Bir Gün Siz de Mülteci Olabilirsiniz

1951’de Cenevre Sözleşmesi’ni imzalarken sadece Avrupalı mültecilere kapısını açan Türkiye, o günden beri mülteciye kapalı.

1951’de Cenevre Sözleşmesi’ni imzalarken sadece Avrupalı mültecilere kapısını açan Türkiye, o günden beri mülteciye kapalı. Bu yüzden kaçağı ve sığınmacısı çok. Son yılların en tartışmalı konusu, şimdi yeni anayasa hazırlığıyla yeniden gündemde.

Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) 2000 yılındaki araştırmasına göre “herhangi bir anda” yeryüzünde kaçak olarak dolaşan insan sayısı 15-30 milyon arası değişiyor. Son 7 yılda dünyada gelişen olaylar düşünülürse, bugün bu rakamın çok daha fazla olduğunu düşünmek zor değil. Örgütün 2005 yılı rakamlarına göre; dünya çapındaki toplam göçmen sayısı 191 milyon. 2006 rakamlarına göre, dünyada her gün 8 bin kişi evinden ayrılmak zorunda kalıyor. Ve bugün dünyanın 52 ülkesinde toplam 24.5 milyon insan “yerinden edilmiş” bir şekilde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Mülteci sayısının küresel toplamı ise 9.9 milyon.

Dünyanın dört bir yanında dolaşan kaçak, sığınmacı ya da mültecilerin bir kısmı da Türkiye’de. Ancak Türkiye, sadece Avrupa ülkelerinden gelenlere mülteci olma hakkı tanıdığı için, Türkiye’ye gelenlerin çoğu kaçak. Geçen yılın resmi rakamlarına göre Türkiye’de 50 bin kaçak var. Haklarını bilenler sığınmacı olmak için başvurmuşlar. Yine resmi rakamlara göre 10 bin kişi sığınmacı statüsüne geçmiş ve üçüncü bir ülkenin kendilerini mülteci olarak kabul etmesini bekliyor. Ancak bu hakları kazanmak o kadar çabuk ve kolay olmuyor. Ortalama 3 yıl sürüyor ve bu süre içinde her türlü haktan mahrum olarak bekleniyor.

AK Parti’li Ünsal: Sizin de başınıza gelebilir

AK Parti eski milletvekili Ünsal; “en temel hak” olduğunu söylediği, “bu hakkı elde edemeyenlerin yaşayamadığını” belirttiği mültecilik hakkının anayasaya girmesi gerektiğini savunuyor; “Bir gün hepimizin başına gelebilir” diyor. TBMM 22. Dönem AK Parti Milletvekili ve eski TBMM İnsan Hakları Komisyonu Sözcüsü Faruk Ünsal, NTVMSNBC’ye yaptığı açıklamada, iltica hakkının en temel hak olduğunu ve bu yüzden Anayasa’da tanınması gerektiğini savunuyor. Ünsal’ın iltica etme, mülteci olma hakkına ilişkin görüşleri şöyle:

İLTİCA HAKKI OLMADAN DİĞER HAKLARDAN SÖZ EDİLEMEZ
Siyaset sadece seçilen ve seçenin ilişkisi üzerine kurulmuş bir mizansen değil. Mülteciler konusu seçilen-seçen arasındaki ilişkiyi birinci dereceden ilgilendirmediği halde, bir siyasetçi bu konunun Anayasa’da yer bulması için neden mücadele vermelidir? Çünkü bu en temel haktır. Temel hak dediğimiz nedir? Yaşama hakkı, inanma özgürlüğü, ifade özgürlüğü... Ama mülteci hakkı neden temel değil, en temel haktır? Çünkü ancak bu hak, temel hakların kullanılabilmesini sağlayabilir. Bir insan mülteci hakkını elde edemezse, yaşayamıyor, ifade edemiyor, seçemiyor, seçilemiyor. Temel haklarını yaşamasını mümkün kılacak bir hak olduğu için en temel haktır. Eğer siyaset en yüce beşer faaliyet ise, seçilen ile seçen arasındaki bir ilişkiden ibaret değilse, o zaman bir siyasetçinin bu konuya ilişkin tasarrufta bulunması gerekir. Siyasetçinin bu bakımdan toplumun yolunu açması gerekiyor, bu rolü üstlenmesi gerekiyor.

