Bir milleti, bir kişinin ismi, resmi, büst ve heykeli önünde eğilmeye zorlamak..
28 Ekim günü öğle sularında, İstanbul"un Vali, Belediye Başkanı, Ordu Komutanı ve öteki , Generaller, Başsavcılar, Emniyet Müdürleri gibi kocaman kocaman adamlar, bir heykelin karşısında, merasim için belirlenmiş yerlerini alıyorlar; konsantre olmuş bir vaziyette ve belki de zoraki bir tâzim/ saygı gösterisi içinde, sırayla "hazırol"a geçiyorlar; gözlerini dikiyorlar heykele doğru, yukarılara ve derin bir vecd ve huşû ile, asker olanlar selam çakıyorlar, sivil bürokratlar ise başlarını sert bir hareketle öne doğru eğip, yerlerini ötekilere bırakıyorlar..
Ve ben onların, -hele de sivil olanlardan bazılarının-, bu "laik âyin"i zorla yaptıklarını ve utanç duymuş olabileceklerini düşünüyorum..
O akşam, İstanbul Valiliği"nce düzenlenen bir resepsiyonda, özel olarak yaptırılmış bir büyük pasta yenilmiş.. Ama, ilginç olanı, pastanın içinden, bir M. Kemal maketi çıkması..
14 asır öncesindeki Câhiliyye"nin modern versiyonu gibi bir şey.. Eski bir hastalık, yani...
O zaman da, un, yağ, şeker, hurma, süt vs. den kocaman bir put yapıyorlar ve açlık zamanlarında ise, o putları kemal-i âfiyetle midelerine indiriyorlardı..
Şairin birisi, karşı kabilenin o put yeme "saygısız"lığını hicvetmek için şöyle bir beyt yazmış:
"Benî Hanifalar, kıtlık zamanında, tanrılarını yediler..
Bunu yaparken, "tanrı"larının iqâbından korkmadılar.."
*
"Şahısları putlaştırmak" ve onlara "tapınmak"tan ve putataparlıktan söz edince, bazıları, "Bunun neresinde putperestlik?" diye sorabiliyorlar..
İlginç olan şu ki, o gibilere, "putperestlerin tapınmaları nasıl oluyor?" diye sorulduğunda, farklı bir tablo çıkmıyor ortaya..
*
Rusya Devlet Başkanı Medvedev de, aynı gün, Sovyet Komünist İmparatorluğu"nun en kanlı ve büyük diktatörlerinden J. Stalin konusunda, "zihinlerde oluşan karışıklığın giderilmemesi halinde, bunun yarınki nesillerin zihinlerinde de karmaşaya vesile olacağı"nı söylüyordu..
Çünkü, Stalin konusunda, Rusya halklarında, tam bir kafa karışıklığı var..
Kimileri, "tarihiminizin Korkunç İvan"dan bile daha zâlim, utanç verici bir ismi, zorbalığından başka bir marifeti olmayan abtalın birisi.. " diyor..
Kimileri, "2. Dünya Savaşı"nın suçlularından ve de Hitler Almanyası"nın Rusya"ya saldırmasının aslî müsebbiblerinden birisi" olarak görüyor..
Kimileri ise, "Evet, zâlim idi, çok kan döktü, acımasızdı, ama, öldürdükleri, hayatta kalmış olsaydı, bugün yine ölmüş olacaklardı.. Üstelik de, bize bir güçlü bir dünya devleti hediye etmişti.." diye, ona saygı gösterilmesi gerektiğini söylüyor..
*
Bugün, şahısperestlik konusunda, Kuzey Kore ve Türkiye"den başka ülke kalmadı, dünyada..
Sahi, ünlü Neyzen Tevfîk, "Führer" (başbuğ, yüce önder) diye nitelenen Hitler"i ve yine aşağı yukarı aynı mânaya gelen "Duçe" diye nitelenen Mussolini"yi eleştirirken, bir başkası da nasibini, "sığır" nitelemesiyle alıyordu.. O kimdi acaba?
Çobanın ismi Führer"dir, kasanın ismi Duçe,
Defter-i zulmünü Garb"ın, yed-i kudret (kudret eli) dürüyor..
Asgarî onyedi milyon sığırı, bir "sığır"a,
Rabbimin kudretine bak ki, güttürüyor..
(Unutmayalım ki, o zamanlar bir ölünün arkasından, " 17 milyonu takmış peşine, gidiyor.." diye resmî ağıtlar yazılıyordu..)
Görülmedik resmi mi vardı ki, yeni resimlerine ihtiyac duyuluyor?
