Türkiye tarihinde ilk kez sokaklar bölündü. İşadamlarından eğitimcilere, bürokrattan siyasilere, kebapçıdan fırıncılara kadar herkes; "bizden" ve "bize karşı" şeklinde ikiye ayrıldı. Bu ülkenin insanlarının ezici çoğunluğu "hain", "düşman" ilan edildi. Mezhep ve etnik kimlikler üzerinden toplumsal çatışma projeleri uygulandı.
Hiçbir askeri darbe, sokakları ve kalpleri böylesine parçalara ayırmamıştı. "Düşman" olanların, "hain" ilan edilenlerin üzerine hışımla gidildi. Bu insanlar siyasetten men edildi, işadamıysa iflas ettirildi ya da haraca bağlandı, eğitimciyse kızağa çekildi, dindarsa sistematik yıldırma kampanyalarına maruz bırakıldı.
Cemaatlere savaş açıldı. Belli siyasi çevreler tasfiye edildi. Hükümetler yıkıldı, aydınlar cezalandırıldı ya da itibarsızlaştırıldı, askeri vesayetle hükümetler kuruldu, bakanlara brifingler verildi. Sokaklarda dindar avcılığı başlatıldı. Vakıflar, dernekler gözaltına alındı. Öyle bir korku salındı ki, bir çok cemaat temsilcisi, bu ülkeye hizmet etmiş birey Türkiye'yi terketmek zorunda bırakıldı.
28 Şubat müdahalesinin mimarları ya da figüranları, asık suratları ve üniformalarıyla her akşam televizyon ekranlarından bütün ülkeye talimatlar veriyor, iç politikayı dizayn ediyor, kendilerine verilen rolü hatasız oynuyordu. Yanlarına aldıkları yargı mensuplarıyla, medya mensuplarıyla, sermaye çevreleriyle, Atlantik ötesi ortaklarıyla, Tel Aviv kadrolarıyla Türkiye'yi yeniden kurmaya, yeni bir ülke inşa etmeye, bunu yaparken de bu ülkenin ezici çoğunluğunu sindirmeye çalışıyorlardı.
Başardılar da... Son derece iyi planlanmış bir projeydi 28 Şubat. Ama asla Türkiye'nin iç iktidar odaklarıyla sınırlı bir planlama değildi. Neocon-İsrail aşırı sağı ile içerideki ortakları tarafından projelendirilen, onların desteğiyle uygulanan, bu ülkenin insanlarına savaş açılan bir projeydi. Yeryüzünün orta kuşağında yükselen İslam, siyasi söylemiyle meydan okumaya girişmişti ve cezalandırılmalıydı. Öyle de yapıldı.
Darbeden önceki yıllarda Türkiye-İsrail ekseni ile Ortadoğu'yu dizayn etmeye girişenler, bütün bölge ülkelerinde antiterör merkezleri kuruyordu. O zaman daha "terörle küresel mücadele" ilan edilmemişti. Ama sessiz ve derinden bunun alt yapısı hazırlanıyordu. 21. yüzyıl dünyasında İslam kontrol altına alınmalıydı ve bu İslam kuşağının merkez ülkesi Türkiye'den başlatılıyordu. 11 Eylül saldırıları sonrası proje küreselleştirildi ve bütün İslam topraklarına yayıldı.
O zamanlar; "Soğuk savaş dönemi kadar bile terör saldırıları yok, bu anti terör merkezleri neden kuruluyor" sorusunun cevabını aradık hep. Bunca hazırlığın bir sebebi olmalıydı ama görünürde öyle bir tehdit yoktu. Oysa varmış, 21. yüzyıla dönük bir projeymiş. Türkiye üzerinden bütün coğrafyaya uygulanmaya çalışılıyormuş. Daha sonra bunun açık savaşa dönüşmüş halini hep beraber yaşadık, yaşıyoruz.
28 Şubat, asla yerli bir proje değildi. Neocon-İsrail aşırı sağının planlamasına göre bu koca ülke, İsrail'in güvenlik çıkarları için hoyratça kullanıldı. Washington ve Tel Aviv'deki ağalardan talimat alanlar, onların önceliklerine göre kendi insanlarına savaş açtı ve bu savaşın bin yıl süreceğini ilan etti. Tıpkı George Bush'un, 11 Eylül sonrası sınırsız savaş ilanı gibi. Projenin entelektüel mimarlığını yapan neocon yazarlar; "Biz bile bu kadar kolay olacağını, koca generallerin bu kadar işbirliği yapacağını bilmiyorduk" diye yazdı daha sonra.
Projenin yerli aktörleri, ağababalarının çizdikleri yolda kararlı adımlarla yürüyorlardı. İçeriyi hizaya soktuktan sonra, bölge ülkelerini hizaya sokacaklardı. İsrail istihbaratı ile birlikte Türkiye dahil bir çok ülkede örtülü operasyonlara başladılar. İşte o zaman sırrını çözemediğimiz antiterör merkezlerinin ne amaçla kurulduğunu öğrenebildik.
28 Şubat müdahalesi sadece ideolojik bir kıyım, Türkiye'nin iç iktidar paylaşımı ile ilgili bir meydan okuma değildi. Tamamen uluslararası inisiyatifle planlanan ve uygulanan bir plan, proje ya da tasarımdı. Bir ABD-İngiliz-İsrail projesiydi ve generaller üzerinden yürütüldü. Para kaynakları, para trafiği en az darbe kadar önemliydi.
Öyle ki, bu ülkede darbe ile iktidarı ellerine alanlar, projenin fikir babalarıyla sarsılmaz ortaklıklar, işbirliği, ideolojik bağlantılar kurmuş, dayanışmaya girmiş, kendilerini iktidara taşıyanlara diyet ödemiştir.
28 Şubat'ın uygulayıcılarının daha sonra hangi ülkelere tekmil verdiklerini, hangi ülkeler tarafından korunduklarını düşünelim. Emir erleri, patronlarının talimatıyla veriyordu bu ihaleleri.. Kim adres gösterirse oraya veriliyordu, hiç kimse bunun hesabını soramıyordu. Bu yüzden İsrail'e verilen milyarlarca dolarlık askeri ihalelerin de sorgulanması gerekiyor. Yakın tarihin kirli ilişkilerinin aydınlatılması, para trafiğinin izlenmesi, Türkiye'de kimlerin bu işten para kazandığının tespit edilmesi gerekiyor.
28 Şubat 2012'de, yani darbenin on beşinci yıldönümünde yazılmış bir yazı bu. Türkiye'yi İsrail gibi bir ülkenin güvenlik çıkarlarına peşkeş çekenler, neocon hayalperestlerin hizmetine sununlar bugün itibarlarını aynen koruyor, sorgulanmadılar diye yakındığım yazı. Neden, neden, diye yakındığım, "Türkiye size bunun hesabını soracak" diye umudumu koruduğum yazı.
Ama işte başladı... Kirli ilişkilerin, para trafiğinin, bu ülkeyi kamplara ayırmanın, koca ülkeyi birilerine peşkeş çekmenin hesabı soruluyor. O zamanın kudretli adamları, sözü emir kabul edilenler, karşılarında hazırolda beklenenler gözaltında. Yeni isimler de gözaltına alınacak, sorgulanacak, yargılanacak. Bu ülkeye ödettikleri bedelin hesabı sorulacak. "Bin yıl" sürecekmiş. Hadi sürsün bakalım...
Çevik Bir'in gözaltı görüntülerine, uçakta çe-kilen görüntülerine bakıyorum. Ne yani, acımalı, "Zavallı Çevik Bir" mi demeliyiz...
yenişafak