COĞRAFİ SINIRLAMA KALDIRILMALI
İltica-mültecilik hepimizin başına gelebilir. Bugün burada istikrarlı bir ortamda yaşıyor olmamız, yarın öbür gün böyle olacağı anlamına gelmez. Bunun bir insan hakkı olduğu bütün zeminlerde tanınmalı. Neden bunu anayasal hak olarak kabul etmeliyiz? Çünkü Anayasa temel hakları sayar. Eğer iltica temel değil, en temel hak ise, bağımsız bir hak olarak Anayasa’da bulunmasından daha doğal bir şey yoktur. Bir şeyin Anayasa’ya girmesi onun otomatik olarak uygulanması anlamına gelmiyor. Türkiye’de ilticanın insani şartlara uygun olması için ilk önce coğrafi limitasyonun kaldırılması gerekiyor. Bu kalkar ise, bir anlamda Türkiye hukukunu düzeltmiş olacak.

AB AHLAKSIZCA BİZ DE Mİ AHLAKSIZ OLMALIYIZ
Anayasanızı düzgün yazarsınız. Buna göre çok düzgün yasalar yaparsınız. Ama eğer uygulayıcılarınız düzgün değilse, istediğiniz amacı elde edemezsiniz. Bu uzun bir süreç. Biz yasa ve uygulamalara temel teşkil edecek olan anayasal düzenlemelere hız vermek istiyoruz. AK Parti’nin hazırlamış olduğu anayasa taslağında, ilticanın bir anayasal hak olarak yer almadığını biliyoruz. Amacımız, anayasa taslağının hazırlandığı dönemde, iltica hakkının da anayasa tartışmalarına dahil edilmesi; Anayasa taslağına koyamasak bile, Meclis’te ve komisyonlarda bu konunun anayasal hüküm olarak geçmesi. Türkiye bu konuda çok iyi bir noktada değil. Ama Avrupa Birliği de değil. Fakat bunun bir ahlaki sorun olduğunu göz önünde bulundurursak, Avrupa bu konuda “ahlaksız” diye, bizim de “ahlaksız” olmamız gerekmez.

ANAYASA’DA ‘TÜRK SOYUNDAN GELENLER’ İÇİN BOŞLUK VAR
Türkiye, Türk soyundan gelen ya da Türk geleneklerine uygun davranacağını düşündüğü kitleler için -ki çok muğlak ifadeler bunlar- yasalarında bir boşluk bırakmış. Örneğin Çeçen mülteciler diye bahsedilen kitle, mülteci değil. Onlar uluslararası hukukta tanımsızlar. “Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz” durumundalar. Buradalar, ama buralı değiller. 12 yıldır Türkiye’de bulunuyorlar. Aslına bakarsanız devlet pasaport, iskan, iltica prosedürlerini ihlal etmiş oluyor. Ama bu insanları da gönderemezsiniz. Yani gerçeklik ayrı, hukukumuz ayrı. Bu konuda siyasetçiye düşen görev de, hukukumuzu, gerçeği karşılayacak şekilde düzenleyerek, devletin saygınlığını kurtarabilmek.
Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndan kalan sınırlaması
 
BM’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra evsiz kalan “Avrupalı mültecilere” çare için hazırladığı Cenevre Sözleşmesi’ne ilk imza atan ülkelerden olan Türkiye, o gün koyduğu coğrafi sınırlamayı bugün hâlâ kaldırmış değil. Göç yolu üzerinde bulunan Türkiye’nin göç konusundaki ilk yasal düzenlemesi, 1934 yılında 2510 Sayılı İskan Kanunu ile oldu. Kanun, Türk soyundan ve kültüründen gelenlere Türkiye’ye yerleşme ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından yararlanma hakkı veriyordu. Kanun 4. maddesinde “Türk kültürüne bağlı olmayanların, anarşistlerin, casusların, göçebe çingenelerin, ülke dışına çıkarılanların muhacir olarak alınamayacağı” belirtiliyordu. 5. maddesi ise, “Türk kültürüne ve soyuna bağlı olmayıp zorunlu olarak Türkiye’ye gelen kişilerin durumlarının hükümetçe verilecek kararlara göre belirleneceğini” hükme bağlıyordu. Bu madde zorunlu göç konusunda hükümetin farklı tutumlar benimsemesine yasal dayanak oldu. “Sığınma hakkı” ifadesi içermeyen kanun, tanım yapmadan “mülteci, muhacir, göçebe, gezginci çingene ve anarşist” gibi kavramlarla, Türkiye’ye göçen kişilerin başvurularıyla ilgili idari görevlilere geniş takdir yetkisi tanıyordu.

