Bizim medyamız dine dair her konuya sadece derin bir ürperti ve alerji içinde yaklaşıp “Malezya mı oluyoruz” havaları yaymaya devam ededursun; din ve dinin devletlerin hayatındaki belirleyiciliği bu post modern çağın en çok konuşulacak konusu olacak belli ki!
Geçenlerde Vatan gazetesinde yer alan haberde, teoloji profesörü Thomas Römer’in, Irak Savaşı’nın perde arkasıyla ilgili çok ilginç bir gerçeği ilk kez ortaya çıkardığı yer alıyordu.
Habere göre Fransa eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve ABD Başkanı George Bush, Irak Savaşı’ndan birkaç hafta önce bir araya gelmiş ve bu toplantıda Bush, Fransa liderini savaşa girmeye ikna etmek için “Ortadoğu’da Yecüc ve Mecüc harekete geçti. İncil’in öngördükleri yaşanmaya başladı. Bana yardım etmelisin” demişti.
2005 yılı Ekiminde gazetelere yansıyan bir başka habere göre de, ABD Başkanı Bush, Irak savaşı öncesi Mısır’da görüştüğü, şu anda Filistin Devlet Başkanı olan Mahmud Abbas’a şöyle demişti:
“Tanrı bana, ‘George, Afganistan’a git ve teröristlerle savaş’ dedi, yaptım. Ardından, ‘George, Irak’a git ve zorbalığı bitir’ dedi, onu da yaptım. Tanrı, ‘Git Filistinlilere devlet kur, İsraillilerin güvenliğini sağla, Ortadoğu’ya barış getir’ dedi. Bunu da yapacağım. Ahlâkî ve dinî bir misyonum var.”
(Acaba Bush’a “Irak’ın petrollerine kon, malı götür ya George!” da denilmiş midir?)
Bazı yazarlar, Bush’un bu sözleri söyleyebilecek kadar fanatik bir Hıristiyan olduğunu söylüyor. Kimileri, Bush’un zeka düzeyinin düşüklüğüne atıf yaparak onu neredeyse meczup ilan ediyor ya da mahallenin delisi gibi gösterip “Bush’tur, ne söylese yeridir” demeye getiriyorlar. Kimileri ise böyle bir şey doğru değildir diye kestirip atıyor.
Fehmi Koru gibi araştırmacı bir yazar bile, Bush’un bu sözleri söylememiş olmasını diledikten sonra, bu tür lafların Amerikan toplumunda tepkiyle karşılanacağını belirtmek sadedinde şöyle yazmıştı:
“Tanrı ile konuşarak karar aldığı iddiasında bir başkana sahip olmayı, Amerikalılar içlerine sindiremez.”
Acaba öyle mi? Acaba gerçekten de Amerikalılar bu tür söylemlerin çok mu uzağındadır?
Dahası, acaba kendisinde Tanrı tarafından “seçilmiş-görevlendirilmiş” duygusu vehmetmek, sadece, kasabanın meczubuna indirgenmiş Bush’a has bir özellik midir, yoksa ABD başkanlarında genelde görülen ve kadim kökleri olan teolojik bir algı mıdır?
Öncelikle, ABD’nin de içinde yer aldığı Batı sömürgeciliğinin, başka ülkelerde girişeceği her türlü harekete teolojik gerekçe aramayı ihmal etmediğini, tarihsel bir gerçek olarak biliyoruz.
Bu bağlamda, Kilise, yerli halklara karşı her türlü soykırım ve vahşeti icra etmeye hazır iştahlı yöneticileri, şu türden sözlerle dinsel cevaza mazhar kılıyordu:
“Sizler yeryüzünde Tanrı’nın istediklerini yapmakla görevlendirilmiş kişilersiniz. Dünyanın geri kalan kısımlarına uygarlık götürmek Tanrı’nın sizin omuzlarınıza yüklediği tarihsel ve kutsal bir görevdir.”
Altı ısrarla çizilen bu “ilahi seçilmişlik” vurgusu; para, kan, güç ve hegemonya üzerine kurulu kirli düzeni örten bir şal gibiydi.
Daha ABD’nin kurulduğu yıllarda, yani henüz 1765’lerde John Adams şunları yazıyordu:
“Amerika’nın kuruluşu, Tanrı’nın, hâlâ tutsaklık durumunda bulunan bütün insanlığı aydınlatıp zincirlerinden kurtarmak yolunda taşıdığı gizli iradenin bir tecellisinden ibarettir.”
Kardinaller, ABD yöneticilerinin Tanrı adına verdikleri özgürlük savaşını “Mesihçi ideolojinin amentüsü” saymışlardır sürekli.
Bu anlayış asırlar içinde hiç değişmedi.
Örneğin, Kardinal Spellman, 1966 Noel’inde yaptığı konuşmada, Vietnam Savaşı’nı bile şöyle niteliyordu:
“Hıristiyan uygarlığını korumak için yapılan Haçlı seferi.”
Bush’a “deli” muamelesi yapanlar bilmelidir ki; Tanrı tarafından görevlendirilme olgusu, birçok ABD başkanının konuşmalarında da vurgulanmışır.
1898’de Filipinler’e bir işgal ordusu gönderip başkent Manila’yı ele geçiren ABD Başkanı Mc Kinley, kendisini tebrik ve ziyarete gelen Methodist Kilisesi üyelerine, yaptığı işin Tanrısal bir görev, hatta vahiy gereği olduğunu şu sözlerle açıklıyordu:
“Kaç gece diz çökerek ışık vermesi ve önderlik etmesi için Ulu Tanrı’ya yalvardım... Ve bir gece ışık geldi! Artık Filipinler’in hepsini almak ve Filipinlileri eğitmekten başka çıkar yol yoktu.”
Başkan Kennedy, 20 Ocak 1961’de yaptığı konuşmada “tanrısal görevini” şöyle anlatıyordu:
“Unutmayalım ki, yeryüzünde Tanrı’nın yapacağı işi yapmakla biz ödevliyiz. Çoğu kimse Tanrı’nın yapacağı işi yapmanın çok güç olduğuna inanır. Oysa Amerika bunu yapacak şekilde kendini yetiştirmiş ve hazırlamıştır.”
Başkan Eisenhower’ın şu sözü meseleyi çok güzel özetler aslında:
“Bizdeki hükümet şekli gerçekten çok derin bir dinsel inanç üstüne kurulmazsa bütün anlamını yitirir.”
Sonuç olarak, ben “Haçlı savaşını başlatacağız. Geri kalmış yörelere özgürlük, medeniyet ve demokrasi getireceğiz” diyen ve tipik bir Başkan olan Bush’un “Tanrı’nın emirlerini yapıyorum” demesine asla şaşırmıyorum.
Tersine, şaşıranlara şaşırıyorum!..
M. Emin KAZCI / Vakit