PKK da silahlı mücadeleyle elindeki bütün güçleri ölüme göndermekten başka bir somut sonuç elde edemiyeceğini anlayınca..
Hakezâ, düzenli orduların çete/ gerilla savaşı veren küçük gruplar karşısında hemen daima çaresiz kaldığının idrakiyle, güvenlik güçlerinin de taktik değiştirip, gerilla timleri benzeri mukabil oluşumlarla karşılık vermeye başlamasıyla, mücadelenin daha bir derinleceğinin korkusu da devreye eklenince..
Ve de PKK başkanı da İmralı"da, 10 yıl boyunca generallerin elindeyken, onların hesabına göre ve AK Parti"yi vurmak için yönlendirilmeye çalışılırken; İmralı askerin elinden alınıp, -Derin Devlet güçlerinin etkisinden büyük çapta çekilipHükûmet emrine alınmış olan- MİT"in eline geçtikten sonra; Öcalan da, Türkiye"deki eski "Derin Devlet" güçlerinin büyük çapta etkisiz hale getirildiği veya kontrol altına alındığını anlayınca.. Çözüm süreci MİT"in kontrolünde güçlü şekilde başladı. O kadar ki, Öcalan"ın Newrûz açıklamasını bile, onun elinden alıp BDP"ye veren el bile, MİT idi.
Böyle bir durumda, Öcalan"ın mesajının PKK kadrolarında nasıl karşılanacağı merak konusu idi.. Nitekim, sanki bir çatlak oluşuyor gibi.. Çünkü, CHP Tunceli / Dersim m.vekili (dikkat çekici beyan ve tavırlarıyla ünlü) Hüseyin Aygün, Newruz mesajında Öcalan"ın alevîlerden hiç söz etmemesini eleştirmişti ki, şimdi PKK"nın özellikle de Dersim"lilerden oluşan kollarının rahatsızlığı net olarak dillendirilmeye başlandı.
Çözüm sürecinin başarısız olmasının neler getireceğini tahmin etmek zor.. Ama, şu rahatlıkla belirtilebilir ki, 30 yıl sonra, ilk olarak, son 4 ay boyunca, tek bir asker, polis, vs. güvenlik gücü veya devlete karşı silahlı mücadele veren PKK"lı vatandaşlardan hiç kimse, canı silahlı mücadelede kaybetmemiş iken; bu sürecin kesintiye uğraması halinde genç insanların cenazeleri yeniden gelmeye başlıyacaktır. Çünkü iki taraf da, elleri tetikte beklemektedir.
Öte yandan, PKK"nın karargâhı olan Irak"da, Amerikan işgali ve kontrolü altında bulunan Kandil Dağı"ndaki dağ ekibi de rahatsızlık emâreleri vermeye başlamış bulunmaktadır.
Nitekim, Başbakan Tayyîb Erdoğan"ın 29 Mart akşamı CNN Türk"te yaptığı açıklamada, "resmî mercilerin verdiği bilgilere göre, Türkiye içindeki PKK"lı silahlı eleman sayısının 1500-2000 civarında olduğunu ve bunların, silahlarını bırakıp ükeden çıkmaları halinde, kendilerinin çıkışına asla bir müdahalede bulunulmayacağını" belirttikten sonra..
PKK"nın siyasî kolu olan KCK yetkililerince 30 Mart günü yapılan açıklamada, "PKK'lıların Türkiye'den çekilmesi için yasal zemin oluşturulması gerektiğini, somut adım atılmasının sürecin kalıcı ve sağlıklı gelişebilmesi açısından zorunlu olduğunu" duyuruyor ve Erdoğan"ın, "bütün bu süreci tek taraflı yürütüyormuş gibi bir görüntü vermesinden rahatsız olunduğu" dile getirilip şöyle deniliyordu: "Başbakan Erdoğan'ın bir televizyon kanalında yayınlanan bir programda güçlerimizin silahlarını bırakarak sınır dışına çekilecekleri yönündeki açıklamaları inanıyoruz ki, ilgili tüm taraflarca dikkatle izlenmiştir. Her şeyden önce Erdoğan'ın kullandığı dil ve üslup sanki her şey tek taraflı ve kendi inisiyatifinde gelişebilecekmiş gibi yanlış ve olumsuz bir algı yaratmaktadır. (")Erdoğan'ın iddia ettiği tarzda bir geri çekilme durumu hareketimizin gündeminde değildir. Devlet tarafından gerekli adımların atılması, bu temelde yasal ve olumlu bir zeminin yaratılması sonucunda güçlerimizin geri çekilme durumunun gündeme gelmesi mümkün olacaktır. Bunun için gerilla güçlerimizin ikna olabileceği somut bazı pratik adımların atılması sürecin kalıcı ve sağlıklı gelişebilmesi açısından zorunludur."
