Bilirsiniz, herhangi bir konuda, kolay kolay "üst üste iki yazı" yazmam... Ancak "çok önemli" konularda, o da "nadiren" olur... Turgutlu"daki Çaldağ"la ilgili yazıyı iki güne yaydığıma göre, bilin ki, bu olay "çok önemli"dir.
Dün, olayın yazıya sığmayan bölümlerini de bugün aktarmak istiyorum... Dün de ifade ettiğim gibi; Salihli TEMA Temsilcisi Hüseyin Emrem ve Turgutlu Tema Temsilcisi Ayla Yönet hanımefendi ile birlikte, "Çaldağ"ın zirvesi"ne kadar çıktık ve "Sardes Madencilik"in dağı nasıl oyduğunu, bazı ağaçlık bölgeleri nasıl "cascavlak" bıraktığını, bir defa daha gözlerimizle gördük.
Dağın zirvesinden "Gediz Ovası"na baktığımızda, gözlerimizin önünde "cennet gibi bir ova" uzanıyordu...
Hüseyin, "Bu cennet, cehenneme dönüşmesin" dedi... Haklıydı... "Çaldağ", gerçekten de, bir "çöldağ" olmamalı!..
Hayır, mesele, sadece "ağaçların kesilmesi" ve "erozyon" meselesi değil...
Asıl mesele; "sülfirik asit yağmurları"nın tabiatta yol açacağı tahribat!.. İşte bu tahribat, Çaldağ"ın "çöldağ" olmasına yol açacaktır ki; buna, kimsenin hakkı yok.
EŞME"DEN ÇEŞME"YE TAHRİBAT!
Hüseyin Emrem, bir "Yüksek Ziraat Mühendisi" olması dolayısıyla, olayı "teknik" olarak şöyle anlattı:
"Bir defa; açıkta liç yönteminde kullanılacak 15-18 milyon ton sülfirik asidin bir kısmı, aeresol olarak atmosfere karışacak ve yağmur bulutları ile birleşerek asit yağmurları ile bütün Gediz Ovası"nı etkileyerek, bağlarımızı ve bahçelerimizi kurutacak, böceklere varıncaya kadar hayvanlarımızı öldürecektir. Bu tahribatın, Çaldağ merkez olmak üzere 100 kilometre uzağa kadar, yani Eşme"den Çeşme"ye kadar etkili olacağını düşünürsek, olayın vehameti kendiliğinden ortaya çıkar!..
İşletme faaliyetleri esnasında; çözeltideki demir, mangan ve alüminyum; kireç taşı ile nötralize edilerek hidrat halinde çöktürülecek... Nikel ve kobaltı çöktürmek için de, yılda 46 bin 155 ton sodyum karbonat kullanılacaktır... Bu sodyum karbonat, 61 bin 830 ton sodyum sülfata dönüşüp, çözeltide kalacaktır. Bu demektir ki, 15 yıl boyunca 927 bin ton sodyum sülfat çözeltiye geçecektir. Peki, bu kadar sodyum sülfat nereye gidecektir?..
Ziraat yapılan topraklarda en tehlikeli maddelerden biri bor, biri de sodyumdur... Sodyumun bulaştığı topraklar kolay kolay ıslah edilemez.
Haliyle; kullanılacak sodyum sülfat; Çaldağ"dan itibaren Gediz Nehri ile Menemen"e kadar uzanan topraklarımıza sirayet edecek; yani, hem suyumuz, hem de toprağımız zehirlenecektir!"
Sonra, "bak" dedi bana;
"Su yeşilliğe iyi bak... 5-10 yıl sonra bu yeşilliği de göremez, bu topraklarda yetişen meyve ve sebzeleri de yiyemezsin!.. Tabiî, meyve-sebze kalırsa!..
Şu otlayan keçilere de bak!.. Bir süre sonra, onları da göremezsin!.."
Hüseyin ve Ayla Hanım, öyle bir "dehşet tablosu" çizdiler ki, iliklerime kadar irkildim...
Yoksa, bu "ikinci yazı"yı yazmazdım...
EROZYONA KARŞI AĞAÇ!
