Suriye, Lübnan ve Ürdün'le "Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi"ni kuran Türkiye, siyasi entegrasyonu beraberinde getireceğini umduğumuz ekonomik entegrasyonun sahasını hızla genişletiyor.
Önceki gün Kuveyt'te bir araya gelen Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi (Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Umman) dışişleri bakanları, serbest ticaret için ortak eylem planı hazırladılar. Ticaret, yatırım, tarım ve gıda güvenliği, ulaştırma, enerji, kültür, turizm, eğitim ve çevre sektörlerinde Türkiye-KİK ortak çalışma grupları oluşturuldu. Çalışmaların altı ayda tamamlanması ve serbest ticaret anlaşmasının Mayıs ayında imzalanması hedefleniyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kuzey Afrika ülkeleriyle serbest ticaret için de hazırlıkların yapıldığını açıkladı. Öte yandan, Irak ve Suriye ile imzalanan yüksek düzeyli stratejik işbirliği anlaşmalarının bir benzerinin Mısır'la da imzalanması gündemde (İmzalar Kasım ayında atılabilir). Bu arada, Irak ile Suriye arasındaki buzları eritip Türkiye-Irak ve Türkiye-Suriye stratejik işbirliğini üçlü bir mekanizmaya dönüştürmeye yönelik gayretler de devam ediyor.
Şimdi tasavvur edin: Türkiye-Suriye-Irak... Türkiye-Suriye-Lübnan-Ürdün... Türkiye-Suudi Arabistan-Katar-Birleşik Arap Emirlikleri-Kuveyt-Bahreyn-Umman... Türkiye-Kuzey Afrika... Bu dört grup birleştiğinde (ve hele Mısır'ı ve bilhassa İran'ı da yanına aldığında) Ortadoğu'nun 'makus talih'i yenilmez mi?
Sevgili İbrahim Karagül'ün dün "Yeni Ortadoğu'nun doğuşu" başlıklı yazısında isabetle kaydettiği gibi:
"Bu dört grup kendi içinde yakınlaşırken, ortaklık alanları genişletilirken sonraki aşamada bu grupların birbiriyle bağlantıları sağlanacak. Kareler yerlerine yerleştirilecek. Harita tamamlanacak. Bir anlamda yeni Ortadoğu denklemi, ilişkileri ağı böylece şekillendirilmiş olacak. Serbest ticaret anlaşmalarıyla Türkiye ile Basra, Kızıldeniz, Kuzey Afrika arasında, bu geniş bölgedeki ülkeler arasında ekonomik ilişkilerin öncülük ettiği bir tür ortaklık inşa edilmiş olacak. / Yakınlaşmanın, ortaklığın sadece ekonomiyle sınırlı kalmayacağı ortada. Daha şimdiden sürecin siyasi sonuçlarının nasıl olacağı keskin bir tartışmaya dönüşmüş durumda. Türkiye için 'eksen kayması' tartışması da buradan kaynaklanıyor."
Bayılıyorum bu "eksen kayması"na!
İRAN
İyad Allavi, "Irak'ta ABD işgali bitiyor, İran işgali başlıyor" demiş. Kendisi 'aslen' Şii'dir, ama bu gibi sözleriyle Iraklı Sünnilerin hislerine tercüman oluyor. İran'ın Irak'taki faaliyetleri (son zamanlarda, mesela, Şii-Şii ittifakına dayandığı ve Sünnilerin büyük partilerini dışladığı düşünülen hükümet arayışları) Sünni cenahta böyle bir algı doğurdu. Ayrışmayı kamçılayan, Irak'ın selamete çıkmasını zorlaştıran bir algı.
Suudi Arabistan ve diğer Arap körfez devletleri de İran'a derin bir şüpheyle bakıyor, İran'ın saldırısına uğramaktan yahut topraklarındaki Şiilerin İran tarafından ayaklandırılmasından korkuyorlar. Körfez ülkelerindeki Amerikan askeri üslerinin varlığı ve bu ülkelerin milyarlarca dolarlık silah alımları büyük ölçüde İran korkusuna dayanıyor. İran'ın Yemen'deki ayrılıkçı Şii hareketine verdiği(i varsayılan) destek bu korkuyu iyice büyüttü.
İranlılar "Bu algı, bu korku yersizdir" diyebilirler, ama var işte böyle bir şey. Olmasından rahatsızlık duyuyorlarsa, bütün komşularına itimat telkin etmenin yollarını arayıp bulmaları gerekir. Aralarında çözümü imkânsız sorunların olduğu zannedilen Türkiye ve Suriye 'model ortaklık' kuracak kadar yakınlaşabilmişse, hatta Ankara ile Erbil arasında bile karşılıklı itimat gelişebiliyorsa, İran ile Iraklı Sünniler yahut körfez ülkeleri arasındaki şüphe duvarının yıkılması da mümkün olsa gerek.
Bu gerçekleştiğinde ve 'Yeni İran' imajı bölgesel entegrasyon projeleri ile birleştiğinde, bölge devletleri -yahut mezhep grupları- artık komşularına karşı dış güçlerle iş tutma mecburiyetini hissetmeyecek, emperyalistlerin Ortadoğu'daki manevra alanları alabildiğine daralacak, bölgenin kaynakları da Amerikan silah sanayii yerine bölgesel kalkınma projelerine akacaktır
yenişafak