Derler ki, Osmanlı’nın güçlü dönemlerinde Mehter Yürüyüşü, ‘İki adım ileri, bir adım geri..’ şeklinde olurdu. Yani, ilerleme bile böyle temkin ve teenni ile olurdu. Zayıflama ve gerileme dönemlerinde ise.. ‘Bir adım ileri, iki adım geri..’ Yani, en azından panik içinde kaçışı değil, hesaplı- planlı bir geri çekilme.. Belki de daha ileri bir atlama yapabilmek için geri çekilme taktiği..
***
Bülent Bey’i 1975’lerden beri gıyaben tanırdım. ‘Bizim aslî değerlerimizin bilgili, heyecanlı ve de güzel konuşan bir genç avukatı’ derlerdi. Ama, ilk tanışmamız MSP’nin 1978 Sonbaharı’nda Ankara’da yaptığı yüksek gerilimli kongrede olmuştu. Biz o gerilimli tabloyu, kenardan Sâdık Albayrak’la hüzün içinde temâşa ederken, kendisiyle vicâhen de tanışmıştım.
Sonra araya 12 Eylûl 80 Askerî Darbesi girdi.
1997 yılında Erbakan’ın Başbakan sıfatıyla İran’a yaptığı resmî ziyaret heyetinde Bülent Bey de vardı ve görüşmüştük.
***
2001 yazında ise, yeni kurulmuş olan Saadet Partisi’ne mi, yoksa Erdoğan tarafından kurulması beklenen partiye mi geçeceği tartışılırken, Frankfurt- Hanau’da Millî Görüş’ün bir proğramında konuşmuş ve ‘Bir hedefe varmak için bir vasıta varsa, ikinciye gerek yoktur..’ kabilinden bir cümlesiyle, bir kesime, SP’ye geçeceği şeklinde bir umut vermiş; ama, son anda AK Parti safında yer alınca, birileri hayal kırıklığı yaşamıştı.
***
Arınç, AK Parti’de, Erdoğan veGül’le birlikte en öne çıkan ilk 3 isimden biriydi. Birkaç dönem Meclis Başkanlığı’na getirildi. Sonra da, yıllarca Başbakan Yardımcılığı yaptı..
Ama, bir noktadan sonra, orkestradan aykırı sesler görünümü veren açıklamalar yapmaya başladı. Samimî kanaatiydi mutlaka.. Ancak, herhalde iyice ölçüp biçmemişti ki, hareketin lideri sorumluluğu taşıyan Erdoğan tarafından dile getirilen görüşler karşısında, ‘Onun görüşünün doğru olduğunu’ da yüksünmeden açıklayabiliyordu. Ancak bu geri adımlar sıkça tekrarlanınca, hoş olmadı..
‘Çözüm Süreci’yle ilgili görüşmeler sırasında, Erdoğan’ı tekzib mânâsına gelen sözler edince, Erdoğan’ın, ‘Ben o zatla ilgili konuşmayacağım artık..’ demesiyle çok incindi.. ‘Benim bir özgül ağırlığım vardır, Arınç soyadının bir marka değeri vardır, ben AK Parti’nin vicdanıyım..’ gibi, nefsaniyeti gıdıklayan ifadelerin kendisine yakışmadığını ifade ettiğimi hatırlatmalıyım.
***
‘15 Temmuz Darbe Hıyaneti’ sonrasında, kendisinin F. G.’yi yeni tanımaya başladığına dair açıklamaları da ilginç ve ‘fakir’e göre de samimîydi. Ama, yüzlerce kurban ve binlerce yaralıyı geride bırakan o hıyanetin üzerinden bir yıl geçmeden, o olağanüstü şartlardaki kanunî soruşturmalar sırasında, KHK uygulamalarının yaygınlığının bir takım mağduriyetlere yol açılmış olması elbette reddedilemese bile, Arınç’ın, ‘Cübbemi giyip mağdurları savunmak geliyor içimden..’ gibi sözleri, yaranın üzerine tuz- biber oluyordu.
***
Ama, Abdullah Gül’ün, muhalefet tarafından Erdoğan’ın karşısına C. Başkanı adayı olarak çıkarılmasını prensip olarak kabullenip, kendisine hüsn-ü zan besleyenleri hayal kırıklığına sürüklediği bir sırada, Bülent Bey’in, ‘Ben AK Parti’liyim ve liderime bağlıyım..’ demesi, bağları yeniden güçlendirdi. Ama, bu sâyede oğlu da m.vekili yapıldı. Bülent Bey buna da ‘Hayır!’ demeliydi.
***
Bülent Bey, son olarak, 5 Temmuz Darbe Hıyaneti’yle ilgili yargılamalar etrafında yeni bir parantez açtı ve KHK uygulamalarını bir bütün halinde ‘facia’ olarak niteledi; devam etmekte olan bütün yargılamalarda, sanıkların genelde, kendilerine daima mazlûm vemağdur görüntüsü verdiklerini görmezlikten gelerek..
Ama, Arınç’ın bu sözlerine Erdoğan sert bir tepki gösterince, Arınç’ın yine geri adım atması ve Erdoğan’ı teyidi, kendisini yalanlamak olmadı mı?
Bülent Bey muhakkak ki, kaale alınması gerekli bir siyasetçidir; ama, bizzat Bülent Bey de daha özenli davranıp, hem kendisini, hem de gönüldaşlarını üzmemeli değil midir?