Bir rüyanın dilde yansımaları

Bir rüyanın dilde yansımaları

"Bir zamanlar da dile getirilmişti."

Dil, milletlerin kendilerini ifade vasıtasıdır. Dil içinde diller, meselâ her milletin dili içinde her meslek grubunun, hattâ hemen her ferdin de kendine has bir dili vardır. Geniş manâda davranışlardan geleneklere, edebiyattan mimarîye uzanan bu dil, kendini "lisan"la da ortaya koyar. Yahya Kemal'in ifadesiyle, her halk, kendi ikliminin lisanını söyler.

Dille (lisan), dilin grameri ve kelimeleriyle, hattâ telâffuzuyla, o dili konuşan millet arasında da çok derin münasebetler söz konusudur. Dilde esas ve millî olan, seslerdir, gramerdir, dilin iç ve dış musikîsidir. Dolayısıyla her dil, kendi öz yapısını korumak kaydıyla başka dillerden kelime alabilir. Bundandır ki, Asya steplerinin cengâver kavmi, yavaş yavaş İslâm'ın potasında eriyerek yepyeni bir kültürle sarmaş-dolaş oldukça ve sert göğsünü aşk ve ilimle yumuşattıkça, tekyelerde kazanına düştüğü belâ-yı aşkı ifade için Farsça'dan, medreselerde içinde yoğrulduğu ilmi ifade için de Kur'ân'ın dili Arapça'dan kelimeler ve terkipler almaya başlamıştır. Öyle ki, hem Farsça'dan, hem de bir zaman Mecmua-i Ebuzziya'da yazıldığı üzere, din, iman, namus, şeref, haysiyet, hamiyet, gayret, iffet, ismet gibi vasıflardan vazgeçmedikçe dilimizden atılması mümkün olmayan Kur'ân'ın dilinden geçen kelimeler, kıtalara uzanan medeniyet dilimizin öz malı haline gelmiştir. Bu tabiî gelişme içinde bir yandan bu kelimelerin pek çoğu telâffuz değiştirip Türkçeleşirken, bir yandan Orta Asya Türkçesine ait meselâ tilek, til, köz gibi kelimeler dilek, dil, göz şeklinde yumuşamış, diğer yandan, sözgelimi Dede Korkut Hikâyeleri'nde bir arada yer alan erlik, bahadırlık, cilasunluk, yiğitlik kelimelerinde görüldüğü üzere Farsça'dan, Arapça'dan dilimize mal olmaya başlayan kelimeler, Orta Asya Türkçemizdeki aynı manâya gelen kelimelerle bir arada görülmeye başlamıştır. Neticede, idare tahtında Muhteşem Süleyman'ın, mimarîde Muhteşem Sinan'ın, deryalarda Barbaros'un, serhadlerde Bâli Beylerin dört bir yana ışık saçtığı, çölleri gülzar, çemenzar eylediği bir dönemde dilimiz de, Bakilerle, Fuzulilerle, Nabilerle, Şeyh Galiplerle, Itrîlerle, Dede Efendilerle dünyanın belki de en zengin, en revnakdar, en tatlı, en musikî dolu dili haline gelmiştir. Cihanın şarkına ve garbına aşk, iman, ümit, ümran götüren bir cihan devletinin dilidir artık bu dil.

Taliimizin tersine dönüp de muhalif rüzgârlarla savrulduktan, daha bir ihtişamla neşv ü nema bulmak üzere tohum tohum toprağa döküldükten sonra din, vatan, millet, tarih ve güzellik şuurundan mahrum olanlar, dilimizi de kendi dar, soğuk, maddî ve mekanik sınırlarına hapsettiler. Edirne'yi, Kars'ı, Ardahan'ı vatan bilip Üsküp'ü, Bakü'yü, Kerkük'ü unutan, Dicle ve Fırat'ın yarısıyla avunup Tuna'yı, Nil'i, Seyhun ve Ceyhun'u, Buhara, Semerkant, Mekke, Medine, Yemen ve Fizan'ı rüyalarında bile görmekten ürperenlerin gökkuşağı bir dile sahip çık(a)mayacakları, onun ummanında yıkanıp güzelliğinde güzellik, ihtişamında ihtişam bulamayacakları ortadaydı. Ama yepyeni bir güzellikler dünyasını daha dantel dantel, kanaviçe kanaviçe örmeyi vazife bilenler, "Git vatan, Kâbe'de siyaha bürün / Bir kolun Ravza-i Nebî'ye uzat / Bir kolunu Kerbelâ'da Meşhed'e at / Kâinata o hey'etinle görün / Aç vatan, kalbini İlâhına aç / Şühedanı çıkar da ortaya saç!" diye inleyen şairin kırık duygularına merhem olacak; Dicle kenarında "Fezeyanın tezayüd ettikçe / Tuna cûş eyliyor hayalimde / Tunalaştın gözümde gittikçe." diye hasretini dile getiren bir diğer şairin hasretini dindirecek; dinine, diline, tarihine, ecdadına, ülkesine karşı kadirşinas ve nimetşinas olacak ve Efendiler Efendisi'ni "Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed'sin Efendim / Hak'tan bize Sultan-ı müeyyedsin, Efendim!" tazimiyle yeniden gülzarlar, çemenzarlar meydana getirirken, dilinde de en güzel kelimeler raksedecektir; çünkü: Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin,/Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; /Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin, /Velhasıl, o rüya duruyor yerli yerinde.

Evet, o rüya yerli yerinde duruyor; aradakiler, sadece geçici bir kâbustan ibaret...

zaman