II. Dünya savaşı sonrası sadece Avrupa’da bir milyonun üzerinde mültecinin evsiz kalması üzerine, soruna çare bulmak için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği kurulup, 1951 yılında Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi imzaya açıldı. Türkiye, sözleşmeyi hazırlayan 26 ülkeden biri olarak, ilk imzayı atan ülke oldu; ancak “coğrafi sınırlama” kaydıyla.

CENEVRE SÖZLEŞMESİ’NE GÖRE MÜLTECİNİN TANIMI
İlk kez “mülteci” tanımı yapan sözleşme, “geri göndermeme” (non-refoulement) ilkesini de kapsıyordu. Sözleşmenin 1. maddesine göre mülteci şöyle tanımlanıyor:
“1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs.”

Sözleşme mültecilere verilecek hakları da garanti altına alıyor. Buna göre, mülteci alan ülke, onlara vatandaşlarına yaptığı muamelenin aynısını uygulamak durumunda. Kimlik kartı verilecek mülteci; tıpkı diğer vatandaşlar gibi ikamet edeceği yeri seçmekten çalışmaya ve özgürce seyahat etmeye kadar her türlü temel hakka sahip olacak.

TÜRKİYE SÖZLEŞMEYİ NASIL ANLADI?
Bu sözleşmeyi, “Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle” şeklinde anladığını ve kabul ettiğini ifade eden Türkiye, böylece mülteci politikasını coğrafi sınırlama ile çizdi. Bu sözleşme uyarınca Avrupa ülkeleri dışından gelenleri ‘mülteci’ olarak kabul etmiyor.

Avrupa ülkelerinden gelenler, Türkiye’de Emniyet’e “Mülteci” olmak için başvurabiliyor. Avrupa dışından gelenler ise, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne “sığınmacı” olarak başvurabiliyor. BMMYK, bu kişilerin durumunu inceleyip “mülteci” olmalarına karar verirse, onları kabul edecek üçüncü bir ülke arıyor; BM bu kararı verinceye kadar ve bu ülke bulununcaya kadar bu kişiler aslında “yaşamıyor”.

Bu süreç ortalama 7-8 yıl sürüyor. Bu süre içinde “sığınmacı” olarak bekleyenler, “kimliksiz” oldukları için hiçbir temel haktan yararlanamıyor; çalışamıyor, çok kötü koşullarda yaşamaları nedeniyle sık hasta oldukları halde parasız sağlık hizmetlerinden yararlanamıyor, okul çağı gelen çocuklar okula gidemiyor. Çünkü Türkiye’de sığınmacılar için bir yasa yok. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği kişi başına yaklaşık 100 dolar veriyor. Bu parayla geçinmeleri mümkün olmadığı için kaçak çalışanlar, özellikle seks işçiliği yapanlar yaygın.

Mülteciliği reddedilenler ya da BMMYK’ya başvurmadan ‘yakalanıp’ sınırdışı edilenler için de sorun var. Çünkü Türkiye’de “geri gönderme” konusunda da yasal bir düzenleme yok; dolayısıyla bütçe yok. Uzun süre gözaltı merkezlerinde bekletiliyor; uygun bir yol bulununca gönderiliyorlar.

Sınır gücü olmadığı için, Türkiye’ye yılda yaklaşık 100 bin kişinin yasadışı giriş yaptığı belirtiliyor. Bunların sadece yüzde 5’i mültecilik için başvuruyor. Çoğunluğu mevzuatı bilmediği için, nereye başvuracağını bilmediği için yakalanıncaya kadar kaçak yaşıyor. Oysa AB müktesebatına göre, sınır gücü kurulması, bu güçte çalışanların mülteci mevzuatını ve prosedürü bilmesi, yol göstermesi gerekiyor.

AB’YE ‘KÜLFETİ PAYLAŞMA’ ŞARTI
Ancak AB müzakerelerinde bu konu da önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. 2003’te Resmi Gazete’de yayımlanan “AB Ulusal Programı”na göre; 2005’e kadar ‘İltica Yasası’ çıkarmayı vaadeden Türkiye, coğrafi sınırlamayı kaldırmayı da şartlı olarak vaadediyor: “Coğrafi sınırlama konusu, Türkiye’ nin katılım müzakereleri sırasında etraflıca ele alınarak, katılım aşamasında ülkemize doğudan bir mülteci akımını teşvik etmeyecek şekilde, gerekli mevzuat ve alt yapı değişikliklerinin gerçekleştirilmesine ve AB ülkelerinin külfet paylaşımı konusunda gerekli hassasiyeti göstermelerine bağlı olarak kaldırılacaktır.”

