Hayvanlara bakışımız dini mi, ideolojik mi, politik mi, felsefi mi, ahlaki mi, vicdani mi, geleneksel mi, fayda/çıkar temelli mi, insani m?!
Her hayvana eşit mi davranırsınız mesela. Domuz, fare, akrep, yılan deyince ne gelir aklınıza?
Mesela evinizi istila eden karıncalar hakkında ne düşünürsünüz, ya da örümceklerin yuvasını bozmaz mısınız mesela.
Bit, pire, tahta kurusu desem, hani şu haşerattan söz edecek olsam.. Hamam böcekleriyle mesela başınız derde girdi mi hiç! “Hamamböcekleri ile nasıl savaşılır” başlıklı “haşeratla mücadele” sitelerindeki haberler kimseyi rahatsız etmez.
Zaten bu haşerattan “ilaçlar kurtulursunuz”. “İlaçlamak” değil kastedilen, “zehirleyerek öldürmek”. Bunun için evsel ve tarımsal “zararlılar”ın imhası için zehir üreten dev firmalar var.
Bunun için yönetmelikler yapılıyor. Ziraat fakültelerinde bunların dersleri okutuluyor. Bu maksatla kurulmuş ilaçlama firmaları var.
Mesela Nature Sustainability’de yayınlanan bir araştırmaya göre, popüler pestisitler ABD’de kuş türlerinin endişe verici bir oranda azalmasına neden olmaktadır.
İnsektisit: Böcek, haşerelere karşı kullanılan zehirlerdir. Fungusit Mantar’a karşı kullanılan ürünlerdir. Herbisit: Yabancı otlara karşı kullanılan zehirlerdir..
Aslında bitkiye kullandığınız ilaç adı verilen zehir, oradan havaya, suya toprağa da karışıyor, bundan o bitkiyi yiyen hayvan da insan da gıda zinciri içinde yer alan herkes zarar görüyor.
Birçok kişi işin bu kısmına bakmadan vegan, vejetaryen bir beslenme tercihi ile hayvansal gıda ve ürünlerden uzaklaşıyor. Ama tabi işin öteki boyutu kimsenin çok da umurunda değil.
Eğer tek sorun vicdansa, o geni ile oynanmış süs köpeklerinin o şekilde yaratılış gayesinin dışında kullanılması çok da ahlaki bir davranış olmasa gerek. Beslediğimizi sandığımız hayvanları bir şekilde hapsediyoruz mesela. Aslında o kümes hayvanlarının hali de ayrı bir vicdansızlık. Büyük gıda zincirlerinin geni ile oynanmış, hormonla şişirilmiş, hareket etmesine bile imkân verilmeyen kümes hayvanları kimsenin umurunda değil.
İnsanlara merhamet etmeyenler, hayvanlara mı merhamet edecek! Ama işte “dostlar alışverişte görsün” kabilinden işler bunlar.
Mesela daha önce toprakta bir sürü solucan vardı, hepsini öldürdük, şimdi solucan çiftlikleri kurup, onları satıyoruz. Toprağı çapalarken bir sürü solucan ölürdü. Solucanlar ölmesin diye toprağı çapalamamak mı gerek?
İlaç yaşatıyor mu bağımlılık mı yapıyor, ya da yavaş yavaş öldürme aracı mı? Şu pandemi sürecinde bunu daha net görmüş olmamız beklenirdi, ama nerdee..
Aslında gıda diye tükettiğimiz şeyler, onların işlenmesi, onların tüketilmesi hiçbiri sağlıklı değil. Bu süreçte hava, su, toprak, insan kirletiliyor. Bu süreçten sadece insanlar değil, hayvanlar, bitkiler, herkes, her şey zarar görüyor. Sonunda ekonomik olarak bir yandan sömürülüyoruz, öte yandan sağlığımızı kaybediyoruz..
Herkesin evinde kullanılmayan bir yığın ilaç, bir yığın kozmetik ürün var. Kullandıklarınız da zararlı zaten. Evlerimiz kimya deposu gibi. Sabunlar, şampuanlar, deterjanlar, hem de çeşit çeşit, yumuşatıcısı ayrı, parlatıcısı ayrı.. Dezenfektanlar ayrı bir grup.. Hepsi, üretiminden tüketimine insana ve çevreye zarar veriyor, ama kimse bu konuya girmiyor.
Cola insan sağlığına son derece zararlı bir madde, ama kimse bunu konuşmaz. İnsanları Cola’ya alıştırmak için Noel Baba’yı kullandılar. İnsanları sigaraya alıştırmak için de doktorları kullandılar. Pandemi sürecinde doktorları nasıl kullandıklarını gördük.
