçhullük hayata bir anlam ve tat katıyordur. Birlikte yaşadığınız eşinizi dostunuzu an be an yeniden tanıyorsunuz. Kendinizi başınıza gelen olaylarla yeniden keşfediyorsunuz. Hiç bilmediğiniz bir yönünüzü fark ettiriyor yaşadığınız bir ayrıntı size. Bu yönümün hiç farkında değilmişim itirafında bulunuyorsunuz kendi kendinize. Sizden öte bir sizin içinizde yaşadığını anlıyorsunuz. Bizden öte bizde yaşayan ikinci benimiz şuurumuz olsa gerek.

 Atom için çekirdek merkez ve özdür. Çekirdeksiz bir atom düşünülemez. Şuur da insanın özü ve çekirdeğidir. Şuuru olmayan bir insan yoktur. Şuurumuz bizim adeta mikro çipimiz. Adam olmak isteyen her beşer, işe şuurundan başlamalıdır. Allah’ın gönderdiği bütün ilahi vahiylerin ilk hedefi aklı ve eylemi belirleyen şuuru düzeltmektir. Şuur düzeltilmeden aklın ve eylemin düzeltilmesi mümkün değildir. Kur’an’ın eğittiği birkaç şuurdan örnekler hatırlayalım;

“Bir baba, kaçıncı kez aynı acıyı yaşıyor. Kundaktaki yavrusunu toprağa vermiş. Mezarın başında diz üstü çökmüş, evladının mezarının toprağını düzeltiyor elleriyle. Gözlerinden ince ince yaşlar süzülüyor nur yüzüne. Biri yaklaşıp “sende ağlar mısın ey Allah’ın Rasülü?” diye usulca soruyor. Rahmet peygamberi “ben de bir insanım kalbim hüzünlenir, gözüm yaşarır” diyor”

“Yine Allah’ın Rasülü, dünyadaki son günlerini yaşarken kendisinden sonra kalacak kızı Fatıma’nın kulaklarına bir şeyler fısıldıyor. Ağlamaya başlıyor Efendimizin kızı, bu kez Efendimiz bir kez daha aynı kulağa bir şeyler fısıldıyor. Bu kez ağlayan gözlerde tatlı bir gülümseme oluyor.”

“Bir infak yarışı başlatılmış Efendimiz tarafından... Sadık dost Ebubekir evde ne var ne yok toplayıp getirmiş. Efendimiz soruyor dostuna; evde çocuklarına, hanımına ne bıraktın diye? Teslimiyetin ve Allah’a güvenin zirvesi bir cevap dökülüyor hicret yoldaşının dudaklarından; Allah ve Rasülü’nü bıraktım”   

İşte şuuru vahiy tarafından eğitilmiş şahsiyetlerin olaylar karşısındaki kimlikleri. Şöyle bir empati yapmayı denesek kendi kendimize. Yukarıdaki olaylardaki faillerin yerine kendimizi koysak ve düşünsek. “Ben olsaydım acaba nasıl davranırdım” diye. Hemen hazır cevap vermeye kalkmayalım lütfen. Yaşanmadan verilecek hiçbir cevap garanti değildir. Onun için ucuz kahramanlık gösterisinde bulunmaya gerek yoktur.  Diyelim ki aynı tavırları ortaya koyduk, aynı samimiyette olabilir miyiz acaba?  İçimizde doymak bilmeyen riyakârlığımızı yenebilir miyiz dersiniz. 

Kur’an’daki her bir peygamber kıssası şuurumuzun bir yönünü eğitecektir. Eğer kıssaları hikâye gibi değil de bir öğretmen olarak görebilir, algılayabilirsek. Şuurumuzdaki küçücük bir sapma, eylemlerimizde büyük sapıklıklara dönüşecektir. Akıl, düşünce ve eylemini ıslah etmek isteyen her beşerin işe başlama noktası şuurudur, insanın özüdür. Özünü ıslah eden ise, âlemin özü olmayı hak edecektir. Hikmet ve irfan erlerine seyr-ü sülüklerinde hayırlı yolculuklar...

yeniakit