Bugünlerde bir takım yargılamalar dolayısiyle Ankara’da olmak zorundaydım.. İstanbul’dan Ankara’ya YHT ‘yüksek hızlı tren’le gittim.
Hızlı tren İstanbul- Pendik’ten başlıyor. Devamı, henüz tamamlanmamış.. Böyle olunca da Fatih’ten Pendik’e 2 saat kadar bir sürede geliniyor. Halbuki, Pendik’ten Ankara’ya 3,5 saatte gidiliyor.. Ki, yol boyunda tamirât olduğu için, hız bazı yerlerde saatte 50-60 km.’ye düşüyor, ama, 290 km.’ye de çıkıyor.
Bayağı güzel ve modern bir hizmet.. Biletler numaralı koltuklar üzerinden satılıyor ve ayakta yolcu alınmıyor. Trene binişte aynen uçağa binilir gibi sıkı güvenlik tedbirleri uygulanıyor.
Ankara- İstanbul arası, normal ferd başına 70 lira.. 65 yaşın üstündekilere, yüzde 50 indirimle, 35 lira..
YHT, Hızlı tren, dünyadaki örnekleri gibi, âdetâ bir yılan gibi akarcasına sessizce gidiyor. Müthiş rahat..
Ankara’da 4 gün kaldıktan sonra yine İstanbul’a aynı yoldan, hızlı trenle dönüyorum. Hani, M. Kemal, Yahyâ Kemâl’e sorar ya, ‘Şair, Ankara’nın en çok nesini seviyorsun?’ diye.. O da, ‘İstanbul’a dönüşünü.’ karşılığını verir. Şimdi, ben de o durumdayım.
*
Ancak 20 Mart günü dönecekken, o akşam, Hacıbayram Konferans Salonu’nda merhûm‘bilge müslüman’ Ali İzzet Begoviç’le ilgili bir program olacağını haber alıyor ve dönüşümü 21 Mart Cumartesi’ne bırakıyorum.
Ankara Hacıbayram Camii civarı, gerçekten de çok güzel düzenlenmiş.. Tarihî doku o kadar güzel çıkmış ki meydana.. İnsanın yüreği ışıldıyor. Yaz mevsiminde yeşillik de devreye girince bu mekanın daha hoş olacağını sanıyorum. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek bu düzenlemesiyle bile ‘aferin’i hak ediyor.
Esasen, şu son 12 sene içinde denilebilir ki, restore edilmedik bir tarihî eser kalmamış denilse yanlış olmaz, ülke içinde.. Hattâ 100 yıl öncesinde kadar müslümanların elinde olan geniş coğrafyalarda bulunan İslam kültür ve medeniyetine aid, hemen tamamı harab olmaya yüz tutmuş, terkedilmiş, sahibsiz kalmış bütün tarihî eserler de öyle..
*
Sözkonusu konferans salonunun küçük bir yer olacağını sanmıştım, ama hiç de öyle değil..
Yer altında, iki kat aşağıda yaklaşık 250 koltuklu , güzel bir mekân..
Sunuculuğunu Emira Albayrak hanım kardeşimizin yapacağı Aliya proğramının diğer iki konuşmacısı, Dr. Bahadır İslâm ve M. Râci Mazı beyler..
Proğram, Hacıbayram’da yatsı namazının tamamlanmasını takiben başladı ve salon neredeyse tıklım tıklım.. Dinleyicilerin neredeyse yüzde 80’i fizyolojik olarak da genç insanlardan oluşuyor.. dörtte biri kadarı, genç, mestûre hanımlar.. Soğuk bir Ankara gecesinde, pek farkında olunmayan, güzel bir ilgi..
Proğram 20 sene öncelerde Bosna’da yaşanan büyük katliâm ve trajediyi en güzel şekilde yansıtan ve o günlerde bizleri ağlatan, yüreğimizi dağlayan Bosna marşlarının en çarpıcıları ve deri-kemik haline gelmiş ve bağlanmış onbinlerce genç insanın sırf müslüman oldukları içinormanların derinliklerinde vahşi sırb şövenistlerince en akıl almaz ve tahammül edilmez bir canavarca duyguyla taranarak topluca öldürüşlerini gösteren video görüntüleri.. Ve bir inanç, tefekkür, sabır, tevekkül ve eylem âbidesi halinde yükselen Aliya’nın, askerleriyle birlikte ‘Allah’u Ekber’ diye tekbîr getirdiği görüntüler.. ‘Medeniyet’ denilen o tek dişi kalmış canavar Avrupa’nın gözleri önünde yıllar boyu ve 250 binden fazla savunmasız, silahsız, ordusuz, devletsiz bir kitlenin, sırf müslüman olduğu için, bir katliâma, bir jenosid’e, soykırıma tâbi tutulduğu yıllar..
20 yıl öncelerdeki hâlet-i ruhiyeye kaptırıyorum kendimi yeniden..
Proğramın sahibi, İYMED isimli bir dernek.. İYMED, İlmî Yaşam ve Medeniyet Derneği isimli kuruluşun kısaltılmışı.. Ama, keşke isim seçilirken, kelimelerin keşke kendi kültümüzün özelliklerini yansıtmasına daha dikkat gösterilseydi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Keza, Aliya’nın sunuş konuşmasında, ‘bilge müslüman’ demek varken, bize uzak birilerinin yakışıksız ‘bilge kral’ yakıştırması tekrarlanmasıydı. Çünkü, o bir kral filan değil, gerçekten de çetin mücadelelerin ve acıların içinde daha bir büyüyen bir ‘bilge müslüman’ idi.
Proğram bir genç arkadaşın nefîs bir Kur’an tilavetiyle başladı.