Evet, bu satırlar, PKK cenahında nasıl bir tedirginlik olduğunu gösteriyor.
Aynı şekilde, hele de MHP çevrelerinin de, Türk Devleti"nin varlığının ve bütünlüğünün korunması için, "günü geldiğinde, silahlı mücadeleye de başvurulacağı" tehdidini ortaya koyan sözlerin Devlet Bahçeli tarafından açıkça dile getirilmesi de bir ayrı konu..
*
Ancak, bütün bu gelişmelere rağmen, Tayyib Erdoğan"ın aldığı riskleri ve onun karar verdiği bir konuda kolayca görüş değiştirmeyeceği şeklindeki uslûbunu bilen çevreler, PKK'nın dağdaki silahlı kadrolarının Mayıs"ta Kuzey Irak'a doğru yola çıkmaktan başka bir çaresinin kalmadığını ileri sürmekteler.
Öcalan'ın çekilme talimatına, örgütün dağ kadrosunun büyük bölümünün uyacağı, bu grupların Van üzerinden Başkale'ye, oradan da Şemdinli ve Çukurca üzerinden Irak Kürdistanı"ndaki Hakurk ve Zap bölgesine geçiş yapacağı ileri sürülüyor. Ama, bu arada "Dersim eyaleti" olarak isimlendirilen Tunceli- Sivas bölgesinde ve militan- marksist TİKKO gibi örgütlerle de irtibatının olduğu söylenen 250-300 civarındaki silahlı kadroların çekilmeye direnebileceği ihtimali güçlü olarak dille getiriliyor. Bu da, içlerindeki "alevî" yapılanmasının gücünün kırılmasını isteyen öteki PKK unsurlarının baskılarının neticesi olarak gösteriliyor ve bu konunun sancılı olacağı belirtiliyor.
* "Boşuna mı öldüler?"
Bu noktada, ülkenin PKK etkisi dışında kalan kesiminde bazılarınca yaygınlaştırılmak istenen tartışmanın temel konusu ise, ilginç..
Bu mücadele durdurulacaksa, bu zamana kadar verilen bunca mücadeleler ve kurban edilen binlerce insan boşuna mı gitti?
Her silahlı çatışma sonrasında bir anlaşmaya varılıp, silahlar susunca, o çatışmalara kurban verenlerden bu gibi feryadlar duyulur.
Kimisi, boşuna ölündüğünden söz eder; kimileri, keşke olmasaydı derler. Kimileri de "keşke çatışma hiç olmasaydı veya çatışmanın önü daha önceden alınabilseydi.." diye hayıflanırlar. Herkesin kendi duygu ve düşünce eksenine göre söyleyeceği bir takım sözleri olabilir.
Savaşan tarafların hâlet-i rûhiyesi daima, karşı tarafı yok etmek üzerine kuruludur. Esasen, öldürmeyi ve öldürülmeyi taa baştan göze almayan mücadelelerde, savaşan taraflar, daha işin başında, savaşı durdurmak için ne gibi tâvizleri vereceklerinin de hesabını yapmışlar demektir. O zaman da, karşı tarafı yok etmek veya kendisinin yokedilmesini göze almak pahasına bir mücadeleden sözetmek buharlaşır.
