“Fatih Altaylı’dan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na: Ben “ümmet” falan değilim ve İsrail’in yaptığı teröre en az sizin ümmet dedikleriniz kadar öfkeliyim” dedi.
Deva Partisi’nin Avrupa temsilcisi Twitter hesabından, “Netanyahu’nun terörüne de, Hamas terörüne de karşı olma” çağrısı yaptı. Tepki gelince hemen sildi.
Aslında birtakım gazeteciler, politikacılar, işadamları gerçekte hiç İslam inancı ve ahlakı ile işleri olmadığı halde, bayram mesajları yayınladılar.
Eskiden birileri “Ramazan” kelimesini kullanmamak için “Şeker Bayramı” derdi. Neyse. Artık o günler geçmişte kaldı. Artık CHP bile bayram kutluyor. Aslında Ramazan bitiyor. Bayram Şevval’in ilk günü. Yani Şevval’de Ramazan’ı kutluyoruz.
Nedense birilerine “Recep, Şaban, Ramazan, Şevval” birilerine ağır geliyor. Ama mesela “Agustos, Martius, Mai, Tammuz” mesela onları hiç rahatsız etmiyor. Biz “yerli ve milli” dedikçe onlar “evrensel, çağdaş, laik” deyip duruyor. Hoş, biz de “Yerli ve Milli”nin suyunu çıkardık. Herkes kendi yalanını kutsuyor anlayacağız. Herkes kendi Şeytanına sadakat konusunda tavize yanaşmıyor. İşimiz gücümüz ötekilerin Şeytanını taşlamak. Şeytan en çok da bu oyundan hoşlanıyor. Çünkü sonuçta herkes kendi Şeytanını kucağına oturtuyor, koruyor ve savunuyor!
Bu “Şeker Bayramı” nereden çıktı derseniz, Osmanlıda “Şükür Bayramı” olarak biliniyor. Günahlardan kurtuluş için arınma bayramı, bunun için Müslümanlar şükür ediyorlar. “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ebedî azaptan kurtuluş”un ifadesi. Ama Harf devrimi ile Laik Atatürkçüler, ŞKR olarak yazılan “Şükür”ü, “Ü” yerine “E” ile okuyunca “Şeker” olmuş! “Ne şeker bir hikaye” değil mi? İyi ki “Baklava bayramı”, “Künefe bayramı” dememişler. “Aşure”yi de öyle “tatlı”ya bağladık(!) biliyorsunuz. “Tatlı yiyip tatlı konuşacaktık” ama tatlı yemek ile tatlı konuşmak aynı şey değilmiş!
Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde “Küreselleşme: Yeni Dünya Düzeni” başlıklı makalede şöyle bir ifade var, Globalleşme ile ilgili: “… günümüzde küreselleşme, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar çeşitli alanlarda dünyayı etkileyen, uluslararası toplumun dokusunu ve yapısını eskiye oranla tanınmayacak ölçüde değiştiren bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır.”
İbrahim Arslan ve Soner Karagül’ün “Küresel Bir Tehdit (COVID-19 Salgını) ve Değişime Yolculuk” başlıklı makalesine şöyle bir giriş yapılmış: “COVID-19 olarak adlandırılan virüs, yaşamın olağan akışını etkileyerek birey, ulusal ve uluslararası düzeyde değişimi zorlayan sonuçlar üretme kapasitesine sahiptir. CoVID-19 sonrasında insanlık günlük yaşam, çalışma hayatı, eğitim-öğretim, siyaset, ekonomi ve uluslararası ilişkiler başta olmak üzere geçmişte edindiği bilgi ve deneyimleri bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı hissedecektir.”
Şimdi sıkı durun, Erdoğan’ın Ramazan Bayramı tebrik mesajındaki şu ifadeyi şimdi nasıl anlamalıyız: “Salgın sonrasında yeniden şekillenecek küresel siyasi ve ekonomik sistemde ülkemizin hak ettiği yeri almasını sağlamakta kararlıyız. Bunun için gece gündüz çalışıyoruz.”