30 Ekim 09 tarihli Milliyet"ten, E. Temelkuran"ın şu satırları da ilginç olmalıydı:
" 29 Ekim sabahında, (") TRT ekranlarında (") spiker hanım sevinçle (...) Ankara"da açılan, günün anlam ve önemine denk gelen bir sergiden söz ediyor: "Atatürk fotoğrafları sergisinde gülümseyen Atatürk"ü görmelisiniz. Ayrıca daha önce hiç görmediğimiz fotoğraflar da var sergide!" (...)
Bu ülkede okumuş, yetişmiş, büyümüş hangi insanın gördüğünden daha fazla Atatürk fotoğrafı görmeye ihtiyacı olur?
Ve nedendir bu ihtiyaç? Atatürk"ü daha başka nasıl bir fotoğrafta görmelidir ki kişi daha başka bir Atatürk algılasın? Ayrıca niye bu ihtiyaç bu kadar yakıcıdır? (...)"
*
21 Kasım 09 günü, 18.45"de, TRT-2"de de, saltanatın kaldırılması üzerine yapılan bir proğramda, bazı prof.lar konuşturuluyor ve M. Kemal"in, "bu iş behemahal yerine getirelecektir, amma, ihtimal ki bazı kelleler koparılacaktır.." demesi üzerine, muhaliflerin, "Biz konuyu başka türlü düşünmüştük, aydınlandık.." diye, zorbalığa boyun eğdikleri anlatılıyordu, ballandırıla-ballandırıla.. Ve Şerafettin Turan isimli bir tarihçi prof., M. Kemal"in o sözlerinin bir diktatörlük tehdidi değil, ileride çıkması muhtemel hadiseleri önlemek için bir gözdağı vermek olduğunu söyleyebilecek kadar gerçeği çarpıtıyordu..
Çünkü, harbden yenik, yorgun ve bitkin, ruhî olarak da büyük çapta şoke olmuş ve tükenmiş olarak çıkan bir ülkenin nice seçkin insanlarının binler halinde kelleleri o jakoben/ tepeden inmeci, kelle koparıcı uygulamalarla uçurulmuştu.. Ama, prof. tarihçimiz, o kanlı uygulamaları "diktatörce bir tavır" değil, sadece bir "gözdağı" olarak niteleyebiliyordu!
*
Evet, bu konuları düşünmekten çoğumuz kaçıyor ve kaçınıyoruz, hâlâ da..
Ama, her hürr insanı gerçekten de rahatsız etmesi, utandırması, isyan ettirmesi gereken bir putataparlık sergileniyor, 80 küsur yıldır..
Her yerde tek bir isim ve resim,..
Hayattan çekilmiş geçmişteki onmilyonlarca olduğu gibi, bugün de 75 milyon insan, onun önünde kutsallaştırılmış bir "ata" kült ve figürüyle eğdiriliyor..
"Ata" diye onu yüceltenlerden pek çoğunun, kendi öz atalarının söz ve nasihatlerine o kadar itina gösterdikleri kesinlikle iddia olunamaz..
Ve, bu çağdışı görüntüyü, AB çevreleri de, yadırgıyorlar..
Onun, Cumhuriyet adı verilen, gerçekte ise, tam bir diktatörlük olan yeni rejime geçtikten sonraki hemen bütün yaptıklarına 85 yıl boyunca hiç itiraz etmemiş olan emperyalist dünyadan bugün, "Eğer AB"ye üye olmak istiyorsanız, bu "kişiye taparlık" çirkinliğinden, ilkelliğinden görüntülerinden kurtulmanız gerekir.." diyor..
*
Tek kişi hakimiyetine, cumhûriyet denilebilir mi?
Bu konuda, 16 Ekim 09 tarihli Sabah"dan Emre Aköz"ün "Atatürk'ü Koruma Kanunu" niye kalkmalı?" başlıklı yazısına bakmakta fayda var..
"Kemalistler kendilerini cumhuriyetçi diye takdim eder. Ama değildirler; onların cumhuriyetçiliği özürlüdür. (...) Çünkü cumhuriyetin yasaları, yönetmelikleri, ilkeleri, kuralları geneldir. Herkesi kapsar.
Cumhuriyetin monarşiden (krallık, sultanlık, vb.) ayrıldığı en önemli noktalardan biri, yasaların 'kişiye özel olmamasıdır.' (...)
***
Devam ediyoruz:
Cumhuriyet yasalarının kişiye özel olmadığını, olamayacağını söyledik.
