Nasıl da savaş tutkunu, çatışmaya aç bir toplum olduk. Etrafımız ya savaşanlarla ya da savaş çığırtkanlarıyla dolu. Sokaklarımız, evlerimiz "kim kime vuracak, kim ne planlıyor" konulu tartışmalarla meşgul. Gazetelerimiz, televizyonlarımız çatışmaya odaklı senaryoları ardı ardına sıralıyor. Bizler farkına varmadan sadece çatışmaya, ayrışmaya, kavgaya kilitlendik, başka seçenekleri göremez olduk. Kör olduk...
Öyle MİT meselesinde söz etmiyorum. Ak Parti-Cemaat kavgası tartışmalarından da söz etmiyorum. İçeride kim kimi tasfiye etmeye çalışıyor, kim kendi derin devletini kurma hesapları yapıyor spekülasyonlarından da söz etmiyorum. Ortalıkta gezinen "istihbarat" uzmanı kılıklı kafası karışık insanların yol açtığı zihin bulanıklıklarından, kişisel ve dar iktidar hesaplarıyla orayı burayı taşlayanlardan da söz etmiyorum.
Yakın çevremize bakıyorum; Suriye'ye, İran'a, Lübnan'a, Irak'a, Pakistan'a, Kafkaslar'a... Daha uzak halkaya bakıyorum; ABD'nin bölge hesaplarına, Rusya'nın imparatorluk çıkışlarına, çöküşü engellemeye çalışan Avrupa Birliği ülkelerinin hırçınlıklarına...
Her yerde çatışmaya odaklı sözler, çatışmaya odaklı girişimler var. Dünya, İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmakla meşgulken, o korkuyu yeniden yaşamamak için inşa ettiği her şeyi terkediyor. Sanki o büyük savaş sonrası ilk kez bu kadar yaygın bir çatışma dönemine sürükleniyoruz. Diplomaside, ekonomide, güvenlikte, neye bakarsanız bakın, hepsinde çatışmaya sürüklenişin izlerine, işaretlerini görüyoruz.
Bir yandan ekonomik çöküntü hırçınlıkları artırırken diğer yanda kaynaklara yönelik aç gözlülük öne çıkıyor. Atlantik kıyıları faşizm dalgalarıyla dövülürken merkezinde bulunduğumuz coğrafya; kapı komşularının birbirini boğazlayacağı olağanüstü hallere sürükleniyor.
Güneyimizde bir ülke; Suriye kanlı bir iç savaya sürüklendi. Değişmesi gerektiğine, adaletsiz ve zalim olduğuna inanılan bir rejimin devrilmesi istenirken, rejimden de öte kimlik eksenli acımasız bir düşmanlık beslendi. Artık Suriye'de Nusayri'nin Sünni'ye, Dürzi'nin Hristiyan'a hiçbir tahammülü yok. Rejim gitse de, bu çevreler birbiriyle hesaplaşmaya devam edecek.
Sadece silaha, güce dayalı istikrar ve düzen bizim için barış değildir, olmayacak da. Silahı güçlü olanın hakim olacağı bir düzen, devrilen rejimlerden çok da farklı olmayabilecektir. Mazlumun zalimleşmesinin örneklerini gördük Irak'ta. Yüzyıllardır aynı sokakta, mahallede yaşayanların birbirini nasıl kıydığını gördük. Bizim mahallenin her sokağında bunları mı yaşayacağız artık? Amacımız bu değildi.
Türkiye sokaklarına bakıyorum. Özellikle belli çevreler; "Suriye'yi vuralım, İran'ı vuralım" sloganlarıyla hareket ediyor. "İnşa edelim, düzeltelim değil, vuralım" dediğimiz anda yakıp yıkmaktan başka hiçbir becerimiz kalmayacak demektir.
Suriye ve İran, sadece bizim önceliklerimize göre hizaya çekiliyor değil. Sokakta bu sloganları atarken, kimler adına söz söylediğimize de biraz dönüp bakmakta fayda var. İsrail Gezze'de kıyım yaparken hepimiz Gazze'liydik. Ama hiç birimiz 1917'de yaşananları; Gazze savaşlarını, Osmanlı-İngiliz muharebelerini, o savaşlarda neyin mücadelesinin verildiğini düşünmedik, hatırlamadık. Günübirlik algılar ve düşüncelerle hareket ediyorsak, kendi düşüncelerimiz olmadığındandır. Kendi sözümüz, kendi gelecek perspektifimiz olmadığındandır. İşte o zaman başkaları için savaşıp başkaları için öleceğiz demektir.
Bu coğrafyanın en büyük sorunu bu oldu. Afganistan'dan Irak'a kadar, onlarca yıldır bedelini ödediğimiz savaşların, yaşadığımız trajedilerin büyük çoğunluğu başkaları adına yapıldı. Bu toprakların insanı hep başkaları için ölü, onlar için bedel ödedi, onlar adına silah tuttu. Bizler, çoğu zaman o başkalarının doğru ve yanlışlarına göre saf belirledik.
Hiçbir ayıbı örtüyor değilim. Utanç verici zaaflarımızı, çaresizliklerimizi küçümsüyor değilim. Ama biz İran'la neden savaşalım, savaşacaksan bu kimin savaşı olacak? Düşünmüyor muyuz?
Haftalardır belli çevreler İran'a karşı müthiş bir psikolojik operasyon yürütüyor. Alakasız, asılsız haberleri bile servis ediyor. İşte bu başkalarının hesabı. İran'ı biz değerlendirelim, karşı çıkacağımız ne varsa öyle karşı çıkalım. Ama kimse bize başkalarının savaşını yutturmaya kalkışmasın.
Suriye'de iç savaşın sonu ne olacak? Bunca ölümüm nerede duracak? O korkunç görüntüler ne zaman ve nasıl bitirilebilecek. Gelin bunlar için kafa yoralım. Ama Suriye'de bunlar olurken bu ülkeye, topluma, bizlere birileri başka bir savaş ihale etmesin. Kimse o "birileri adına" zihinsel operasyonlara girişmesin. Medya üzerinden seferberlik ilan etmesin. Biz buna inanmayız.. Bu Türkiye'nin savaşı olmayacaktır.
Peki sadece biz mi yanlış yapıyoruz?
İran, ardı ardına güç gösterisi yapıyor. ABD'nin "önleyici saldırı" doktrinini benimseyip "ilk vuran biz oluruz" diyor. Rusya; Soğuk Savaş dilini kullanıyor. "Vururuz" tehditleri savuruyor.
ABD, Fransa, İngiltere, İsrail İran'ı ne zaman vuracaklarını tartışıyor, dünya kamuoyunu buna hazırlıyor. İşte içerideki "operasyon" bu hazırlığın unsuru.
Doğu ile Batı, Türkiye-İran sınırında çatışıyor aslında. Küresel güç mücadelesinin asıl mevzisi Türkiye-İran sınırı. Bu, bizim sınırımız. Ama buradan yeryüzünü iki parçaya ayırmak bizim hesabımız değil.
Öyleyse aklımızı başımıza almamız lazım...
yenişafak