Recep Tayyip Erdoğan Başbakan’dı, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı’ydı, Ahmed Davutoğlu Dışişleri Bakanı’ydı, mis gibi…
Yöneticilerimiz arasında ufak tefek problemler yaşansa da bunlar çabucak çözülüyor yahut aşılıyor, parlak ufuklara doğru aşk ve şevkle yürüyen AK Parti camiasının, Yeni Türkiye’ci halk kitlelerinin, bizlerin aşkına ve şevkine zerre kadar halel gelmiyordu.
Yöneticilerimiz arasında ufak tefek problemler yaşansa da bunlar çabucak çözülüyor yahut aşılıyor, parlak ufuklara doğru aşk ve şevkle yürüyen AK Parti camiasının, Yeni Türkiye’ci halk kitlelerinin, bizlerin aşkına ve şevkine zerre kadar halel gelmiyordu.
Ne Gezi ne Pensilvanya ne de onların arkasındaki uluslararası sistem ağaları bozabiliyordu yürüyüşümüzü. Bilakis, reisimiz Erdoğan ve partisi üzerinden Türkiye’ye, Türkiye üzerinden de İslam dünyasına vurmaya kalkıştıkları her darbe azmimizi kamçılıyor, iştiyakımızı arttırıyordu. Gelişmeye, kalkınmaya, büyümeye kilitlenmiştik; gelişmemizi, kalkınmamızı ve büyümemizi yeryüzündeki tüm mazlumların ihyasında kullanarak yeni bir dünya kurmaya kilitlenmiştik; en büyük meydan okumalar bile insicamımızı bozmuyor, hiçbir tehdit ve şantaj bu yöndeki irademizi sarsmıyordu.
Aziz Cumhurbaşkanımız, Muhterem Reisimiz, Sevgili Recep Tayyip Erdoğan’ımız, Allah Teala’nın inayetiyle sürur veriyordu kalplerimize, ödeyebileceğimiz dünyevî bedellerin korkunçluğunu görmüyordu gözlerimiz, güle oynaya veriyorduk kavgalarımızı.
Beri tarafta Abdullah Gül, memleket dahilindeki muarızlarımızın da Cumhurbaşkanı olduğunun bilinciyle hareket ederek onlara da adaletle muamele edileceğini garanti eden bir nevi emniyet supabı vazifesi görüyor, herkese ve hepimize itimad telkin ediyordu.
Öte yandan, Ahmet Davutoğlu hocamız ise dahildeki mücadeleye kıymetli katkılarda bulunmakla beraber Türkiye’nin dünya sathındaki asil gayretlerini koordine etme vazifesini layıkıyla yerine getirmekten zinhar geri durmuyor, ülkemizin evrensel yürüyüşünü en ufak bir sekteye bile uğratmıyordu. Evet, o Gezi İsyanı günlerinde, o 17-25 Aralık Darbesi sürecinde, ortalık yangın yeriyken bile aşkından, şevkinden, iştiyakından, cesaretinden, coşkusundan, iyimserliğinden ve de memleket meselelerinin tamamı üzerindeki kontrolünden hiçbir şey kaybetmeyen bir yönetici tabaka, bir hareket, bir Yeni Türkiye vardı.
O Yeni Türkiye’yi geri istiyoruz!
O halet-i ruhiyemizi geri istiyoruz!
PKK lideri Abdullah Öcalan, Türiye Cumhuriyeti’ne karşı 40 yıldır verilen silahlı mücadelenin sona erdiğini ilan ettiğinde o tarihî beyannameyi değil de Cumhurbaşkanı’nın çözüm sürecinde gelinen noktaya eleştiri mahiyetindeki sözlerini manşetlere taşıyarak şükürsüzlük eden eski Türkiye mentaliteli Yeni Türkiye gazeteleri istemiyoruz!
Reisimizin o gazetelere böyle zamanlamalarla öyle manşetler attırarak hükümete muhalefet etmesini, ettirmesini istemiyoruz!
Meselenin “İzleme Heyeti ‘ada’yı meşrulaştırır”dan ibaret olmadığını, Yalçın Akdoğan ile Sırrı Süreyya Önder’in Dolmabahçe’de verdiği resimle filan da başlamadığını, ekonomi yönetiminden Hakan Fidan’ın konumuna yahut Başkanlık Sistemi’nin seçim kampanyasındaki yerine kadar birçok meselenin Reis’i hükümete karşı bilemekte kullanıldığını, Reis’in hükümeti elden çıkmış gibi gördüğünü / kendisine öyle gösterildiğini biliyoruz ve bunun böyle devam etmesini istemiyoruz!
Reis’in ana muhalefet gibi hareket etmesini, hele seçim sürecinde hükümeti ve AK Parti’yi zafiyet içindeymiş gibi göstermesini istemiyoruz!
