Sırp kuşatması altındaki Saraybosna, Kasım 1993. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı binasında randevum var. Bir bürokratla görüşeceğim. İsmini unuttuğum bir beyefendi. Saraybosna’daki gazetecilik faaliyetimle ilgili bir meseleyi konuşacağız. Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbeboviç’in makam odasının bulunduğu koridorda bir odaya alıyorlar beni. Şok! Bürokratın çalışma masasının arkasındaki duvarda Tito’nun resmi asılı. *** Bürokratla görüşüyoruz, konuşuyoruz, meseleyi hallediyoruz. Ama benim aklım fikrim Tito’nun resminde. “Vay canına!” diyorum kendi kendime; “Adam, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı binasındaki odasına utanmadan Tito’nın resmini asıyor! Birkaç metre ötedeki bir odada oturan Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’e meydan okuyor, ‘Vaktiyle sana ve dava arkadaşlarına eziyet eden komünist Yugoslavya devletinin kurucu başkanını sana tercih ediyorum’ diyor adeta.” Tamam, biliyorum, bu dönemde Tito’nun resmini asmak ‘Yugoslavya halklarının birbirine düşmesini hazmedemiyorum’dan başka bir manaya gelmiyor; yine de ağrıma gidiyor işte.. Gencim, heyecanlıyım, ağzımı açıp gözümü yumasım ve bağırıp çağırasım geliyor; fakat adam öyle kibar ve yardımsever ki, yapamıyorum. *** Kalkıyoruz, tokalaşıyoruz, vedalaşıyoruz. Tam odadan çıkacakken kendimi tutamayıp -ama tam da bırakmadan- adama dönüp “Tito’nun resmi…” diyorum; “Aliya görse kızmaz mı?” Adam gülüyor. “Aliya’nın haberi var zaten” diyor; “Odama Tito’nun resmini astığımı hemen yetiştirmişler kendisine, fakat Aliya hiç oralı olmamış. ‘Benim resmimi asmasın da kimin resmini asarsa assın’ deyip geçmiş.” *** Dört ay sonra (25 Mart 1994’te), kurucu lideri olduğu Demokratik Eylem Partisi’nin açış konuşmasının başında şunları söyleyecekti Aliya İzzetbegoviç: “Evvelâ, şu duvarlarda asılı olan resimlerimin benim onayım alınmadan asıldığını belirtmek isterim ve toplantıya verilecek olan ilk arada bunların kaldırılmasını istirham ederim. Tevazu gösterisi gibi algılanmasın; alâkası yok. Basitçe söylemek gerekirse, bu bizim adetimiz değil. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.” Karar gazete