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesi de “iltica hakkını temel bir insan hakkı” olarak ilan ediyor: “Herkes zulüm karşısında başka ülkelerde sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkına sahiptir.”

Maddenin 2. fıkrasında hakkın özünü korumak amacıyla, iltica hakkının dışında kalan kısım, “Siyasi olmayan suçlar veya BM’nin amaçları ve ilkelerini ihlal eden davranışlardan kaynaklanan kovuşturmalar söz konusu olduğunda bu hakka başvurulamaz” şeklinde vurgulanıyor.
AB’NİN BASKISINA KARŞI ‘KÜLFETİ PAYLAŞMA’ ŞARTI
Avrupa Birliği, müzakere sürecinde Türkiye’den bu coğrafi sınırlandırmayı kaldırmasını; mülteci yasası çıkarmasını ve buna göre örgütlenme oluşturmasını bekliyor. Türkiye ise AB’ye bu yasayı 2005’te çıkarma sözü verirken, mülteci politikası oluşturmanın ‘külfetini paylaşma’ şartı öne sürüyor. AB bu şartı karşılama yönünde bir adım atmadığı gibi, son yıllarda gelişen milliyetçi akımlarla kendi ülkelerindeki göçmen politikalarında geri adım atıyor.

AB’nin mülteci politikası da geriye gidiyor

Türkiye’den mülteci sınırlamasını kaldırmasını isteyen Avrupa Birliği’nde de özellikle 11 Eylül’den sonra milliyetçiliğin yayılmasıyla, mülteci politikasında geri adım atılıyor.Türkiye’nin coğrafi sınırlamayı kaldırmak için koyduğu “külfeti paylaşma” şartı, AB’nin “mülteci yükünü kenar ülkelere kaydırma” politikasına karşı olarak değerlendiriliyor. Çünkü mülteci politikasında “ilk giriş yapılan ülke” kuralı geçerli. Buna göre, bir kişi önce Türkiye’ye gelir, Türkiye’den Yunanistan’a, oradan Almanya’ya giderse, Almanya bu kişiyi kademeli olarak Türkiye’ye geri gönderiyor. Kurala göre mültecilik işlemleri ilk ülkede yapılıyor. Mültecilik işlemlerinin yapılması da, ekonomik açıdan önemli bir ‘külfet’. Çünkü, Cenevre Sözleşmesi, mültecilerin, o ülkenin vatandaşlarıyla aynı şartlara sahip olmasını öngörüyor. Türkiye’nin mülteciler konusunda yasa çıkarması, anayasaya bu konuda madde koyması isteniyor. Bazı Avrupa ülkelerinin yasalarındaki, mültecilerle ilgili düzenlemeler şöyle:

Çek Cumhuriyeti (Temel Haklar ve Özgürlükler Şartı): Çek ve Slovak Federal Cumhuriyeti, politik görüşleri ve özgürlüklerinden dolayı zulme maruz kalan yabancılara sığınma hakkı tanır. Sığınma hakkı, temel insan hakları ve temel özgürlüklerine karşı hareket etmiş birine tanımayabilir.

Polonya (Anayasa): Yabancıların kanunla belirlenmiş kurallar çerçevesinde Polonya Cumhuriyetinde sığınma hakları vardır. Polonya Cumhuriyeti’nde baskı karşısında koruma arayan kişilere, Polonya’nın da taraf olduğu uluslararası anlaşmalar bağlamında mülteci statüsü tanınabilir.

Portekiz (Anayasa): Demokrasi, sosyal ve ulusal özgürlük, dünya barışı ve insan hak ve özgürlükleri alanlarındaki mücadelelerinden dolayı ciddi zulüm tehdidi altındaki yabancılara ve vatansızlara sığınma hakkı tanınacaktır. Kanun politik mültecilerin statüsünü tanımlayacaktır.

