’Bir Pazar Sabahı’ndan kalanlar..

Selâhaddin Çakırgil

Bu satırlar 5 Temmuz Pazar sabahı yazılıyor.
’Bir Pazar sabahı sakinliğinde neler yazılıp, okunur, neler izlenebilir?’ diye düşünürken..
Bugüne aid gündemimden bir kesit sunmak istedim, önce..
*
Öğleden sonra, merhum Sedat Yenigün’ün kabri başında toplanıp, onu anacağız, dostlarla..
İyi de Sedat Yenigün kimdi?.. Yeni nesiller için ne mânâ ediyor ve etmeli?
Katledilmesi üzerinden 35 yıl geçti.. Öldürüldüğünde 30 yaşlarındaydı.. ’Fakir’den 5 yaş kadar küçüktü. Ve, bizim neslin, en güçlü tefekkür ve duygu gücüne sahib, karanlık asumanımızın en parlak yıldızlarından aziz bir kardeşimizdi.
5 Temmuz 1980 günü akaşam üzeri, İst.-Fatih- Akşemseddin Caddesi üzerindeki bir berber dükkanında traş olmak üzereyken, içeri giren eli silahlı bir kişinin şakağına sıktığı bir kurşunla katledilmişti..
Dönem, mahallelerin ve hattâ şehirlerin Ülkücüler’le komünist ve diğer solcu güçler arasında bölüşüldüğü, ’kurtarılmış mahalle ve şehirler’in bütün ülkeye yayıldığı ve devlet otoritesinin neredeyse çökmek üzere olduğu bir zaman dilimiydi..
Sedat, Zeytinburnu İ. Mermerci Lisesi’nde ’edebiyat öğretmeni’ idi. Orada da, ’Ülkücüler’ ve komünistlerle diğer solcular arası bir ayrışma güçlü şekilde vardı, elbette.. Sedat, daha çok Ülkücüler tarafından benimseniyordu, onlar kendilerine yakın hissediyorlardı..
Bu duruma göre.. Şaşırtıcı olan şu ki, Sedat’ın öldürüldüğü yer, Ülkücüler’in hâkim olduğu bir bölgeydi. Ve orada başka birilerinin bir eylem yapması neredeyse imkansızdı.. Sedat’ın üstelik o bölgede niçin hedef seçildiği de bir diğer şaşırtıcı soru idi..
Nitekim, orada bir ’komünist öğretmenin öldürüldüğü’ söylenmiş, ilk anda..
Gerçi, şüpheler birileri üzerinde toplandıysa da, Sedat’ı kimin öldürdüğü kesin olarak bilinemedi. O kişilerden birisi bana bir mektub yazıp, yemin-billah ederek onu kendisinin öldürmediğini, kimin öldürmüş olabileceğini tahmin ettiğini, ama, bunu açıklamasının kendi hayatına da mal olacağını düşünerek yazmaktan kaçındığını yazmıştı, imzasız mektubunda.. (Ki, yurtdışında yanıma gelen ve İslamî şuûrlanmaya yönelmiş bir eski Ülkücü de, fakir’in öldürülmesi emrinin de kendisine verildiğini söylemişti..)
*
Sedat, ’kimvurdu’ya gitmekle kalmadı, başka birisi sanılarak da öldürülmüştü, belki..
O cinayetin şaşırtıcı bir tarafı da Sedat’ın öldürüldüğü haberinden kimsenin haberinin olmayışı idi.. Çünkü, toplum, artık haber bültenlerini dinlemekten bile gezginlik içindeydi. Kimse tv. haberlere filan bakmıyordu.. Nasıl baksınlar ki, her gün, ortalama 25-30 kişinin ülkenin çeşitli yerlerinde ideolojik kamplaşmalar neticesinde öldürüldüğüne dair haberlerin sonu gelmiyordu.
Fakir, Türkiye’de gecenin 23.00 haber bültenini Tahran’da saat 24.00’de dinliyordum. Haberlerin en sonunda, bir katl haberi daha verildi.. ’İhsan Mermerci Lisesi öğretmeni Sedat Yenigün, bugün, Fatih’te uğradığı bir silahlı saldırı sonunda …’
Nasıl duygulara giriftar olduğum tahmin edilebilir..
*
Hemen arkadaşlara telefon ettim, İstanbul’a.. Her kime telefon ettiysem, haberi yoktu..
Arkadaşlar toplanıyorlar, yine de bir yanlışlık olmasın diye, ’morg’a gidiyorlar, nâ’şını görüyorlar ve ondan sonra Sedat’ın evine yöneliyorlar, gecenin 01.30 sularında.. Refikasının da haberi yok.. Sadece bu saatte nerede kaldı diye merak ediyor.. Ama tlf. vs. iletişim imkanları bugünkü gibi değil ki.. Ve gecenin yarısında zil çalıyor, 8-10 arkadaş birden merdivenlerden çıkmaya başlayınca.. Bir şeyler olduğunu anlıyor ve..
*
Sedat Yenigün, bizim neslimizin düşünce ve duygu alanındaki en seçkinlerinden birisiydi.. onu hep hasretle ve rahmetle, dualarla anıyorum..
*
Bir diğer konu..
İstanbul Ülkü Ocakları, Bayezid Meydanı’ndan Sultanahmed’e kadar uzanan cadde boyunca bir yürüyüş yaparak, Çin’in Doğu Türkistan’daki müslüman halka yaptığı baskılara, zulümlere karşı itirazını dile getirmiş, 3 Temmuz Cuma akşamı.. .
Dün değinilmişti, Özgürder de, 3 Temmuz Cuma Namazı’ndan sonra, Fatih- Saraçhane Parkı’nda aynı konuda bir protesto gösterisi düzenlemişti..
Ama, Ülkü Ocakları’nın yaptığı gösteri ve akıl almaz bir çılgınlıkla noktalanmış, üstelik komik de.. Böyle olunca da, traji-komik..
Çünkü, Sultanahmed Meydanı’nda çekik gözlü turistleri gören bu gençler, ’Bunlar Çin’li..’ diye, Türkistan’da yapılan zulümlerin intikamını almak adına bu turist kafilesine saldırmışlar.. Hem de İstanbul’da yaşayıp, her çekik gözlüyü Çinli zannetmek, zavallılıktan öte bir şey..
Nitekim, bu turistler Kore’li imişler..
Ama, diyelim ki, bu turistler Çinli bile olsaydılar, Doğu Türkistan’da müslüman uygurlara yapılan zulümlerle bu turistlerin bir mantıkî ilişkisi var mıydı, Çin vatandaşı olmaktan gayri.. Hukuk tarihinde 2500 yıldan beri tekrarlanıp durulan ve İslam’ın da hassasiyetle vurguladığı, ’Suçların ve cezaların da şahsîliği’ prensibinden hiç mi haberiniz yoktu?
Gülünecek bir saçmalık, dehşet uyandıracak bir zorbalık, iç-içe..
’İstanbul’da Çinli turistleri dövmüşler..’ diyerek, Çin şovenistleri de, benzer bir akılsızlıkla yüzmilyonları Doğu Türkistan halkı üzerine tahrik etseler, nasıl olur?
*
’Morisco’ların asimile edilmesi, eritilmesi..

