‘Boğulma kendinle arandaki derin nehirde!'

Selâhaddin Çakırgil

Başlıkta tırnak içi verilen ibareye şairini hatırlamadığım bir şiirde rastlamıştım. Çarpıcı bir sözdü.. Tekrar edeyim, ‘Boğulma kendinle arandaki derin nehirde..’

Kişinin ‘kendisiyle arasında olan derin nehir’ nedir ve o derin nehirde boğulmamak için ne yapmak gerekir?

Hiçbir çarenin kalmadığı yerde, insan, en azından kendi kalbine yönelir, kutsal bildiği her ne ise, ona sığınmak ihtiyacı duyar. İnsanoğlu binlerce yıllık tarihi boyunca kendi içindeki nehirde boğulmaktan kurtulmak için çare arayışına girince, normal ötesi, akılla izah edemiyeceği, ama kalbi tatmin eden fevkalâde melceler, sığınaklar bulmuş, ya da icâd etmiştir.

Biz Müslümanlar, Hâlîq-ı Zül-celâl olan Allah’u Teâlâ’nın insanı başıboş bırakmadığına, Enbiyaullah / İlâhî peygamberler eliyle insanlara doğru/eğrigüzel/çirkiniyi/kötüfaydalı/zararlı gibi konulardaki temel ölçüleri bildirdiğine ve ilk ve amma, insanların kendi zulümleriye veya şeytanın iğvâsı/ ayartmasıyla, başka dinler, şeytanî yaşayış tarzları tesis ettiklerine inanırız.

***

Üzerinde asıl durulması gereken husus, insanın çıkmaza saplandığı zaman, kalbini dolduran, tatmin eden bir melce, bir sığınak, liman aramak ihtiyacının fıtrî olduğudur. Ve insan, yaşamak için yemeğe-içmeye, hava teneffüs etmeye ne kadar muhtaç ise, inanmaya da o kadar muhtaçtır. O fıtrî özelliktir ki, en dar zamanda tutunacak bir dal, bir el arayan insana, kendi içinden de uzanır bir el.. Bu, dünyaya geldiklerinde gözleri kapalı olan bazı hayvan yavrularının bile, hemen analarının memesine yönelmesi gibi bir ilâhî-fıtrî plânlamanın sonucudur.

İnsan en dar zamanlarında, kalbindeki, o en kutsal bildiği inanç veya değer ne ise, ona tutunur, ona yönelir. Bu yöneliş, bir duadır, ve dua bir sığınmadır.

Esasen, ‘Din’, rüşd yaşına gelen kişinin hayatı yaşamak için itiqadî veya ideolojik olarak temel ve vazgeçilemez kabul ettiği inanç ve değerler sistemi demektir. ‘Ben dinsizim’ diyen de gerçekte ‘Dinsizlik dini’ne bağlanmış demektir. Ve çaresizlik içinde kalan insan, kutsal olarak her neye inanıyorsa, çareyi onda görür, ondan yardım ister. Bir örnek olarak, dünyayı kuşatan büyük salgının ilk anlarında Çin’den ilk getirilen TC vatandaşlarından bir kızın, o cehennemden kurtulmanın şükran nişânesi olarak, ilk gideceği yerin, laik kutsal bir mekân haline getirilen bir kabir olduğunu söyleyişini hatırlayalım.

Manevî- ruhî hiçbir şeye inanmadığını söyleyen en materyalist kişiler bile akılla çare bulamadıkları anlarında, kendi içlerindeki kutsalları ne ise, ona yönelirler. Onun için, büyük İslâm ârifleri, ‘Filan kişi su üstünde yürüyor, havada uçuyor..’ diye yüceltilen kimseler için, ‘Karabatak da suda yürüyor, karga da havada uçuyor; siz onların kendi kalblerine sefer edip etmediklerinden haber veriniz’ demişlerdir.

***

‘İnançsız ve ateist’ olduğunu iddia eden insanların bile, hele de akıllarının çare sunamadığı en dar zamanlarında tutunacak bir dal aradıkları hep görülmüştür. Çünkü, insanın bir ‘ilâh’ı / ‘tanrı’sı vardır; ‘hiçbir şeye inanmıyorum’ diyen de gerçekte kendi nefsini ‘ilâh’ kabul etmiş, putlaştırmış demektir..

***

Bosna’lı bir doktor komşum vardı; 2. Dünya Savaşı’nda Yugoslavya’da hastahaneye ağır yaralı olarak getirilen nice ünlü ateist-komunist büyük komutanların bile, o çaresiz anlarında, ‘Ey tanrı, eğer var isen, bana bir şans daha tanı..’ diye yalvardıklarına defalarca şahid olduğunu anlatırdı.

***

Ey insan! Senin kendinle aranda olan bu derin hayat nehrinde boğulmamak, akıntıya kapılıp sürüklenmemek için, tutunacağın sağlam dalın nedir; düşün bunu, bugün zamanın varken.. Yarın çok geç olabilir.