Ama, bütün savaşlar, sonunda bir zafer veya bir şekilde barışa ulaşmak hedefini de içinde taşır. Yoksa, savaşan tarafların, geçmişte verdikleri kurbanlarının intikam hesabını yapıp, savaşa devam etmesi, sonunda, "yangını en iyi söndürecek olan, yangının kendisidir; artık yanacak bir şey kalmayınca, ateş söner, geride kül kalır.." mânâsını içeren bir çılgınlığa dayanır.
*
Tabiatiyle, bu konunun, bir kanunî vazifelerin yerine getirilmesi açısından, bir de aqîdevî açıdan farklı cevabı vardır.
Yüzbinleri yutan 8 yıllık (1980-1988) İran-Irak Savaşı, BM. Güvenlik Konseyi"nin "ateş-kes" kararının kabul edildiği açıklandığında, nice ailelerin, "çocuklarımız boşa mı öldü?" diye feryad ettikleri, üzüntü şoku içindeki nicelerinin kalb krizi geçirdiği anlaşılmıştı.
Bunun üzerine (rahmetli) İmam Khomeynî yaptığı bir konuşma ile (özet olarak), "Eğer hedef ise, toprak elde etmek, dünyevî zaferler ve şan-şöhret kazanmak idiyse.. Evet, boşa öldüler.. Ama, hedef İslam"ın korunması ve
yüceltilmesi ve Allah rızasını kazanmak idiyse, zerre kadar bir çaba bile zâyi olmamıştır." diyordu.
Mes"eleye bu açıdan ve bu kadar net bakılıp, aqıdevî bir temele oturtulunca, insanın kendi içinde o gibi konuların izahını yapması ve savunması kolaylaşır. Ancak, bunun için de, savunulan sistemin de elbette o itiqadî temelle bir sahih bağının olması gerekir. Nitekim, o zaman, Baasçı-laik temeller üzerine kurulu bir Irak rejimi ile onun başındaki Saddam"ın başlattığı savaşın beri tarafında, İslamî temeller üzerinde kurulmaya çalışılırken ağır bir saldırıya uğrayan bir İİC vardı.
T.C."deki durumun ise, çok farklı bir temelde olduğunu ayrıca söylemeye bile gerek yok.. Bir tarafta (bugünkü yönetici kadrolar her ne kadar geçmiştekilerle kıyaslanmıyacak derecede milletin değerleri içinde yetişmiş kimseler olsa bile), kemalist-laik-türkçü temele dayanan T.C. rejimi, karşısında ise, bu laik-türkçü rejime karşı bir tepki olarak ortaya çıkması tabiî sayılması gereken laik-kürdçü bir ideolojiye bağlanmış PKK..
Bu iki ideolojiden birinin diğerine galebe çalmak için giriştiği kanlı boğuşmaya kurban gidenlerin aqıdevî açıdan nasıl izah edileceği konusu, netâmeli olsa bile, sâde bir konudur. Son konuşmalarından birinde, "Bizimkiler şehid, karşı tarafınkiler ise, pisi-pisine gidiyor.." şeklindeki bir ifadeyi kullanan Erdoğan, mes"elenin o kadar kolayca izah edilemiyeceğini bilecek durumdadır. Açıktır ki, İslamî ıstılahatında / terminolojisinde çok önemli bir yeri olan "şehîdlik", ancak, Allah"ın dinini korumak ve yüceltmek yolunda verilen mücadelelerde sözkonusudur ve laik bir rejimin başında her kim olursa olsun, öyle bir niyetle mücadele verildiğinin mantıkî bir izahı olamaz. Ve özü itibarıyle "kemalist-laik T.C. rejimi"yle, "apoist-laik PKK" arasında, ideolojik temel ve dayanaklarının özü itibariyle bir fark yoktur. Bu durumu, her iki tarafda da hayatlarını o ideallere kurban eden ve kendilerinin müslüman olduklarını söyleyen kimselerin olduğunun bulunması değiştirmez.
