50"li, 60"lı ve 70"li yıllarda Mısır bölgesel aktördü. Abdunnasır"ın elçileri, Arap Doğu ülkeleri başkentlerinde büyük rollere soyunmuşlar, Şam, Beyrut ve Bağdat"taki siyasi iktidarların kulislerine kadar girmişlerdi.
Mısır"dan sonra Nasırcılığın boşluğunu Hafız Esad ve Saddam Hüseyin doldurmaya çalıştı ancak nafile. Her ikisi de kendi rollerini sınırlayacak çekişmelere boğuldu ve şu an yaşadığımız bu trajedik şartlarla son buldular.
Bugün bölgesel boşluğu doldurmak için Arap olmayan ülkeler - İran, Türkiye ve İsrail - arasında bir çekişme yaşıyoruz ve bölge halihazırda bu çarpışmalar ve çekişmeler içinde zaten. İran aktörü, güçlü noktalar kadar zayıf noktalara da sahip. Güçlü noktalardan başlayalım:
İran bölgenin sorunları ve ilgi konularına kendini adadı. Şu an duygusal bir aktör olarak Arapların ve İslam"ın İsrail"le olan çekişmedeki sorunlarına katıldı.
İran ulusal hareketlere para ve silah desteğinde bulundu ve şimdi Hizbullah"ın, keza Hamas hareketinin büyük müttefiki konumunda.
İran demografik yapıya ve Arap Şiilere güveniyor. İran şu an Irak"tan Suriye"ye uzanan -tabi özellikle de Körfez ülkeleri ve Bahreyn"i unutamayız- kendisine etkide bulunma olanağı sağlayan bir konumda.
İran"ın zayıf noktaları ise şunlar:
İran"ın, kendisinin Arap-İsrail çekişmesinin kalbine girişinden hoşlanmayan bazı Arap ülkeleriyle savaşını ve politikalarını, mezhep temeli üzerinden yapıyor oluşu. Bu kimseler veya ülkeler, böylelikle farklı iki İslam arasında bir ayırıma gitmekteler ve İran"a rahatsızlık çıkarma gücüne sahipler.
İran, İsrail"le çekişmenin özüne girse de bu ülkeyle direk sınırlara sahip değil. Bu yüzden müttefikleri Hizbullah veya Suriye"yi desteklemekte. Ayrıca İran şu an nükleer gelişimi ve sanayisi ABD-İsrail tehdidi altında olduğu için zor durumda. Bizler öncelikle müttefiklerinin zayıflatılması ve ardından askeri operasyonla rolünün saf dışı edilmesinden endişeliyiz.
Arap harfleri ve fesiyle İslam hilafet devleti olarak bizleri terk eden Türkiye ise Latin ve Avrupa harfleriyle ulusalcı bir devlet olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye"nin bölgeye dönüşü Avrupa"nın Türkiye"nin AB üyeliğine yönelik temkinli yaklaşımı sebebiyle gerçekleşiyor.
Keza Türk tarafının özellikle de Türk işadamlarının bedeli ağır olacağı için AB üyeliğine istekli olmaması da söz konusu. Türkiye de kendisini bu dönüşe ehil kılacak güç noktalarına sahip. Bunlar;
Su kaynakları. Bizler bölgenin bu kaynağa ihtiyaç boyutunun farkındayız. Özellikle de bölge susuzluk derecesinde büyük bir su azalmasıyla karşı karşıya. Türkiye bu anahtara sahip ve umarız ki özellikle de Arap kardeşleriyle bu anahtarı bir pazarlık silahı olarak kullanmaz.
Türkiye NATO tarafından verilen hafife alınmayacak askeri bir güce sahip. Bu güç kendisine teknik ve etkin şekilde hızlı konuşlanma imkanı vermekte.
Türkiye bölgede demografik bir yapıya sahip. Irak"ta hatta Suriye"de Türkmenler ve Türkler var ancak Türkiye bu nüfuzunu şu ana kadar silah veya etki unsuru olarak kullanmadı.
Türkiye"nin zayıf noktaları ise şunlar:
Türkiye kültürel olarak bölgeden ayrıldı, laikliği tercih etti, bölgeyle ilişkiye geçme yöntemini değiştirdi ve kendisini bölge dışındaki ülkelerle yapılan anlaşmalara bağladı. Bu yüzden bölgenin ruhu, bedeni ve tarihine kültürel dönüş yapma ihtiyacı duymakta.
Türkiye"nin İsrail"le bağlantıları var ve bu bağlantılar sadece diplomatik değil, askeri alanla da ilişkili. Bu bağlantılar Türkiye ile bazı komşu ülkeler arasında bir çatışma unsuru oluşturacak ve bizler ayrıntılara girip özü unutmaktan korkuyoruz. Yani Türkiye ile bu bağlantılar sebebiyle çekişmelere girmekten ve işgal Arap toprakları sorununu, Filistin halkının sıkıntısını ve İsrail"in saldırgan politikalarını unutmaktan endişeliyiz.
Türkiye"nin bölgenin dini ve etnik azınlıklarla sorunları var. Kürtler, Ermeniler ve Sünni olmayan dini mezhepler gibi. Türkiye"nin bölgeye dönüşünün Türkiye ile bölge halkları arasında nihai uzlaşı kapıları kanalıyla olmasını temenni ediyoruz.
İsrail"e gelince; bu ülke yabancı bir cisim olarak bölgeye girdi ve yine yabancı bir cisim olarak çıkacaktır. Çünkü bütün bağlantıları, anlaşmaları ve koalisyonları bölgenin dışındadır.
Bazı Arap ülkeleriyle Arap halklarının kalbine ve ruhuna girmeyen barış anlaşmaları imzaladı ancak hala baskı, sopa ve korkutma politikaları gütmekte. Bu politikaları sürdürdüğü müddetçe bölgenin bir parçası ve bedeni olamaz. Ölüm kalım politikası içinde ve yenilmez bir ordu söylemiyle yaşıyor ancak nereye kadar?
Her halükarda bölgenin geleceğinin barışçıl şekilde belirlenmesi ve bu değişikliğin ABD ve İsrail çıkarlarına yarayacak yollarla bazılarının aleyhinde olmaması daha iyidir. Bizler Türkiye"den İran"la bölgenin liderliği için çatışmasını istemiyoruz.
Çünkü böyle bir durum İsrail"e yarar ve İran"ın da başka ülkelerle Arapların ve Müslümanların çıkarına olmayacak çekişmelere girmesini istemeyiz.
Bizler Türk dönüşünün bize karşı değil bizimle birlikte olmasını, bir postacı veya mesaj taşıyıcısı değil, Arapların ve Müslümanların işgal altındaki topraklarını tekrar almaları yönündeki haklarının yanında olmasını istiyoruz.
Türkiye"nin İran"a karşı değil, İran"la birlikte bir rolü olmalı. Bölge barışa ve bütün tarafların işbirliğine muhtaç. Bu barış, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla birlikte gerçekleşir ancak. Acaba Türkiye bu misyonu yerine getirmekte başarılı olacak mı?
*Paris"teki Suriye Politikaları Araştırma Merkezi Direktörü / Londra"da yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi, 20 Eylül 2006
Arapça"dan çeviri: Halil Çelik
NTVMSNBC