Herhalde biliyorsunuz.
Türkiye topraklarının "yüzde 80"inden fazlası "erozyon" tehdidi altında... Her saniye 16 ton, her yıl 500 milyon ton verimli toprağımızı "erozyon"la kaybediyoruz.
Erozyonu önlemenin tek yolu, elbette "ağaçlandırma"dır... Özellikle "dağların dik yamaçları"nı ağaçlandıracaksın ki; "ani büyük yağışlar"ın yol açtığı "sel"lerle, toprak kayıp gitmesin!..
25 YILLIK ORMAN
25 yıl önce, Çaldağ"da bu yapılmış... Dönemin Orman Bakanı; ani ve büyük yağışlarla oluşan "sel"lerin, "ova"da yarattığı ağır maddi hasara engel olmak için, "Çaldağ"ın yamaçları"nı "yeşil kuşak"la donattırmış!..
Ama, ne yazık ki;
25 yıl önce kurulan bu yeşil örtü, bugün yeniden "kahverengi"leşiyor, iyi mi?..
Ağaçlar, bir bir kesiliyor.
Ağaçların kesilmesi ne ki; dağ oyuluyor, dağ!..
"Nikel madeni" aranıyor.
Bu arama da, "sülfirik asit"le yapılıyor!..
"Çam"lar kesilmiş, oyulan yerlerde "baraj"ı andıran "gölet"ler oluşturulmuş!..
Sizin anlayacağınız;
O güzelim topraklara şu anda "sülfirik asit" karışmış durumda.
Hani, "çok kuvvetli bir yağmur" yağarsa var ya, "gölet"lerin etrafındaki "bent"leri, anında yerle bir eder!..
O "bent"lerin yıkılması demek, "sülfirik asit"e bulanmış milyonlarca ton zehirli toprağın "Gediz Ovası"na akması demek!..
Bu selin önüne, işletmenin çevresine açılacağı söylenen "drenaj kanalları" da engel olamaz, "set"ler de!..
DEREDEKİ TUGAY GÖLETİ!
Herhalde unutmamışsınızdır...
2009 yılının Eylül ayında İstanbul"da büyük bir "sel" olmuş, tamamen "yapı"larla kaplı Ayamama Deresi, akacağı bir yatak bulamayınca Osmanlı TIR Garajı"nı yutmuş ve "12 kişinin ölmesine" yol açmıştı...
Bu, olayın birinci boyutuydu...
İkinci boyutu da şuydu:
Ayamama Deresi"nin çıkış kaynağı yakınlarında, 66. Mekanize Tugay Komutanlığı"na ait bir "gölet" vardı...
Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Ferit Güler, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı"nda gerçekleştirdiği "basını bilgilendirme" toplantısında "göletin patlaması"yla ilgili olarak kendisine yöneltilen soruya, şu cevabı vermişti:
"Bu gölet, birliklerimizin sudan geçiş eğitimlerinde kullanılan tankların ve zırhlı personel taşıyıcılarının bu eğitimi yapmak için oluşturulmuş tamamen suni, eğitim arazisidir."
İşte, "eğitim amaçlı" bu gölette, tam "80 bin ton su" vardı.
"Şiddetli yağmur"la birlikte, içinde 80 bin ton su bulunan gölet patlamış ve başlamıştı dere yatağına akmaya!..
Sizin anlayacağınız;
"Sel üstü sel" oluşmuş ve o sel "12 kişinin ölmesine" yol açmıştı!..
O GÖLETLER BİR PATLARSA!
Ne yalan söyleyeyim;
Sardes Nikel Şirketi"nin oluşturduğu "gölet"leri görünce, İstanbul"daki "Tugay göleti" geldi gözlerimin önüne!..
"Sülfirik asite bulanmış göletleri"n patlaması için, öyle şiddetli yağmura gerek yok... Bir "çiseleme" bile bu göletleri patlatır ve Gediz Ovası"na "zehir" akmasına yol açar!..