Henry Charles Lea’nın ’The Moriscos of Spain: Their Conversion and Expulsion’ isimli ve türkçeye, ’İspanya Müslümanları: Hristiyanlaştırılmaları ve Sürülmeleri’ ismiyle tercüme edilip ’İnkılâb’ yayınları arasında çıkan ilginç bir kitabı okuyorum.. Morisco’lar, İspanya’da hristiyanlığı kabul ediyormuş gibi yaparak, kendilerini gizleyip, müslüman kalmaya çalışan ve ama, ne müslüman kalabilmiş, ne de hristiyan olmuş, iki arada bir derede kalmış, büyük bir kitle için kullanılan bir isim.. (Ki, Morisco’lar hakkında daha önce Âkif Emre kardeşimiz epeyce çalışmalar yapmış ve bir belgesel hazırladığını da söylemişti. Henüz görmesem de..)
Lea, müslüman olmayan bir araştırmacı-yazar olarak, Endülüs’ün çöküşü sonrasında müslümanlara, din değiştirmeleri için, henüz 500 yıl öncelerde yapılan baskıları, zulümleri, Engizisyon Mahkemeleri’nin zulümlerini olabildiğince objektif kalmaya çalışarak, tarihî metinlerden, mahkeme ve kilise belgelerinden çıkarıp gözler önüne sermiş..

Sözkonusu kitabı okurken, bir taraftan da, fırsat bulamadığım için okuyamadığım daha neler var diye internete de gözatıyorum ve gözüme, ’haksöz.net’ sitesinden, Nehir A. Gökduman’ın 1 Temmuz günü yayınlanan ’Sıcak bir Granada gecesi..’ başlıklı yazısı çarpıyor.
’Namı diğer Gırnata,  (…) Endülüs’ün Biricik Gülü ve Son Kalesi diye de adlandırılan, bugünkü adıyla Granada gece ayrı bir güzelliğe bürünüyor. Bütün yorgunluğumuza rağmen, otelde dinlenmek yerine şehrin yollarına vuruyoruz yeniden kendimizi..’ diye giriyor konuya..
Şiir tadında güzel bir gezi yazısı..
Bu arada, İspanya kültür ve tarihinde ayrı bir yeri olan Çingene’lerle ilgili derli toplu bilgiler de var yazıda.. Endülüs’ün çöküşünden sonra, sadece Müslümanlara değil, Yahudiler ve Çingenelere ve kendilerinden olmayan diğer bütün etnik veya mezhebî gruplara uygulanan assimilasyon, tehcir ve katliâmlarla ilgili acı sahneler de resmediliyor, okuyucunun gözünde..
*
’Siyaset de bir illüzyon san’atıdır..’