Macaristan (Anayasa): Kanunlarla belirlenen şartlar doğrultusunda vatandaş oldukları veya devamlı ikamet ettikleri ülkelerinde ırkları, taabiyetleri, belirli bir sosyal gruba mensubiyetleri, dini veya siyasi görüşlerinden ötürü zulüm tehlikesi ile karşı karşıya olan ve menşe ülkelerinin ya da başka bir ülkenin korumasından yararlanamayan yabancı vatandaşlara Macaristan Cumhuriyeti sığınma hakkını tanır. Sığınma hakkı ile ilgili kanunu Parlamento üyelerinin üçte iki çoğunluğunun oyları ile kabul edilir.

Bulgaristan (Anayasa): Bulgaristan Cumhuriyeti, uluslararası insan hak ve özgürlüklerin savunulması alanında düşünce ve faaliyetlerinden dolayı zulüm gören yabancılara sığınma hakkını tanır. Sığınma hakkının verilmesine yönelik koşul ve usuller kanunla belirlenir.

Slovak Cumhuriyeti (Anayasa): Slovak Cumhuriyeti siyasi hak ve özgürlüklerini yaşadıkları için zulum gören yabancılara sığınma sağlar. Bu hak, temel hak ve özgürlüklere aykırı hareket eden kişilere tanınmayabilir. Bir kanunla detaylar belirlenecektir.

Slovenya (Anayasa): Hukukun sınırları içinde sığınma hakkı, insan hakları ve temel özgürlükler konusundaki çabalarından dolayı zulme maruz kalmış yabancılara ve vatansız insanlara tanınır.

İtalya (Anayasa): İtalyan hukuku genel kabul gören uluslararası hukukun ilkelerini benimser. Yabancıların yasal statüleri uluslararası hükümler ve anlaşmalar çerçevesinde düzenlenir. Kendi ülkelerinde İtalyan Anayasasında tanımlanan demokratik özgürlüklerden yararlanamayan yabancıların, İtalyan Cumhuriyetinde sığınma hakları vardır. Yabancıların politik suçlar için iadeleri kabul edilemez.

Fransa (Anayasa): Fransız Cumhuriyeti sığınma, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması alanında kendisiyle benzer taahhütler altına girmiş Avrupa devletleri ile bu devletlere yapılan sığınma başvurularının değerlendirilmesinde devletlerin yargı alanlarının belirlenmesinde yönelik anlaşmaları imzalayabilir. Ancak, bu anlaşmalara göre kendi yargı alanında olmasa dahi Fransız Cumhuriyetinin yetkilileri özgürlük alanındaki faaliyetlerinden dolayı ya da herhangi bir başka sebepten ötürü Fransa’nın korumasını isteyen bir yabancıya sığınma statüsü vermek konusunda yetkilidir.

Almanya (Anayasa): Siyasi nedenlerle zulüm görenler sığınma hakkına sahiptir. Avrupa Birliği’nin bir üye devletinden veya Mültecilerin Statüsüne Yönelik Sözleşmenin ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklrei Sözleşmesinin uygulamasının garanti altında olduğu üçüncü bir ülkeden giriş yapan kişiler bu maddenin 1. fıkrasından yararlanamayabilirler. Bu paragrafın 1. cümlesindeki kriterleri karşılayan ve Avrupa Toplulukları dışındaki devletler Federal Konsey tarafından onaylanmış bir yasayla belirlenir. 1. cümlede belirtilen hallerde, başvurucunun ikametini sona erdiren tedbirler, bu tedbirlere karşı alınan hareketlere bakılmaksınız uygulanabilir. Federal Konsey’in onayını gerektiren bir yasa ile, hukuk düzenlerine, hukukların uygulamasına ve genel siyasi koşullara göre siyasi zulüm, insanlık dışı veya aşağılayıcı ceza veya muameleler olmadığı konusunda şüphe bulunmayan devletleri belirlenebilir. Böyle bir devletten gelen yabancı, siyasi sebeplerle zulme uğradığını gösteren olgular sunmadığı sürece, kendisinin siyasi sebeplerle zulme uğramadığı varsayılır. 3. fıkrada yazılan veya açıkça asılsız olan veya sayılan hallerde, başvurucunun ikametini sona erdiren tedbirlerin yürütülmesi, bir mahkeme tarafından ancak bu tedbirlerin yasallığı konusunda ciddi kuşkuların bulunduğu hallerde durdurulabilir; incelemenin kapsamı kısıtlanabilir ve geciken iddia ve savunmalar göz ardı edilebilir. Ayrıntılar yasa tarafından belirlenir. Bu maddenin 1. ila 4. fıkraları AB üye devletlerinin kendi aralarında ve ya Mültecilerin Statüsüne Yönelik Sözleşmenin ve Avrupa İnsan Hakları veTemel Özgürlükleri Sözleşmesinin yükümlülüklerini yerine getiren üçüncü ülkelerle sığınma başvurularının değerlendirilmesine yönelik yargı yetkisini belirleyen ve sığınma başvurularının karşılıklı tanınmasına yönelik uluslararası sözleşmeler imzalamasına engel teşkil etmez.
TÜRKİYE’DEKİ KAÇAK YA DA SIĞINMACILAR BEKLİYOR
Mülteci ya da sığınmacı sorununu bugüne kadar idari kararlarla çözmeye çalışan Türkiye’de, mülteci olamayınca “sığınmacı” olarak bekleyen, hatta sığınmacı olamayıp “kaçak” olarak bekleyenlerin sayısı da gün geçtikte artıyor. Statü kazanamadıkları için, kimlikleri olmadığı için hiçbir haktan yararlanamayan, çalışamayan bu insanlar ya İtalya’ya gittiklerini sanarak bindikleri teknede İstanbul’da gözlerini açıyorlar ya da daha Türkiye’ye ulaşamadan teknenin batmasıyla yitip gidiyorlar. Türkiye’de mülteci ya da sığınmacı olamayacaklarını anlayınca buradan çoğunlukla Yunanistan’a kaçmaya çalışanlar da ya yine teknenin batmasıyla yitip gidiyorlar ya da yakalanıyorlar. Yakalananların sonu sınırdışı edilmek ve ülkelerine geri gönderilmek. Ancak sınırdışı etme uygulaması da sanıldığı kadar kolay işlemiyor.

