22 Ağustos sabahı, TRT Türk’de ’Cihad-ı Ekber’ isimli belgeseli izliyorum..
Cihad-ı Ekber..
Yani, ’En Büyük Cihad..’
Konu, İttihad- Terakki Cemiyeti adına iktidarı ele geçiren güçlerin, yakın geçmişte kaybedilen büyük coğrafyaları, 500 yıldır vatan olan toprakları yeniden ele geçirebilmek ve de patlak veren I. Dünya Savaşı‘nda kenarda durmanın mümkün olmadığı düşüncesiyle, -sürgündeki 2.Abdulhamid’in, ’Aman savaşa girilmesin..’ diye çırpınmasına rağmen..- Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ve sonrası..
İşte o sırada, Sultan Reşad da Cihad-ı Ekber ilan eder.. Ama, Osmanlı ordularının birçok cebhedeki büyük komutanlarının herbirisi alman generalleridir..
Goltz Paşa, Liman von Sanders Paşa, Falkenhein, Souchon Paşalar, vs.
Ve onların emrinde de Osmanlı generalleri..
Osmanlı ordularının başkomutanı ise, Padişah’dır, ama, onu temsilen, Saray’ın damadı olduğu için, Başkomutan Vekili konumunda olan kişi, 35 yaşlarında olan gencecik bir Enver Paşa’dır.. (Savaş şartlarının gereğidir, o dönemin subaylarının gencecik yaşta general olmaları.. Ve onlar da tecrübesizlikle kendisini bir Napolyonve hattâ bir yarı-tanrı sanırlar.)
Sözkonusu belgesel, isminden de anlaşılacağı üzere, Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze, arkasından, 20 sene sonrasında bir İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasına ve 100 milyona yakın insanın daha ölmesine yol açan, dünya tarihinin yeniden şekillenmesi etrafında…
Gerçi, çok açık olmasa bile, yine de ’kemalist tarih anlayışı’nı düze çıkarmayı, doğrulamayı hedef aldığı anlaşılan ve Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa’nın nasıl hatalar yaptığını da anlatan bir proğram.. Halbuki, kemalist tarih anlayışının dominant tipi için de yığınla benzer hatalar bulunabilirdi.. Bu proğramda ise,kemalist tarih anlayışının sembol ismini temize çıkarıcı görüşler de aktarılarakEnver suçlanıyordu.. Çünkü, Kemalist tarih anlayışının egemen figürü ve takibçileri, tek ve tartışılmaz doğrunun kendilerince temsil edildiğine inanıyorlar..
Muhakkak ki, Enver Paşa’nın savas strateji ve taktiklerinde de, neticesine göre bakılınca, yanlışlar vardı.. Ama, o planlar tutsaydı, uzak görüşlülük olarak değerlendirilirdi.
Enver, proğramdaki iddiaya göre, savaşın Avrupa’da kazanılacağınıdüşünüyormuş.. Bunun için de, ingilizlerin Hindistan yolunu kesmek için de sür’atle tamamlanan 3 B Projesi gereğince, 1916’da işletmeye açılan (Berlin- Bosphore (İst. Boğazı)- Bagdad..’ demiryolu hattı üzerinden, onbinlerce askeri, Almanya’nın beklemediği ve istemediği bir anda, Almanya ile Rusya arasındaki cebheyeGaliçya’ya gönderir.. Ve Polonyalılar‚ ’Bizim tanrıyı müslümanlar mı koruyacak?’gibi sözlerle hayretlerini dile getirirler.
Ama, müslüman askerler karşısında Rusya Çarlığı’nın ordusu zayıf kalır, yenilgiye uğrar. Ve bir yıl kadar sonra da, o korkunç kanlı bolşevik/ komünist ihtilali olur. Çarlık rejimi ve onun başındaki 300 yıllık Romanoflar Hanedanı tarihin labirentleri arasında kaybolur gider.
Şimdi, aradan yüzyıl geçtikten sonra, Enver’in planlarını eleştirip, ‘onbinlerce askeri Galiçya’ya göndermek yerine, Irak ve Filistin çebhelerine gönderseydi, orduyu techiz etseydi, tablo başka türlü olurdu‘ demek kolaydır.