"Tugay Göleti"nin patlaması, nihayetinde "12 kişinin ölmesine" yol açmıştı... Ama, "sülfirik asitli göletler" bir patlarsa var ya; "sel"inden değil, ama "zehir"inden yüzlerce insan, binlerce canlı ölür!..
GÖKTEN ASİT YAĞAR!
Bu durum, yine de, dehşetin iyimser yönü...
Çünkü daha kötüsü de var!..
Malûm, her su birikintisinde "buharlaşma" olur ve buharlaşan sular, tekrar "yağmur" olarak yeryüzüne döner.
İşte, Çaldağ"da; "muhtemel bir facia"yı gözlerinizin önüne getirin...
"Sülfirik asit"in bulaştığı "su"lar buharlaştı ve "bulut" olup, "rüzgâr"la birlikte savruldu...
Sonra da; "sülfirik asit yüklü bulut"lardan yağmur yağmaya başladı!..
Nereye yağar bu yağmur?..
Uşak Eşme"den, İzmir Çeşme"ye!..
Yani, "100 kilometrelik bir saha"ya!..
Hiç kimse kusura bakmasın;
Böyle bir yolla üretilecek "Nikel Madeni"ne izin vermek, "vatana ihanet"le eşdeğerdir!..
Çünkü, "zehir dolu su damlacıkları"nın düştüğü toprak, artık "zehir" üretmeye, "ölüm kusmaya" başlayacaktır!..
Maalesef, bugüne kadar "hayat" veren bu güzelim topraklar, "madencilik" işinden sonra "ölüm kusmaya" başlayacaktır!..
Buna, kimsenin hakkı yok!..
NİKEL ONLARA, ZEHİR BİZE
"Sülfirik asit dolu göllerin patlaması" veya "suyunun buharlaşması" demek, "Gediz Ovası"nın çölleşmesi" demektir ki, böyle bir "katliam"a kesinlikle izin verilmemelidir!..
Bakın, Japonya; hâlâ Hiroşima ve Nagazaki"nin etkilerinden kurtulamadı... Hâlâ "ölüm"ler var, hâlâ "sakat doğum"lar meydana geliyor.
Ne yani;
İngiliz şirketi "milyar dolar"lar kazanacak diye; biz "verimli topraklar"ımızı ve "insan"ımızı kurban etmek mecburiyetinde miyiz?
Çünkü efendim;
Burada işletilecek maden yatağı Nikel"in yanı sıra Arsenik de içeriyor... Arsenik"in ne olduğunu anlatmaya herhalde gerek yok... Arsenik, "en büyük kanserojen"lerden biridir, "tabiat ve insan sağlığı"nın en büyük düşmanıdır.
İşte bu nikel madeni faaliyete geçtiğinde, 100 kilometre çapındaki tarım arazilerini öldürecek kadar Arsenik toprağa karışacak ve "Dağlarından yağ, ovalarından bal akan" bu topraklar, artık "zehir" akıtacak, artık "ölüm" kusmaya başlayacaktır!..
Bu işletmenin kapısına, bir an önce "kilit" vurulmalıdır... Aksi halde, bunun "vebal"inden hiç kimse kurtulamaz!..
SUYU DA TÜKETECEKLER!
Olayın, bir başka "vahim boyutu" da, "yer altı suları" meselesi...
Su meselesinin iki boyutu var...
Birincisi: İngiliz şirket, oluşturduğu göletlerin tabanına "naylon" benzeri örtüler serip, aklı sıra "zehir"in toprağa karışmasına tedbir alıyor gibi görünse de; bir "sel"de o bentlerin yıkılmayacağını hiç kimse garanti edemez. Dolayısıyla, o asitli çamur vadiye akacak, bununla da kalmayacak, "yer altı suları"na karışacak, yer altı sularını da "zehirleyecek"tir. Gelelim, olayın ikinci boyutuna...
"Nikel madeni işletmesi"nde "çok büyük miktarda su kullanılması" gerekecektir. Yani, "saniyede 135 litre, günde 12 bin ton su tüketilecek"tir.
Günde "12 bin ton su"yu çarpın "15 yıl"la, ne eder?..
Yılda 4 milyon 380 bin ton,
15 yılda 75 milyon 700 bin ton!..