Halbuki bizde kısaca 'Atatürk'ü Koruma Kanunu' dediğimiz bir kanun var.
31 Temmuz 1951'de yürürlüğe girmiş olan bu kanunun tam adı şöyle: 'Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun.'
Demokrat Parti bu kanunu CHP'nin şirret(liğ)inden kendini korumak için çıkarmıştı.
Çünkü o tarihlerde bazı fanatik dindarlar (Ticaniler) Atatürk heykellerine saldırıyor, CHP de "Sizden cesaret alıyorlar" diye yaygara koparıyordu.
DP'nin niyeti ne olursa olsun, büyük bir hata yaptı. Cumhuriyetin ruhuna, temel felsefesine aykırı hareket etti. Kişiye özel kanun çıkarttı.
Böylece Atatürk'ü simgesel monark (monarşinin manevi başı) haline getirdi.
Daha sonra da 1960 darbesiyle Atatürk'ün adı 1961 Anayasası'na girdi. Hâlâ da orada duruyor.
***
Şimdi Avrupa Birliği, "Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu kaldırın" diyor. Tabii kemalistler ve her türden AB karşıtı da yaygarayı basıyor.
Halbuki olay basit: Cumhuriyet rejiminde kişiye özel kanun olmaz!
Buna dayanarak, insanları yargılamak ise sadece cumhuriyetin felsefesine değil, fikir özgürlüğüne de aykırıdır. (...)"
*
Tarih öncesi bir ilkelliğe, kişiye taparlık hortlatılıyor
25 Ekim 09 tarihli Zaman"da da, N. Akman"ın, Av. Cuneyd Toraman"la yaptığı bir röportaj vardı, 5816 sayılı ve "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun" üzerine..
"-Kamuoyunda Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 1951'de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti'ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticaniler'in Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Gerçek sebep bu mudur?" sorusuna Toraman"ın cevabı -özetle- şöyleydi:
*Bazı kaynaklara göre, bir gecede 17 tane büst kırma olayı oldu. Menderes"in nereden geldiğini tahmin ettiği bu saldırılara karşı sessiz kalması düşünülemezdi. (")
-Yani Menderes bu kanunu çıkartırken, siyasi rakibi olan İnönü'ye "laikliğin bayrağı senin değil benim elimde" mi demek istedi?
-(") Menderes"in Atatürk'ü koruma kanununu çıkarmasıyla İnönü'nün önemli bir atağı sonuçsuz kalmış oldu. Esasen böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığını İnönü de Menderes de çok iyi biliyordu. (") Tutanaklara göre, bu kanun TBMM'de görüşülürken, (") Kabul edenler 232, reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış. (") Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Demokrat Parti m.vekili Halide Edib Adıvar diyor ki: "(") böyle bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asurilerin, Babillilerin yaptığı gibi ilahlaştırılmış, putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır. (") yeni bir kanun yapmayı bir şark zihniyetinin yeni bir mahsülü diye telakki ederim. Yani, kablettarih (tarih öncesi) put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahlaştırmak ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması.."
DP Milletvekilleri İstiklal Savaşı kumandanlarından Salâhaddin Âdil (Paşa) ile Osman Şevki Çiçekdağ da "Anayasanın ruhuna (") uygun olmadığını" söylüyorlar. (") DP Konya m.vekili Fahri Ağaoğlu da hükûmeti, "faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine, daha da totaliter bir rejimi devam ettirmekle" suçluyor..
DP Diyarbakır milletvekili Yusuf Azizoğlu da şöyle konuşmuş: "(") ona taparcasına inananlara rağmen bu milletin inanışları adetleri ve ananeleri ile bağdaşamayan bazı hattı hareketleri bulunduğunu söylemek realitenin bir icabıdır. (") Bir şahsı istihdaf eden böyle bir kanun ancak bir orta çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunu olabilir. Böyle bir kanunun anlamı, bu memlekette Atatürk'ün manevi varlığını ve onun eserlerini ayakta tutmak için artık zor kullanmaktan başka çare kalmamış demektir. (")"
(Akman, 1996"larda, RP m. vekili H. Mezarcı"nın M. Kemal"le ilgili sözleri üzerine yapılan baskılara getiriyor sözü.. Mezarcı"nın da avukatı olan Toraman şöyle diyor, özetle: )
- (Mezarcı"nın) yasama dokunulmazlığının kaldırılmasından sonra, beş kişi manevi tazminat davası açtı Hasan Mezarcı aleyhine. Dediler ki dilekçelerinde, "Atatürk bizim de babamızdır. Atatürk'e yapılmış hakaret bize de yapılmıştır. Biz de rencide olduk." Biz de, davacıların nesep bağını isbatlamaları gerektiğini öne sürerek, taraf ehliyetine itiraz ettik. Mahkeme red kararı verdi. Bunlar temyiz ettiler. Dördüncü Hukuk Dairesi, "Atatürk bütün Türk ulusunun babasıdır. Onun için 70 milyon Türk vatandaşının her biri dava açabilir." şeklinde çok ilginç bir karar verdi. (")Hasan Mezarcı bu karardan sonra hakimlere dedi ki "Yargıtay'ın bu kararına göre, Atatürk sizin babanız. Siz babanızın davasına bakamazsınız!."