Türkiye’de cami avlusunda kalan Darfurlular

Onlar hayatta kalabilmek için ülkelerinden kaçmak zorunda kalan milyonlarca insandan birkaçı... Ve yine pekçoğu gibi İtalya’ya gittiklerini sanarken, kendilerini İstanbul’da bulmuşlar. NTVMSNBC, Türkiye’deki Darfurluları buldu, konuştu.

 Katliam ve siyasi istikrarsızlık Darfurluların anavatanını parçalıyor. Darfurlular, hayatta kalabilmek için bir hamle yapıyor ve iltica etmeye çalışıyor. Tek istedikleri, insani koşullarda yaşayabilmek. Dünyanın dört bir yanına dağılan Darfurluların bir bölümü de Türkiye’de. Ancak Türkiye’nin Avrupa dışından mülteci almama politikası nedeniyle, Türkiye’de “sığınmacı” olmaya çalışıyorlar. Yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) onları “sığınmacı” olarak kabul edip, bir başka ülkeye “mülteci” olarak gönderinceye kadar Türkiye’de “yaşayabilmek” istiyorlar.

NTVMSNBC, Darfur’dan Türkiye’ye gelenleri temsilen Abrahem Omar ve Ankara’daki Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği’nde gönüllü olarak çalışan Amirgabir Elnour ile görüştü. Omar ve Elnour kaçış hikayelerini ve Türkiye’deki sığınmacıların yaşadığı zorlukları anlattılar.

Abrahem Omar, Sudan'da işkence görmüş, aylarca bir konteynerde kapalı tutulmuş.


OMAR: SİYAH OLMAM HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ
Darfur’un bir köyünde yaşıyordum. Babam, annem, 5 kardeşim, eşim ve ben aynı barakada kalıyorduk. Çocukken bir gün öğretmenim “Okul müdürü seni çağırıyor” dedi. Müdür benden para istedi. Aslında param olmadığını çok iyi biliyordu. “Eğer ödemezsen, seni okuldan atarım” dedi ve attı. Okul müdürü ve öğretmenler Arap’tı. Siyah olduğum için benim eğitimime engel oldular.

Evimiz ve paramız yoktu. Yardım için Sudan hükümetine başvurduk. Fakat bize yardım etmedi. Para kazanmam gerekiyordu. Araba kullanmayı öğrendim ve şoförlük yapmaya başladım.

İFTİRAYA UĞRADIM, İŞKENCE GÖRDÜM
Bir gece Sudan hükümetiyle çalışan görevliler beni dağlık bir bölgeye kaçırdılar. Beni Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni desteklemekle suçladılar. Uzun bir süre beni bir kamyon kasasında kilitli olarak bıraktılar. Kamyondan çıkardıktan sonra da işkence yaptılar. Bazen arabanın arkasına bağlayıp sürüklediler. Bazen ağaca ters bağlayıp dövdüler. Vücudumda izler hala belirgin.