Şirket, bu suyu nereden bulacak?..
Ya Gediz Nehri"nden çekecek, ya da "sondaj kuyuları" vasıtasıyla yer altı sularından temin edecek!..
Peki, Gediz"deki ve yeraltındaki su, bu ihtiyacı karşılar mı?
DSİ"nin Hidroloji Raporu"nda; "Gediz"den 4 ay boyunca su çekilemeyeceği" açıkça belirtiliyor... O halde; ihtiyaç "yer altı"ndan karşılanacak!..
Yani, İngiliz şirket, toprağın üstü yetmedi, altını da sömürecek!..
Buna izin verilirse;
Gediz Ovası"nı sulayan "artezyen"lerin hali nice olur acaba?!?..
İngiliz şirket, hiç kimseyi aldatmaya kalkmasın; tesisin su ihtiyacını "Turgutlu"nun arıtılacak atık suyu" da karşılamaz!..
Uzun lâfın kısası;
Bugüne kadar verdiği hiçbir sözde durmayan İngiliz Şirketi Sardes Madencilik"e kesinlikle izin verilmemeli, mevcut tesisler de bir an önce kapatılmalı ve Ege halkı rahat bir nefes almalıdır...
ÇALDAĞ, ÇÖLDAĞ OLMASIN!
Yazıyı bitirmeden söyleyeyim:
"Sarıyer ormanları"ndan binlerce ağaç kesilip de, "cascavlak" kalan arazi üzerine "üniversite" kurulduğundan bu yana, TEMA"ya karşı pek sıcak değilim...
Hatta, soğuk bakıyorum.
Ne var ki; Salihli TEMA Temsilcisi arkadaşım Hüseyin Emrem ve Turgutlu TEMA Temsilcisi Ayla Yönet hanımefendi, özellikle Çaldağ konusunda son derece "samimi"ler, son derece "duyarlı"lar!..
Onların çabaları, Çaldağ"ın eteklerinde oturan ve işleri "tarımcılık" olan köylüler tarafından da destekleniyor ki, şimdi, ben de onlara inanıyorum.
"Kıyamet kopuyor olsa dahi, elinizde bir fidan varsa, onu dikiniz" diyen Peygamberimiz Hz. Muhammed gibi bir "çevreci"nin ümmeti olarak, artık ben de bir "Çaldağ savunucusu"yum!..
Diyorum ki;
Çaldağ, "Çöldağ" olmasın!..
Bunun takipçisi olacağım!..
ABD ve AB"nin obezleri!
Hani, bir fıkra vardır... Adam sıska mı sıska, zayıf mı zayıf...
Neredeyse sırtı ve göğsü birbirine yapışmış vaziyette...
İşte bu "sıska" adamı gören "şişman" biri; "O kadar zayıfsın ki; seni gören de dünyanın açlıktan kırıldığını zanneder!"
Zayıf adam cevap vermiş;
"Seni gören de bu kıtlığın sebebini anlar!"
Bugün "Afrika ülkeleri" tam anlamıyla açlıktan kırılıyorlar...
Milyonlarca insan bir lokma ekmeğe, bir yudum suya muhtaç.
Hepsinden Allah razı olsun; bizim "yardım kuruluşları"mız tam bir "seferberlik" ilan ettiler ve Somali başta olmak üzere, bütün Afrika"ya ulaşmaya çalışıyorlar.
Avrupa"nın ise, hiç umurunda değil...
Çünkü "açlık" ve "sefalet" yaşanan bölgelerde "petrol" yok!..
"Petrol" olmayınca da, ne ABD, ilgileniyor, ne AB!..
Şu hâle bakın;
Yunanistan"ı kurtarmak için verecekleri paranın "sadece 334"te birini", yani 500 milyon dolarını bütün Afrika"ya vermeyi düşünüyorlar.
İşte bu "vurdumduymazlığa" bakıp, fıkrayı hatırlayalım...
Gerçekten de; ABD ve Avrupa"nın "Obez"lerine bakınca, Afrika"daki açlığın sebebi çok daha iyi anlaşılıyor...
akit