’Eğer ve meğer evlenirse, çocukları da keşke olur..’ sözü hele de tarih için daha bir geçerlidir.
*
BİR BAŞKA SAVAŞTAN, WATERLOO’DAN 200 YIL SONRA..
Tarihe eğer sadece bir hikaye deposu olarak bakılırsa, elbette bir fazla bir şey öğrenilemez.
Geçen Haziran ayı, Haziran-1815’in, dünya tarihinin çok önemli hadiselerinden ve savaşlarından birisinin 200. yıldönümü idi..
Nedense bizde de, dünya kamuoyunda da üzerinde pek durulmadı..
Bu önemli tarihî hadise, Waterlo Savaşı’ydı..
Belçika’nın başkenti Bruksel’in 40-45 km. kadar güneyindeki Vaterloo kasabasına gidenler orada, Avrupa tarihini derinden değiştiren o savaşın cereyan ettiği düzlükteki savaşı canlandıran –İstanbul’daki ‘Panorama / 1453’ü hatırlatan– gösteri merkezini görürlerse, ne korkunç bir savaş olduğunu daha iyi anlarlar.
Waterloo’da Napolyon yenilmiştir ve sonu olmuştur.
O sonuca bakarak, o yenilmez sanılan efsanevî savaşçı Napolyon’u suçlayabilirsiniz.
Ama, Napolyon’u yenenler değil de, mağlub imparator hâlâ, dünya tarihinin ilginç simalarından birisi fikirleri, hedefleri, hayalleriyle hâlâ da tartışılmakta..
Ünlü fransız yazarı Victor Hugo, ‘Sefiller’ isimli eserinde, ‘Waterloo bir savaş değil, dünya tarihinin değişmesidir..’ der. Bir bakıma, Waterloo, kendisinden 100 yıl sonra 1914’de patlak veren Birinci Dünya Savaşı’nın ön şartlarını hazırlayan bir büyük hesablaşma idi.
Napolyon, ‘en iyi savunmanın saldırı olduğu’ görüşünü bir savaş stratejisi haline getirmiş bir isimdi.. Ama, Osmanlı hâkimiyetindeki müslüman ülkesiMısır’ı işgale kalkıştığı saldırı başarılı olmamış, fransız ordusu kaçmak zorunda kalmıştı..
Daha sonra, 1806’da, bugünkü Güney Almanya’da Ulm civarında Mukaddes Roma- Germen İmparatorluğu’nu temsil eden orduyu yenip, 1000 yıllık imparatorluğun başında bulunan kişiyi, sadece Avusturya Kralı olarak tanıdıktan sonra.. Bütün Almanya ve Polonya’yı ezip geçmiş ve taa Moskova önlerine dayanmıştı..
Moskova önünde yenildi, ama, hayır; Mareşal Kutuzov komutasındaki güçlere değil; Mareşal Winter’e..
Winter (kış ) demekti ve Moskova soğuğu, Napolyon’un karşısına Mareşal Winterolarak çıkmış ve onu perişan etmiş ve yenik olarak Paris’e dönmüş, tutuklanıp Elbe adasına sürülmüştü. Ama, 35 yaşlarındaki Napolyon bu kez de oradan kaçmış ve Paris’e tekrar imparator olarak dönmüştü.
*
Onun bu dönüşü de bir ayrı ve ilginç hikayedir:
Napolyon, Elbe adasından bir yolunu bulup kaçar ve üzerine 150 bin kişilik bir ordu gönderilir.. Bir kişiyi yakalamak için 150 bin kişilik bir ordu gönderirseniz, o orduyu iğdiş etmiş olursunuz. Nitekim, ordu, bir vadide, kendi üzerine doğru yine o eskiİmparator Napolyon edâsıyla gelmekte olan kaçak karşısında şaşkındır ve o da ’kumandan’a seslenir:
’-Komutan, ordum savaşa hazır mı?’
-Hazırdır, imparatorum..’
Ve Napolyon, ordunun başında Paris’e doğru ilerlemeye başlar..
Napolyon’un adadan firar edişiyle kendisini yakalamakla vazifeli ordunun başına geçmesi ve sonra da Paris’e doğru yürüyüşe geçmesi sürecinde, 20 gün kadar süren bu zaman diliminde fransız gazetelerinin takındığı tavrı tahmin edebilirsiniz:
-Hain kaçtı..