Dağlar ormanla kaplı ve gece göz gözü görmüyor. Bir gece görevlilerden tuvalete gitmek için izin aldım. Ağaca doğru yürüdüm ve üzerimdeki beyaz gömleği çıkartıp ağacın dallarına astım. Hemen kaçmaya başladım; görevliler fark ettiler ve silahlarla arkamdan ateş açtılar. Fakat beni vurmayı başaramadılar.

İTALYA YERİNE İSTANBUL’A GELDİK
Saklandığım yeri öğrenmek için eşimi tutukladılar ve bir hafta boyunca işkence ettiler. Eşim hamileydi ve çocuğumuzu işkence sırasında kaybettik.

Eşimi serbest bıraktıklarında gizlice buluştuk. İkimiz de kaçmaya karar vermiştik. Eşimin birkaç altını vardı, onları sattı ve birisiyle anlaştık. Bizi, Libya’dan İtalya’ya götürecekti, fakat gemiye bindik ve karaya vardığımızda kendimizi İstanbul’da bulduk.

BAZEN CAMİDE, BAZEN SOKAKTA UYUYORUM
İstanbul’a geleli 3 ay oldu. Ben ve eşim Birleşmiş Milletler’e sığınmacı olmak için başvurduk. Onlar bana üzerimde gördüğünüz ceket ve pantolonu verdiler. O günden beri giyiyorum. Hiç kimseden yardım gelmiyor. Bazı geceler camide, bazı geceler sokakta uyuyorum. Eşim de Somalili sığınmacılarla birlikte bir odada kalıyor. Sığınmacılar, son derece kötü koşullarda, çatısı akan, rutubetli, ısıtma sistemi olmayan harabe evlerde yaşam mücadelesi veriyorlar.

Darfurlu sığınmacılar, son derece kötü koşullarda yaşam mücadelesi veriyorlar. Çatısı akan, ısınma sistemi bulunmayan ve rutubet kokan bu evler onların yuvası oluyor.

Eşimin sağlığı ve psikolojik durumu çok kötü. İşkence sırasında çoçuğunu kaybettiği için yardıma ihtiyacı var. Evimiz yok, işimiz yok. Durumumuz çok kötü. BM’den mülakat tarihi bekliyoruz. Ne kadar sürer bilemiyorum. Ne kadar zor durumda olduğumuzu anlatmaya çalıştım ama bir cevap alamıyoruz. Ülkeme dönmek için umudum yok. Şimdi haber gelse ve annen-baban öldü, deseler şaşırmam. Burada bekliyoruz.

Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği gönüllüsü Amirgabir Elnour, Mısır'da tanıştığı bir Türk'le evlendiği için diğer Darfurlulardan daha şanslı olduğunu düşünüyor.


ELNOUR: BM İLE İŞLERİ ÇOK ZOR
Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği gönüllüsü Amirgabir Elnour, Mısır’da bir Türk kadını ile evlendiği için diğer Darfurlulara göre kendisinin şanslı olduğunu düşünüyor. NTVMSNBC’ye anlattıkları şöyle:

Türkiye’ye kaçak olarak geliyor ve ilk olarak BM’ye sığınmacı olarak başvuruyorlar. BM sığınmacılara, sığınmacı sertifikası veriyor; ardından onları Nevşehir, Konya veya Kahramanmaraş gibi farklı illere gönderiyor. Sığınmacılar orada Emniyet Yabancılar Dairesi’nden ikametgah defteri çıkartıyor. İkametgah harç bedeli için 255.6 YTL, ikametgah defteri için ise 75 YTL ödemek zorundalar, ama paralı yok.

Hiç kimseden yardım gelmiyor. Sonra mülteci statüsünün tanınması için BM’yle mülakat gününe kadar bekliyorlar. Fakat mülakat gününün ne zaman geleceği meçhul. Bazı sığınmacılar mülakat için 3 yıl bekleyebiliyor. Eğer mülteci statüsü tanınırsa; bu kez üçüncü bir ülkeye gönderilmek üzere beklemeye başlıyorlar.

O güne kadar onlara hiç bir yardım ve destek sağlanmıyor. Bazıları sokakta, bazıları 10-15 kişiyle birlikte barakalarda yaşıyor. Bu insanların yemek ihtiyaçları var, hastalıkları var, işkence görmüşler ve psikolojik durumları altüst olmuş.