Bu noktada, "Öcalan metodoloji olarak ağır kemalist", Öcalan Kemalizm'in metodolojisini kullanıyor." diyen siyaset bilimci Dr. Akın Ünver"in 1 Nisan tarihli Milliyet"te yer alan mülâkatında dile getirdiği, 'Türk'ü çıkarıp yerine Kürd'ü koyuyor. Öcalan'ın 21 Mart'ta söylediği şeyler, geçmişte söylediklerinden çok farklı değil. Tek farklılık, İslam vurgusu. Ana metin; kemalizm dediğimiz, 1921-24 Anayasası'nın ruhunu anlatan bir metin.. (") PKK, hepimizin ağzına pelesenk olduğu gibi marksist-leninist bir örgüttür; bu bağlamda dinin kitlelerin afyonu olduğunu düşünür. Milliyetçilik, laiklik ve marksizm, imparatorluktan modern temsili sistemlere geçiş dönemindeki ülkelerin sosyolojisini açıklayan kavramlardır. PKK, kemalizm'in aynadan yansımasıdır. (") PKK, Türkiye'yi kuran ideolojinin tersyüz edilip aynadan kendisine bakmasıdır.. (") Bütün kemalist yapıyı, Altı Ok"u alıp, Türk'ü çıkarıp yerine Kürd'ü koydu. Bu açıdan Öcalan'ın bugün devletin noktasına gelmesini sürpriz olarak karşılamıyorum.." gibi ifadeleri de bu gerçeği yansıtıcı mahiyettedir.
*
"Kavmiyetçiliği önlemek için İslâm değil;
İslâm"ı vurmak için kavmiyetçilik öne çıkarılıyor."
Bu arada şu noktaya da kısaca değinmekte fayda var: Öcalan bile, son Newrûz çağrısında İslam"dan bahsedince.. Bazı çevreler, İslam"ın, kürd kavmiyetçiliğini önlemek için kullanıldığını dile getirmeye başladılar.
Bazıları bu görüşü kabul edebilirler" Çünkü gerçekten de, rakibini bertaraf etmek için bir topyekûn savaş mantığıyla her silahı kullanmayı caiz bilen bir anlayış, bu konuda da devreye sokulabilir.
Ama, gerçeğin bunun tam tersi olduğu daha güçlü olarak söylenebilir. Çünkü, İslam Milleti"ni parçalamak isteyen emperyalist -şeytanî güçler, müslüman toplumlara kavmiyetçilik virusunu bulaştırmışlardır ve arabçılık, türkçülük, farsçılık, kürdçülük, peştunculuk, bengalîlik, berberîlik, vs. cereyanlar devreye sokulmuştur. Anadolu müslümanları arasında da, türk, kürd, arab, arnavud, laz, gürcü, çerkez, abaza, boşnak, vs. çeşitli kavimlerden oluşan müslüman halklar birbirlerineden koparılabilmek için, soy ve dil birliğinden başka hiç bir objektif temeli olmayan kavmiyetçilik anlayışlarını veya belli coğrafyalarda olmayı diğerlerine karşı üstünlük veya düşüklük silahı gibi gören anlayışlarla birbirlerine düşürülmeye çalışıldılar, hâlâ da bu yönde çalışılıyor.
Bu bakımdan, İslam, kürdçülük hareketini kırmak için değil; tersine, İslam"ı ve İslam Milleti"ni kırmak, etkisini gidermek için şeytanî emel ve tuzaklarla kullanılmaya çalışılıyor.
Amma şurası da açıktır ki, görüşlerinden bir kısmına yukarıda değinilen Dr. Ünver"in, 'Bu mes"elenin İslam ekseninde çözülmesi, Türk-Kürd ayrımının olmaması anlamına gelir' görüşü de doğru bir tesbittir.
Tekrar belirtilmeli ki, İslam"a ebedîlik va"dolunmuştur. Onu bertaraf edeceğini sanan nice zâlimlerin ve zulüm düzenlerinin yerinde bugün yeller esiyor ve amma, İslam, bütün emperyalist-şeytanî güçlerin çeşitli entrikalarıyla mücadelesini sürdürerek, hâlâ dünya gündeminde.
haksöz