Vallahi dostlar, bu, maratondaki mesafeyi kapatma, üzerimize tur bindirilmesinin acısını hafifletme arayışı adına eğitim meselesine epeyce kafa yordum.
“Ümmet nasıl ayağa kalkar?” başlıklı konferanslar gibi, “Türkiye’nin geleceğini inşa” başlığı altında konferanslar verdim. -Eğitim-di bunun çaresi.
İlk öğretimden üniversiteye kadar öğrencilerle sohbetler yaptım. -Özgül ağırlığınızı artırın- diye seslendim. Bir cep telefonu için Anadolu insanının kaç kamyon domates üretmesi gerektiğini anlattım. Aradaki farkın, “katma değer” yani “bilgi” farkı olduğunu söyledim.
“Hakim milletlerle mahkum milletler arasındaki fark, terazideki bir dirhem farkıdır, o da yetişmiş insandır” cümlesini kaç salonda, kaç sohbet halkasında kaç defa söylediğimi bilmiyorum.
1 milyar 700 milyonluk nüfusu ile İslam dünyasının çok çok çok daha düşük nüfusa sahip inanç topluluklarından çok daha sınırlı ağırlığa sahip olduğunu anlamaya çalışmamız gerektiğini ifade ettim.
Eğitim kademelerinde on binlerce çocuğumuzun “ıskartaya çıkartılması”nın acısını paylaştım.
İslam dünyası için – Neden hep mazlum?- sorusunu sordum. Bosna’yı, Kafkasya’yı, Doğu Türkistan’ı, Filistin’i, Kıbrıs’ı, Keşmir’i, Karabağ’ı, Afganistan’ı…. yazdım, “Neden hep mazlum?” diye sordum.
İktidarın en başarısız alanının eğitim olmasının ne büyük bir zaaf olduğunu yazdım, yazdım, yazdım. Daha Hüseyin Çelik’in bakan olduğu dönemde,”bundan böyle eğitim alanındaki zaafı geçmiş iktidarlara yükleyemezsiniz.” diye yazdım. Aradan yıllar yıllar geçti, bakanlar bakanlar geçti, sürekli bakan eskitiyoruz, Türkiye 8’nci milli eğitim bakanını gördü ve biz hala “birim çocuğumuz”a ne veremediğimizi konuşuyoruz. Yüzlerce üniversite açmışız, on binlerce mezun veriyoruz, ama vasıflı eleman sıkıntısı çekiyoruz. Çünkü üniversitelerimiz mezun veriyor ama mezun hacmine paralel vasıflı eleman yetiştirmiyor.
“Birim insan” dostlar, bizim meselemiz “birim insan”ın değerini bilme meselesi…
Bu, “bir damla” suyun değerini bilmek ve “damlama” yöntemiyle bir orman yetiştirmekle aynı mantıktan hareket etmeyi gerektiriyor.
Ben, İslam dünyasını da dert ediniyorum. Çünkü İslam’ın insanın özündeki gerçek insanlık değerini ortaya çıkarmak gibi bir misyonu olduğuna inanıyorum. Ve İslam dünyası ile bir tür kader birliği etmişiz.
“Ümmet”i görmeyenlere bir şey demem. Gelin Türkiiye’yi görelim, gelin tek insan olarak kendimizi görelim, derim o zaman. “İnsanlık alemine sunduğumuz katma değerimiz” ne?
Almanya’da çalışıp aşı bulan iki Türk bilim insanı nasıl gözlerimizi parlatıyor. Keşke onların onlarcasını, onlarca alanda Türkiye’de yetiştirebilseydik.
Dünya bizi, hukuk -adalet alanındaki sorunlarımızla değil, insanlığın önüne çıkardığımız, “erdemi ve bilgisi”yle yıldız insanlarımızla konuşsaydı.
Mehmet Akif’in yüz yıl önce yazdıkları ne kadar sarsıcıdır:
“Çalış!” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun, Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun! Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya, Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!”Hep 100 yıldır içimiz yanarak okumuyor muyuz bu mısraları… Akif’in neslinin içi yandı, bizim içimiz yanmaya devam ediyor. Yukarda -Erdemi ve bilgisiyle yıldız insanlar- notunu düştüm. Benim eğitimle ilgili formatım o. Gençlere hem iyi insan olmayı, hem hangi alanda kendilerini yetiştirmek istiyorlarsa onun birinci sınıf insanı olmayı söyledim. Türkiye’de, İslam dünyasında, dünya çapında bilim kuruluşları olsun, istedim. Amerika’dan, İngiltere’den Türkiye’ye gelselerdi gençler yüksek eğitim için.Dün olduğu gibi, bugün de yarın da bilgi ile ilerleyecek insanlık. Hem erdemin bilgisi ile hem maddi hayatın bilgisi ile. Ben İslam’ın, insanlık için yol kılavuzu olduğuna inanıyorum. Onu güzel ve doğru idrak, güzel ve doğru yaşamak İslam coğrafyasını bir mazlumiyet coğrafyası yapmazdı, yapmamalıydı. Dolayısıyla kendimize bakmalıyız. Hangi potansiyellerimizi ne oranda fonksiyonel hale getirdik? Soru bu. Eğitimi anlamak da bu.