Merkez Bankası meselesi nasıl tatlıya bağlandıysa diğer meseleler de tatlıya bağlansın. Bağlanamıyorsa, Hakan Fidan’ın MİT’e dönmesi gibi herkes eski yerine dönsün; Abdullah Gül yeniden Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan yeniden Başbakan, Ahmet Davutoğlu yeniden Dışişleri Bakanı olsun! Başkanlık Sistemi gelene kadar eskisi gibi olsun her şey.
Sahi; Reis niye Cumhurbaşkanı oldu ki?
Böyle sıkıntıların yaşanmasını niye göze aldı ki?
Rahatını, rahatımızı niye bozdu ki?
Partinin ve hükümetin başında kalıp her şeyi gönlünce yapıp Başkanlık Sistemi’ni de kendisi getirip ondan sonra çıksaydı ya devletin zirvesine!
Türkiye’nin halk oyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olacağına Yeni Türkiye’nin ilk Devlet Başkanı olsaydı ya!
Madem öyle yapmadı, madem riskleri göze alarak böyle yaptı, öyleyse hükümeti kamuoyu önünde hırpalamasın.
Tam olarak ne istiyor? Seçime ikibuçuk ay kala hükümeti ve dolayısıyla AK Parti’yi alenen tenkit ederek neyi murat ediyor? Perspektifi ne?
Başkanlık Sistemi’ni getirecek Anayasa değişikliğini yapabilmesi için AK Parti’nin bu seçimlerden fevkalade güçlü, her zamankinden daha güçlü çıkması gerekirken, bunun aksine hizmet etmenin mantığı ne?
Seçime ikibuçuk ay kala hükümete “Reis doğru söylüyor, çözüm sürecinde halt ettik, İzleme Heyeti filan iptal, Apo da isterse Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaşı sonlandırma çağrısını geri çeksin” dedirterek tefe koydurmak suretiyle mi ulaşılacak 400 milletvekiline?
Refiklerimiz olan gazetelerin dünkü manşetlerinde ifadesini bulan harekât planında tam olarak hangi netice öngörülüyor?
Düşmanın kurduğu devasa barikatları aşa aşa bugünlere geldik, Rahmân rahmet ve bereket yağdırdı üzerimize, itilip kakılan bir topluluk iken Reis’in dediği gibi önderler olduk, iç ve dış düşmanlarımızı yene yene en parlak ufukların eşiğine geldik, şimdi şükrümüzü eda ederek birbirimize kenetlenmemiz ve birlikten doğan gücümüzle dünyanın altını üstüne getirmemiz gerekirken kendi kendimize barikatlar mı kuracağız?
Fitne fesat ehli aradan çıkarılıp doğru dürüst masaya yatırıldığında “Tatlıya bağladık” denip geçilebilecek olan fikir veya amel ayrılıklarını gazeteciler vasıtasıyla büyütüp büyütüp heba mı edeceğiz enerjimizi?
Nuri Pakdil gibi “Aynı ocaktan ısınıyoruz. İleri!” diyeceğimiz yerde birbirimizi frenleyerek kutlu davamıza yazık mı edeceğiz?
Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Hükümetin, AK Parti’nin, hepimizin morali ve hizmet aşkı 1500 olması gerekirken bu sıkıntı atmosferi neyin nesi?
Geride bıraktığımız o zorlu günlerde, Geziciler veya Gülenciler uluslararası sistem ağalarıyla beraber üzerimize gelirken bir an için bile olsa düşmediğimiz ye’se, dün ve önceki gün kendi reisimizin sözlerini gazete manşetlerinde okurken düşecek gibi olduk, iyi mi?
Düşmedik ama.
Düşmeyeceğiz inşaallah.
Candan sevdiğimiz Reis’e olan itimadımız ve bağlılığımız, onun liderliğinde ve Ahmet Hoca’nın başbakanlığında Yeni Türkiye’yi payidar edip Ümmet-i Muhammed’in ve bütün insanlığın yaralarını sarmada kullanma azmimiz bakidir; sözkonusu ettiğimiz mesele kapatılması mecburi olan bir parantezdir ve kapatılacaktır inşaallah.
Sağduyu galip gelecektir inşaallah.
Saflarımız yeniden sıklaşacaktır inşaallah.
Dikkat buyurun; Reis’in ne söylediğini, hangi eleştirilerde bulunduğunu tartışmıyoruz burada.
Eleştirilerinde haklı mı yoksa haksız mı olduğunu tartışmıyoruz.
Diyoruz ki: Yerden göğe kadar haklı eleştirileri de olsa bu yöntem yanlış, yanlış, yanlış!
Hakan Albayrak
Diyoruz ki: Yerden göğe kadar haklı eleştirileri de olsa bu yöntem yanlış, yanlış, yanlış!
Hakan Albayrak
diriliş postası