-Haini yakalamak için ordu harekete geçti..
-Hain aranıyor..
-Haine aid izler bulundu..
-Hain görüldü..
-Ordu, Napolyon’a katıldı!!..
-Napolyon, ordunun başında Paris’e doğru ilerliyor!!..
-Kurtarıcımız Paris’e yaklaşıyor!!!
-Kurtarıcımız Paris varoşlarında!!!..
-Ve çok şükür.. Kurtarıcımız Paris’te!!!!..
*
Evet, aynı gazetenin 15-20’lük bir süre içinde gösterdiği ve güç sahibleri karşısında onlara ayak uydurmak açısından sergilediği bu müthiş ‘performans’, ibretlikdir..
(Biz de yaşamadık mı bu gibi durumları.. Gazetelerin arşivlerine bir girilsin, askerî darbeleri kimlerin nasıl da avuçlarını patlatırcasına alkışlayıp, daha sonra ise, askerî darbelere karşı aslanlar gibi nasıl mücadele ettiklerini söyleyen gazeteci tipleri görülmemiş bir şey midir?)
*
Napolyon, iktidara döndükten sonra, yeni bir savaşa hazırlandı.. Waterloo’da, karşısında İngiltere, Hollanda ve Alman ordusu vardı..
İngiliz komutanı Wellington Dükü ve hele de alman ordularının komutanı General Blücher’in savaş taktikleri karşısında, Napolyon korkun şekilde yenildi ve yine Paris’e sığındı. Ama, yenildiği için haksız sayan güç odakları bekliyordu, yine tutuklandı ve ingilizlere aid St. Helene adasına sürüldü ve orada öldü.
Yıllarca önce bir film izlemiştim, ’Napoleon, ein traum, eine trauma’ (Napolyon, bir rüya, bir travma..) adında.. İlginçti. Onun rüyası yine gündemde, Avrupa’da.. Travması ise, daha da ağır neticeleriyle berdevam..
Savaşlarda, ya öyle değil de şöyle olsaydı, n’olurdu? Bu bilinemez de.. Çünkü denenemez..
*
Enver Paşa’nın Başkumandan Vekili olarak yer aldığı, Birinci Dünya Savaşı yıllarını anlatan bir belgeselde, sırf, yeni rejimin ’ikon’laştırdığı ismin yüceltilmesi için eleştirildiği hissini veren zoraki bir takım değerlendirmelerle ince ince eleştirilmesine değil, itiraz.. Ama, onun planları tutsaydı, kahraman sayılacaktı..
Unutulmasın ki, Osmanlı Paşaları da, hele de son yüzyılda, Enver’den M. Kemal ve diğer bütün darbecilere ve hattâ Yakub Cemil misali super maceracı tiplere kadar herbirisi, ’bonapartist’ eğilimli kimseler idi. Herbirisi, kendisini yeni zamanlarınNapolyon Bonapartı olarak görüyordu..
Enver’in de bir çok hataları vardı, M. Kemal örneğinde olduğu gibi, ama o bir haindeğildi.
*
Bugün için düşünülecek olan, NATO ve Batı dünyasının müslüman dünyasını birbirine kırdırmak ve kendi iç sancıları içinde meşgul etmektir ve bu tabiîdir. Türkiye, bu oyuna karşı hele de Suriye Buhranı’nın başından beri, NATO’nun planlarına göre davranmamak için, hep teenni içinde, dikkatli, hareket etmiştir. Yöneticiler bundan sonra da o dikkatlerini yitirmezler inşaallah.. Sadece geleceğin tarihçileri, geleceğin nesilleri karşısında değil, Allah huzurunda da hesab veremiyecek duruma düşmemek için..
*
Tarih ve hadiseler sonuçlarına göre ölçülemez. Sonuç başarısız olursa kötü ve yanlış; başarılı olursa iyi ve doğru denilmesi yanlıştır. Temel hareket noktaları ve ilkeler esas alınmalıdır. Yoksa, Uhud’da yenilen müslümanlar da suçlanabilirler, aynı mantıkla..
dirilişpostası