-Aa çok komik.
*Bu kanunla bağlantılı olarak konuşulması gereken bir konu da Atatürk'e bağlılık yemin..
Bütün memurlar ve milletvekilleri işe başlarken bir yemin ediyorlar, "Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma.." diye. (") Can Dündar hakkında da Mustafa filminde Atatürk'ü sigara ve içki içtiği içerken yansıttığı için suç duyurusunda bulunulmuştu. Dündar'ın yargılanmasını isteyen de Sigara ile Savaş Derneği ile Atatürkçü Düşünce Derneği idi. (") Türkiye, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesini imzalamış.. Bu kanun bizatihi ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.. (")"
"Ata' hakkında susmak da, bir çeşit konuşmaktır!.
"Şu Çılgın Türkler" isimli ve "resmî ideoloji ikonu"na en görkemli tapınma, rituel/ âyin sahneleri ve hikaye, masal/ mavallarıyla dolu kitabın yazarı, Devlet Tiyatrolarının eski Genel Müdürü Turgut Özakman, Ekim 09 ortasında kendisiyle yapılan bir röportajda, ilginç laflar etti.. Ama, daha çok, büyük tulûat san"atçısı İsmail Dümbüllü"yü hatırlatıyordu.. "Müslüman Türkler için iki Mustafa vardır: Hz. Muhammed Mustafa ve Mustafa Kemal."
Özakman, Ata"sının halk"a kanun zoruyla ve 80 küsur yıldır "tek adam" olarak dayatılıp, kanun zoruyla korunduğunu, ve sadece övmenin alabildiğince serbest; yermenin ise, hakaret diye özel koruma kanunlarıyla cezalandırıldığını gözardı ederek, "halktan gördüğü inanılmaz saygı ve sevginin Hz. Muhammed'e duyulan saygı ve sevgiye benzer olduğunu" söylüyor.."
Bu sözler, insana, çocukların ağızlarına pelesenk olan, "Ooohaaa!"yı çağrıştırıyor..
Ve ekliyor: "Batılılar genel olarak Atatürk'e saygımızı, vefamızı anlamıyorlar. Tarihlerinde böyle birisi yok çünkü. Anlamayan bazı yurttaşlarımız da var ne yazık ki! Çünkü tarihimizi doğru bilmiyorlar. Bilseler bu haksızlığı ve vefasızlığı yapmazlar."
Tiyatrocumuzun, "Sizce Atatürk'ün insani zaafları yok muydu?" sorusuna cevabı ise, daha bir "harika!"
-Olmaz olur mu! O ne ilah, ne üstün insan düpedüz bizim gibi. Elbette zaafları var! İçki içiyor. Bu bir zaafsa zaaf.. Bunu da bilerek isteyerek içiyor. Neşelenmek için içiyor. Kafasını daha sakinleştirmek için içiyor... (...) Bazı kadınlara da ilgi duyduğu söylenebilir. Hiç olmazsa biz ikisini biliyoruz, biri Fikriye'ydi, (...) hayatının sonu hiç iyi olmadı. İkincisi Latife Hanım, severek evlendi, ama yürümedi. (...) Çünkü uydurulunca çok şey uydurulur, arkası gelir. Keşke çapkınlık yapmış olsa, helal olsun ya, bu konuda bir günahı varsa o günah benim olsun! Ne günahı olacak ki! Adam değil mi, erkek değil mi, sağlıklı değil mi?"
Bu sözler, sahibinin ahlâk anlayışını da ortaya koyması bakımından daha bir ilginç..
*
Sözü, merhûm Âkif"in Firavun mezarları ziyaretiyle ilgili sözleriyle noktalayalım:
"Evet, bütün beşerin hakkıdır beqa" emeli,
Lakin, bunu ne taşdan, ne de leşten beklemeli.."
haksözhaber