Bir mezuniyet töreninden üç resim
Esasında bu üç resmi bir albüm ebatlarına getirebilirdim. Ama üç resmin Türkiye'yi çok net temsil ettiğini düşündüğüm için sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.
A-
Adını A olarak kodladığımız genç kız, okulunu birinci olarak bitirdi. Okulun kapısında başını açtı, çıkarken kapattı. Koca koca adamların bir türlü bilemediği "zaruret miktarı"nı asla aşmadı.
O kadar ki mezuniyet töreninin yapıldığı akşam özellikle babası kızının okula gitmemesini anlayamadı. Annesi aracılığı ile ısrarlarını bildirdi. Ne vardı canım. Yıllarca gittiği okula bir mezuniyet için gitmemesi kadar saçma bir şey olabilir miydi? Hem de okul birincisiyken. (Okul birincisinin babası olma şerefi elinden mi alınıyordu törene gidilmeyerek?)
Okul birincisi başörtülü kız, kendi mezuniyet törenine gitmedi. Ertesi gün, sınıf arkadaşlarının internet ortamından gönderilmiş fotoğraflarına bakarken özellikle erkeklere dikkat kesildi. Muhafazakar ailelerin muhafazakar delikanlılarına. Cübbeleri giymiş, kepleri takmış olarak verdikleri pozlara baktı. Yazıklar olsun dedi. Şu kadarını bile yapamıyorlar. O cübbeyi giymemeyi, o kepi takmamayı.
Baba kızının bu cümlesine takıldı. Bu kızı bu kadar sert yapan neydi? Anne sen de yıllar önce bu kadar "sert" idin dedi. O zaman adı sertlik değildi. İnsan ancak ilkeleriyle yaşar diyorduk.
Adam karısının bu sözüyle maziye gömüldü. Bir müddet nefes alamadan kaldı orada.
Rabbim dedi sonra sen bize rağmen ne muhteşem evlatlar veriyorsun. Biz bu evlatları hak ediyor muyuz?
B-
Kadın güzel giyinmişti. Güzel ve zarif. Zarif ve ilkeli. Yani aksayan bir şey göze çarpmıyordu. Mezuniyet töreni için hazırlanmış olan kızlarının kıyafeti biraz fazla şey kaçmıştı. Şey. Yani sırtın yarısı açık ve dizler meydanda.
Baba takım elbise giymişti. Yanında pür tesettür eşi ve manken bedenlerden ödünç kıyafetleriyle kızı. Bir Türkiye gerçeği mi vardı karşımızda.
Üçlü herkesin dikkatini bir parça çekiyordu. Ama henüz olanların olmasına yarım saat vardı.
Tam yarım saat sonra. Müzik ritmini artırınca önce baba çıktı meydana. Ceketini beline bağlayarak Adnan Şenses'ten taklit edilmiş bütün figürleri itina ile sergiledi. Karşısında kızı. Ne var bunda şaşıracak değil mi? Baba kız mezuniyet töreninde "Roman havası" eşliğinde. Ama olanlar bu kadar değildi. O pür tesettür kadın, kıyafetini neredeyse Şevket Eygi'nin dahi beğeneceği kadın o meydanda "sevgili eşini" ve "sevgili kızını" yalnız bırakmadı. Üçlü "döktürdükçe döktürdü."
C-
Okulun en başarılı ve en güzel kızıydı. En itinalı en zarif. Çünkü o narin prensesti. Bütün "en"lerin kişiliğini ve kimliğini itina ile tanımlayan sıfatlara eşlik edeceği bir eşsiz benzersizliği vardı. Onu beğenmemek imkansızdı.
Mezuniyet töreninin olacağı gün, ben törene öğrenci olarak katılmayacağım dedi. Arkadaşlarımı yalnız bırakmayacağım ama. Onların arasında sanki bir veli gibi bulunacağım.
Annesi kızının kararına şaşırdı. Şaşkınlığı saygı duymasına engel değildi lakin. Okuldaki bazı hocaların sertliği bu küçücük bedenleri ne kadar da ilkeli olmaya zorluyor diye düşündü.
Törene veli sırasından katılmaya düşünen narin genç kız sanki o gün bütün arkadaşlarının velisiydi. Herkes onların evinde toplandı. Önce onların karnını doyurdu. Sonra kıyafetleriyle ilgilendi tek tek. Buruşmuşları ütüledi. Kıyafetini son anda beğenmeyenler için aksesuar yardımıyla olağanüstü tasarımlar gerçekleştirdi. Bir anne gibi mezuniyetine gideceği genç kızları için çalıştı didindi gün boyu.
Akşam birlikte çıktılar evden. Önce birlikte oturdular mezun oldukları okulun bahçesinde kendileri için hazırlanmış sandalyelere. Ta ki bir öğretmen gelip taciz edinceye kadar. Arkadaşları isyan etti. "O yoksa biz de yokuz!" Doğruydu orada olmalarını da gün boyu onun emeğine borçlu değil miydiler.
(O yoksa biz yokuz diyen arkadaşlarının hepsinin başının açık olduğunu söylemeye gerek var mı?Ya da bu bilgi bu satırları okuyanlar için değerli midir?)
Gecenin tadı kaçmasın diye güzeller güzeli narin prenses veliler arasına geçti arkadaşlarının sahneye çıkmak için hazırlığa giriştikleri sırada. Annesi onu uzaktan gözlüyordu. O annesinin kendisini gözlediğinden habersiz.
Anne, "narin prenses" kod adıyla tanınan kızının ne muhteşem bir duruşu olduğunu gördü o akşam. Tam da ceketlerini bellerine bağlayarak "döktürdükçe döktürmüş" tesettürlü kadın, tesettürlü kadının neredeyse yarı çıplak kızı ve tesettürlü kadının zenne gibi oynayan kocasının şaşkınlığını atmaya çalışırken.
Bir ara ağlayıp ağlamadığın düşündü. Anne yüreği işte.
Hayır ağlamıyordu. Bir onur abidesi gibi orada oturuyordu. Evlatlarını yalnız bırakmayan kan kussa kızılcık şerbeti içtim diyecek anaç bir tavırla.
Allahım dedi anne, bu çocuk ne zaman bu kadar büyüdü. Ne zaman bu kadar olgunlaştı.
Bütün bu yasaklar bizim bilmediğimiz günlere çocuklarımız hazırlıklı olsun diye mi?
O gece kadın sabaha kadar ağladı. Bunca acının içinden bunca olgunluğu çıkaran, alnından ışık sızan genç kızlar için.
Allahım evlatlarımızın alnındaki ışığı kalbindeki imanı söndürme.
Amin.
(Siz dahi bu yazıyı okuduktan sonra aşk ile amin demeyi unutmayın.)
yenişafak