Bilimi de kullandılar, siyaseti de, dini müesseseleri de, akademi, medya, STK hepsini tepe tepe ve hoyratça kullandılar ve kullanmaya da devam ediyorlar. İnsanlar da bu yalanlara inanıyorlar. Ölüm korkusunu kullanarak bu işi sanki tek kurtuluş yolu gibi gösterdiler. Kurallar adeta kutsandı. Adamlar göz göre göre ölümü şifa diye sundular, test edilmemiş bir ürünü adeta mecbur yaptılar, bir de sorumluluk bana ait diye ONAM imzalattılar. İnsanlar da imzaladı.
Bu iş tarihin en büyük dolandırıcılığıdır. Sülün Osman bile bunu başaramazdı. Herkesi konu mankeni yaptılar. “Tanrıyı tedavülden kaldıracağız” dediler, kimsenin gıkı çıkmadı ya hu! Uzayı daha doğrusu dünyayı yukarıdan işgal ettiler, kimse ne oluyor demedi. Artık yeryüzünden istediği noktayı görebilir, dinleyebilir, RF ve lazerlerle vurabilir. Uzaydan dünya işgal edildi. Başka dünyadan kimse gelmedi, işgalciler dünyadan yönettiler işgali. Hem de göz göre göre, davul çala çala yaptılar bunu.. Biz de uzayın işgalcilerine yeryüzünde daha kolay işlerini görsünler diye, otonom robotik sistemler, insansız araçları yollarını daha kolay bulsunlar, bizi daha yakından izlesinler diye 5G altyapılarını kuruyoruz, akıllı şehirler, akıllı evler, akıllı santraller ve işletmeler, trafolar inşa ediyoruz. Bu altyapı tamamlandıktan sonra sensörler ve kameralarla her yer izlenebilecek ve söz dinlemezseniz, resetleneceksiniz. Zaten projenin adı Global Reset değil mi? Sonuçta bir tıklık canınız var!
Bunların demokrasileri, insan hakları dedikleri şey, hukuk devleti ya da çevrecilikleri hepsi bir illüzyondu. Oltaya taktıkları yemlerden ibaretti. Ve artık bu maskelere de ihtiyaçları kalmadı. “Yeni normal” dönemde eski normal dönemin fantezilerine gerek yok. Öyle kamuoyu, parlamenter demokrasi, katılımcı, çoğulcu bir yapı filan diye bir şey yok. İnsan artık bir nesne! Sistem onun zihnine yükleme de yapabiliyor, gerekirse silebiliyor da. Dahası artık size ihtiyaç yoksa resetleniyorsunuz. Zaten onlara göre bu kadar nüfus çok fazla. 500 milyon yeter. 7,5 milyar fazlalık var. Bu fazlalık çöp, ıskarta.
O 500 milyon da BİREY. Din, ahlak, gelenekten ve cinsel kimlikten bağımsız birer Siborg, ya da Klonoid veya X-enebot nesneler olacaksınız. Bunlar dilerlerse, resetlenen bireyleri avatarlar şeklinde MetaVerse’de yaşatacaklar.
Hatta iyi bir performans ve uyum gösterirseniz, yakınlarınızı tekrar klonlayabilirsiniz. Ama artık onlar klonlanmış birer mahlûk. Canları olsa da ruhları yok. Akılları yerine bir bilgisayar o işi görecek.
Z kuşağı, yeni dünya, yeni bir uygarlık, yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat hayali ile astral yolcuklara hazırlananlar, yönlendirilecekleri bir rüya âlemine hazırlananlar kendilerini nasıl bir cehennemin beklediğinin pek farkında değiller sanki.
Bakın o arıların, böceklerin, kelebeklerin ve solucanların başına gelenler bizim de başımıza gelecek.
Önce pandemi ile oyaladılar, şimdi savaş çanları çalıyorlar. Peki, bundan sonra sırada ne var.
Birçok ülkede insanlar meydanlarda. Biz seçim söylentileri ile vakit geçiriyoruz. Aslında batıdan gelen talepler söz konusu olduğundan birçoğunun birbirinden hiç de farkı yok. Hepsi batının taşeronluğu konusunda aynı çizgide buluşuyorlar aslında. Sağı, solu, liberali, milliyetçisi, dincisi fark etmiyor. Bu açıdan baktığınızda farkı fark etmiyorsunuz. Bunların kimliğini, oy birliği ile çıkarttıkları yasalar ve sözleşmelerden anlamalı idik aslında.
Olan oldu. Bari bundan sonra aklımızı başımıza toplasak. Yarın çok geç olabilir.
Selam ve dua ile.