Arkasından.. Proğramın yöneticiliği kendisine verilen Emira Hanım, 1995’de geldiği Türkiye'de öğrendiği türkçesinin güzelliğiyle selamladı, hâzirûnu.. Ve hoş uslûbuyla, ekledi: ‘Hiç türkçe bilmiyordum, karşılaştıklarıma ‘Essalamu aleykum..’ derdim. Aleykumselam demezler, sadece ‘hoşgeldin’ diye karşılık verirlerdi ve bundan acı duyardım.. Ama bugün artık ‘essalamu alaykum’ dediğimde, ‘aleykumselam’ diye mukabelede bulunan bir toplum var.. Ben bundan çok memnunum..’
*
Ve sonra, Dr. Bahadır İslâm tebliğini sundu..
Bahadır Bey, ‘Eğer Bosna olmasaydı Aliya’yı tanıyamazdık, ve Aliya olmasaydı Bosna’yı..’ şeklinde bir denklem kurdu ki, sanırım doğru bir tesbit idi.. Gerçekten de Bosna Trajedisi yaşanmasaydı, Aliya belki de o çapta büyümeyecek ve şahsiyet tahlilinde bir takım noksanlıklar olacaktı. Çünkü o, geçmiş mücadele ve tefekkür hayatından da öte, Bosna Savaşı ile bir âbide şahsiyete dönüştü.
Bahadır Bey’in dolu konuşmasından özetleme yapabilmek zor.. Ama, ‘dünya nüfusunun yüzde 22’sinin müslüman olduğu ve amma son yıllarda dünya üzerinde meydana gelen kanlı savaşların, mezheb ve coğrafî veya etnik temelli savaşların yüzde 100’ünün müslümanlar etrafında; halbuki yarım asır öncelerde dünya üzerindeki savaşların, yüzde 75’inin müslüman olmayan toplumlar arasında cereyan ettiği’ şeklindeki tesbitleri gerçek ve bir o kadar da yaralayıcı değil mi?
Son 100 yılda meydana gelen iki büyük Dünya Savaşı’nda 100 milyon insanın öldüğü ve bunların en az yarısının Avrupa halklarının birbirini boğazlaması neticesinde meydana geldiği gerçeği unutulup, bugün müslüman toplumlar arasında meydana gelen savaşlardaki ilkelliğin geçmişte olmadığı gibi algı operasyonlarıyla müslümanlar etrafında dünya kamuoyunda oluşturulmak istenen hava hepimizi yaralamıyor mu?
Râci Mazı beyin bir saati aşan ve ama, oldukça dolu konuşmasının özetini yapmak daha bir zor..
Râci Bey, konuşmasını merhûm Aliya’nın bir sözüyle noktalıyordu: ‘Hayat, iman edenlerin ve sabırla salih amel işleyenler dışındakilerin kaybettiği bir oyundur.’
*
Bosna ateşinin içinden gelmiş olan Emira Hanım’ın anlattıklarına da değinmek gerekiyor. Emira Hanım, komünist dönemde İslamî kimliğin bir takım gizli sembollerle yaşandığını, ‘Es’selamu aleykum’ demenin bile yasak olduğunu, halkın müslümanlığının genelde, ‘Bismillah..’ demekten ibaret kaldığını, amma, onun bile İslam cevherinin yüreklerde korunmasına yettiğini anlattı. Verdiği bir örnek, ilginçti: Aile büyüklerinden birisi Emira’yı câmie götürmüştü. O da orada, aynı okulda okuduğu bir arkadaşını görmüş ve ‘Beni câmide gördüğünü okulda söyler mi’ diye korkmuş, ama kendisi onu, o da kendisini câmide gördüğünü asla sözkonusu etmemişti.
Emira Hanım, savaş yıllarında o arkadaşını Aliya’nın askeri olarak görmüştü..
Emira Hanım, kendi ailesinden 70 kadar insanı kaybettiğini ve bunların hangi birisinin acısını ve hatırasını anmakta zorlandığını, Aliya’nın ise kendilerine intikam duygusuyla hareket etmeyi yasakladığını ve bu tavsiyenin doğru olduğunu belirtiyordu. Bu vesileyle hatırlayalım ki, sırb cinayetkârlarının işledikleri her türlü canavarlık ve ahlâksızlığa aynı usûlle karşılık verilmesi için Aliya’dan izin isteyen askerlerine onun cevabı çok netti: ‘Onlar bizim öğretmenlerimiz değil, düşmanlarımız!..’
Emira Hanım, ayrıca Bosna’da ders ve tarih kitablarında o korkunç savaş yıllarının hiç anlatılmadığını, yok sayıldığını, ama, herkesin de neler olduğunu kendi içinde asla unutmadığını, komunizmin baskısını İslamî unutturmaya yetmediği gibi, bu gibi gizleme çabalarının da müslümanlarının hafızalarını silmeye yetmiyeceğini belirtiyordu. O ayrıca, Bosna Faciası’ndan çıkarılması gereken bir dersi de şöyle ifade ediyordu: ‘Eğer o savaş olmasaydı, belki de Bosna’da İslam adına çok az şey kalacaktı. Şimdi ise, halkımız kendi inanç kimliğine geçmişe göre çok daha aşina ve yakın..’
Emira Hanım, konuşmasının sonunda Bosna ve diğer Balkan, Kafkas ve sair coğrafyalardan gelen halklara Anadolu müslümanlarının gösterdiği kardeşlik sahnelerinin Suriye ‘den gelenler için de esirgenmemesi gerektiğini hatırlatarak sözlerini tamamladı.
*
Merhûm Aliya’nın aziz hatırası şerefine tertib olunan bu tefekkür ziyafetinde emeği geçenlerin herbirisine teşekkürlerle..
haksöz