SİYAHLAR TÜRKİYE’DE DİKKAT ÇEKİYOR
Ayrıca siyahlar Türkiye’de göze batıyor, çünkü sayıları az. Kendilerini çok kötü hissediyorlar. Ayrıca lisan büyük bir engel ve iş bulmak çok zor. Küçük şehirlerde daha fazla dikkat çektiğimiz için, büyük şehirlerde insanların arasında kaybolmayı tercih ediyoruz. Fakat bir sığınmacı, BM tarafından yönlendirildiği şehre gitmeyi reddederse “kaçak” kategorisine giriyor. Bir çok insanın küçük şehirlere gitmeyi istememesinin sebebi de daha çok göze batmaları ve daha az yardım sağlanması.

DİL PROBLEMİ YANLIŞ ANLAMAYA NEDEN OLUYOR
Arkadaşım Abrahem hala mülakat tarihi bekliyor. BM ile geçen hafta görüştü, fakat konuştuğu Sudan Arapçası olduğu için, tercüme yapılırken bazı konular yanlış algılandı. Dil ve kültürel farklılık bu diyaloglarda çok büyük engel oluyor. Örneğin Abrehem’in tercümanı Iraklı ve Sudan Arapçasına hakim değil. Kültürel farka bir örnek de, Sudan kültüründe çok sesli konuşulması ve bu tarzın Türklere göre kavga ve kızgınlık şeklinde anlaşılması. BM görevlileri de Abrehem’in yüksek sesle konuşmasını yanlış anladı.

PSİKOLOJİLERİ BOZUK, BM’NİN UMURUNDA DEĞİL
Ayrıca o kadar işkence çekmiş birisinin, psikolojik durumunu göz önüne almaları gerekiyor. Abrehem’in her gün gözünün önünde insanlar öldü, düşünebiliyor musunuz? BM’de Sudanlıların psikolojisine hassasiyet gösteren birisi yok. Sudan’da yaşadıkları travmayı BM’nin dikkate alması lazım. BM Türkiye’deki sığınmacılara yeterince yardım etmiyor.

Anne ve babalarıyla birlikte ölümden kaçış yolculuğuna çıkan Darfurlu çocuklar için de hayat oldukça zor. Ancak onlar mülteci de olsa yine de çocuk, objektiflere gülümseyebiliyorlar.

Diğer Sudanlı arkadaşlarımdan biri 2 ay önce kayıkla Yunanistan’a kaçmaya çalıştı ve kayık battı. Arkadaşım öldü. Yunanistan’a kaçmak istemelerinin sebebi, Avrupa ülkelerinde daha çok siyah olması ve daha az dikkat çekmeleri. Ayrıca daha fazla yardım sağlanıyor. Yunanistan’a kaçan sığınmacıların çoğu Türkiye’de 5- 6 senedir yaşayanlardandı ve BM onları reddetti. Benim için farklıydı. Ben Sudan’dan Mısır’a iltica ettim. Mısır’da 5 yıl kaldım ve orada Türk bir kadına aşık oldum. Evlendik ve Türk vatandaşlığına başvurdum. Şimdi çocuğum var. Fakat ben de aynı zorluklarla karşı karşıyayım.

“SİZ DE MÜLTECİ OLABİLİRSİNİZ” KAMPANYASI
Türkiye yeni anayasayı tartışırken, konuyla ilgilenen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Helsinki Yurttaşlar Birliği’nin başını çektiği, akademisyenlerin ve siyasilerin destek verdiği bir çalışmayla yeni anayasada iltica hakkının da tanınması isteniyor. Çalışmayı yürütenler, Türkiye’deki üç askeri darbeyi hatırlatarak “Bir gün siz de mülteci olabilirsiniz” diyorlar ve Türkiye’de özellikle siyah mültecilere karşı sokaktaki insanın, medyanın ve polisin önyargılı davranışının sona ermesi gerektiğini söylüyorlar.

NTV

Diğer Haberleri

Putin: İsrail'in Hamas saldırısına tepkisi savaşa değil, Gazze halkına yönelik soykırıma benziyor
Beyaz Saray'a alınmayan Müslüman belediye başkanına destek
Kanada Hükümetinden Yoksullara ve Engellilere 'intihar'Tavsiyesi
Yeni Zelanda'daki Cami Saldırısı Davasında Yeni Gelişme
Yeni Zelanda'da Müslüman Öğreciye Saldırı