İnternet’ten makalelelere bakarken, kulağım da TRT Haber’deki bir proğramda.. Dünyanın en ünlü sihirbazı seçildiği bildirilen D. Ülgen isimli bir genç ilginç sözler ediyor.. Bazı ilginç numaralar gösteriyor, onların nasıl gerçekleştirildiğine dair meslek sırlarından da sözederek..
Ve sonunda, ’Siyasetin yüzde 80’i illüzyondur.. İnsanların algılarıyla oynanıyor, çünkü..’ diyor.. Nice illüzyonların yaşandığı 7 Haziran seçimleri sonrası açısından ilginç sözler..
*
Mâdem ki, ’Siyaset de bir illüzyondur, bir algı operasyonudur..’ deniliyor..
Birkaç örnek de bu illüzyonların sonunda gelinen pişmanlıklardan söz edelim, 5 Temmuz tarihli ve en hızlı atatürkperestlerin toplandığı bir gazetenin yazarlarından.. Onlar ki, seçim öncesinde neler-neler söylüyorlardı, şimdi neler diyorlar..
B. C. isimli kişinin 5 Temmuz tarihli yazısı, ilginç.. ’Bir iş kolunda devamlı çalışan ve devamlı yanlış yapan ve beceriksizlik gösterenleri o iş kolunda barındırmazlar..’ demeye getiren bu kişi, -özetle- şöyle diyor:
’Hiçbir meslekte, hiçbir işte, hiçbir görevde, böyle sürekli kaybedenin aynı işi yapmasına izin vermezler.. / Ama ülkenin kaderini etkileyecek muhalefet partisinin genel başkanısın…/ Bir, iki, üç, dört, beş…/ Durmadan seçim kaybettiğin halde, bir şey olmamış gibi orada oturabiliyorsun..
Şimdi bir erken seçim olsa…/ Herkes umut bağladığı partinin kazanmasını beklemez mi?../ Biz CHP’nin altıncı kez seçimi kaybetmesini bekleyeceğiz…/ Aksini söyleyen bir tek kişi var mı?.. /(…) Bakın: Ufukta bir erken seçim var…/ Bu liderlerle olmaz… /Çünkü bu liderlerin hâlâ orada oturmaları bir kara planın, hatta Türkiye’ye kurulmuş tuzağın ta kendisidir… /Türkiye’ye yazıktır…/ Yeni liderler lazım…’
B. Coşkun’un Türkiye’ye yeni lider aramasına bakmayınız; o, kendi muhalefet cebhelerine yeni liderler arıyor.
Aynı gazeteden E. Çölaşan da AK Partilileri teselli ederek -özetle-şöyle diyor:

’Son seçimde AKP’ye oy veren sevgili okuyucularım… 7 Haziran gecesi hepiniz mutsuz ve üzgündünüz…
Alınan sonuçları ekranlarda izledikten sonra haklı olarak hüzünlendiniz.
“Eyvah, 13 yıllık iktidar elimizden kaydı gitti. Yazık oldu” diyordunuz.
Oysa boşuna üzülmüşsünüz.
İktidar ve güç yine partinizin elinde.
Öteki üç partiyle şimdi kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. (…)
**
Ey o gün AKP dışındaki partilere oy vermiş olan sevgili okuyucularım…
Sizler ise o gece çok mutluydunuz.
Seçim sonuçları koalisyon diyordu…
Sizler CHP, MHP ve HDP’ye oy vermiştiniz.
(…) Sonra şunu gördünüz ve halen de görmektesiniz:
Aslında bu üç parti AKP iktidarına değil, kendilerine karşıymış!
Anında birbirlerine girdiler, birbirlerini eleştirmeye başladılar (…)
**
İpler şimdi yine Tayyip’in elinde.. Kararları partisi ile birlikte kendisi verecek.
Yani az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik ama Meclis’teki kelle sayısı dışında başka bir şeyi değiştirmek mümkün olmadı.’
*
Evet, birilerine hükûmet bazı sıkıntılar geldiyse de, ötekilerin hali, daha bir felaket..

dirilişpostası