28.4.2021 tarihli gazetelerde, Bakan F. Koca ile ilgili bir haberde Bilim Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Tüm Dünya ile birlikte salgın boyunca ağır bedeller ödedik. Yeni bir Dünya düzenine sert ve hazırlıksız bir geçiş dönemi yaşadık. İş yapma usullerinden sevdiklerimize temas etme halimize kadar her alanda yeni bir düzene geçiş sancısı yaşadık. Sevdiklerimizi kaybettik. Sevdiklerimizi korumak için onları görmemeyi göze aldık.”
“Dünya 5’ten büyüktür” diye yola çıkıp, sağlığımızı DSÖ’ye teslim ne derece mantıklı?
Bu metinleri biri mi yazıyor. Politikacıların ne söyledikleri kadar, söylediklerinin nasıl anlaşıldığına da dikkat etmeleri gerekmiyor mu? Ya da muhalefetin bu sözleri nasıl başka yöne çekeceklerini hesab etmek gerekmiyor mu? Bu metinleri kim yazıyor, kim kontrol ediyor?
Farkında mısınız, siyasiler, bürokratlar, “Bill’in adamları” hiç Great Reset’den söz etmiyorlar. “Yeni Normal” dönemi “olumlu” bir bakış açısı ile kullanıyorlar. Starlink, Neuralink, 5G, Chip, Sentetik et, GPT3, “Global Healt Pass.”, “Performance Pass.” ile ilgili tek bir olumsuz söz duydunuz mu! Bu adamlar İlahlık ve Rablik taslayarak geliyorlar, bizden LA diyen yok! Humonoid, Siborg, Klonoid, Genomic, Kimera, Öjenik hareket, biyolojik savaş, siber savaş, konusunda tek olumsuz görüş var mı?
Kozmokratlar’la nasıl baş edeceksiniz? Siber Uçurumu nasıl kapatacaksınız. Siber diktatörlüklerden, siber kölelikten yakamızı nasıl kurtaracağız? Hâlâ bir NDC’miz yok. Süper bilgisayarımız ve ülke çapında arama motorları, sosyal mediaya destek verecek yapay zekamız yok, işletim sistemimiz, security’miş, arama motorumuz yok. Sosyal mediamızın durumu ortada.
Düne göre bir şeyler yapılmıyor değil. Bunların çoğu, konvansiyonel sistemlerin dijitalize edilmesi gibi. Potansiyel çok yüksek ama, bürokrasi başımızın belası. Bir kenevir konusunu bile henüz çözebilmiş değiliz. Siyasetin geldiği nokta ortada. Sermayenin durumu da öyle. Bunlarla nereye kadar gidebiliriz ki!
Pazartesinden sonra gevşemeden söz ediliyor. Haziran başında biraz daha gevşetilecekmiş. Ev hapsi işe yaramış. Bu “kapatma”nın işe yaradığı doğru değil. Bütün büyük şehirleri Anadolu’ya taşıdık, şimdi Anadolu büyük şehirlere geliyor. Bu en büyük “bulaş” anlamına gelir. Aşı da değil vaka sayısının düşmesi. Bir defa bulaş olunca semptomlar 1-2 hafta içinde ortaya çıkıyor. Vakaların bu durumda patlaması gerekirdi. Ne aşı, ne tedavi, ne kapanma! Bugün açıklanan sonuçlar için böyle bir şey sözkonusu değil. PCR’leri 40 döngü’den 24 döngü’ye ayarlarsanız, zaten olay %40 değil, bunun iki katına yakın “negatif” çıkması gerekirdi.
HES diye başlayıp aşı Pass.’ına getirdiniz bu işi. Bu aşı Pass.’ı cinayet. Her aşıyı kabul etmeyecekler. Etseler de 6 ay da bir yenileme isteyecekler. 6 ay dolmadan mutant oldu, 2. aşı diyecekler. Milleti aşı manyağı yapacaklar.
Gelin bu yalan rüzgârından yakanızı kurtarın. Bu iş esnafa verdiği zarar kadar siyasete, en fazla da AK Parti’ye zarar veriyor. “Kendim ettim, kendim buldum” diye feryat etmek istemiyorsanız, gelin bu DSÖ fitnesinin komplolarından yakanızı kurtarın.
Selâm ve dua ile.