-Bu davalar sonuçlanır mı diye sormaktaydı.
Ben de o zaman;
-Bu davalar şu veya bu şekilde sonuçlanabilir ama sadece bu davaların açılmış olması Türkiye için hayati önem taşıyor. Çünkü bu davalar, sadece açılmış olmakla, kurulu düzen üzerindeki askeri vesayeti yargılanır hale getirmiş olmakta, bu yüzden de bir arınma sürecini başlatmaktadır.
Şimdi benzeri soru, 12 Eylül için gündeme geliyor:
-12 Eylül'ün aktörleri yargılanabilecek mi? Mahkûm edilebilecekler mi? Dava nasıl sonuçlanacak?
Tabii ki davanın nasıl sonuçlanacağını baştan kestirmek mümkün değil. Ayrıca bizatihi davanın açılabilir-açılamaz olması ile ilgili de birçok hukuki mütalaa ortaya konabiliyor.
Ama değil mi ki o mahkeme kuruldu, ihtilalin yaşayan iki -kudretli- ismi için "sanık sandalyesi" belirlendi...
Hükümet, Meclis, ana muhalefet dahil...
Doğuda-batıda, Diyarbakır'da-Mamak'ta işkence görenler dahil...
İşkence görenlerin çocukları dahil...
Binlerce insan müdahil olmak üzere harekete geçti...
Değil mi ki, 12 Eylül'ün insanlık dışı uygulamaları ortaya yeniden dökülmeye başladı...
İşte bütün bunlarla maksat önemli ölçüde hasıl olmuş demektir.
Bundan sonra Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya mahkemeye çıkmasa ne yazar?
Bundan sonra, Ergenekon sanıkları beraat etse ne yazar?
Ruhu mahkûm oldu!
12 Eylül'ün ruhu mahkûm olmuştur.
Yargılanan sanıklardan bağımsız olarak Ergenekoncu çizgi, yani darbecilik, yani askercilik, yani moderni-post moderni ile, sivil çetelerin iştiraki ile, medya ayağındaki darbe uzantıları ile her şey, toplum vicdanında mahkûm olmuştur.
Türkiye'nin Ergenekon davaları ile, inkılap çapında bir değişim geçirdiği çok net görülmüyor mu?
Dün "normalleşme"yi yazdım. Başbakan, Cumhuriyet tarihinde ilk defa Harp Akademileri'nde 800 kurmay veya kurmay adayı subay önünde konuşma yapabilmiş. Sivil irade olarak Türkiye'nin en temel stratejilerini anlatmış.
Bu salonlar, başbakanlara omuz vurulan salonlardı.
Bu salonlar, sivil iradenin müstehzi bir şekilde dudak bükülerek dinlendiği salonlardı.
Düşünün bir, Yüksek Askeri Şûra'da masaya, eşi başörtülü subaylar için ihraç listeleri gelecek, Başbakan, Milli Savunma Bakanı, hatta Cumhurbaşkanı, bu listelere ancak "şerh" koyabilecekti.
Nereden nereye?
2003'teki darbe girişimi için bile dava, sivil irade her şeyi bildiği halde ancak yıllar sonra açılabilen (25 Temmuz 2008'de dava açıldı, 20 Ekim 2008'de ilk duruşma yapıldı) bir ülkeydik biz.
12 Eylül'ün, 28 Şubat'ın, 27 Nisan'ın hesabı neden yıllar sonra sorulabiliyor ki?
Ergenekon davaları, 12 Eylül sorgulamasının yolunu açtı en azından.
Şöyle düşünelim:
-Bundan böyle Türkiye'de bir darbe ihtimali var mıdır?
Belli ki böyle bir niyeti olanlar, on kere daha düşünecek bundan sonra...
Herkes elinde bir kere daha "cısss" sesi duyacak.
Süngüler düşüyor ister istemez.
Herkesin sapır sapır GATA'ya taşınması sebepsiz değil. Sanık sandalyesine çıkıp da "Yaptık işte, bu bizim hakkımızdı" diyen darbeci var mı ya da yola böyle çıkanlar, kaç celse sürdürebiliyor bunu?
Darbelerin sivil uzantıları yerli yerinde duruyor mu, bir bakmak lazım. "Aman soruşturmanın ucu bana dokunmasın" telaşları yürekleri zangırdatıyor mu, görmek lazım.
Evet, Türkiye, bu davalarla, sivil iradenin belirleyiciliği istikametinde bir zihinsel terbiye sürecinden geçiyor. Bu da, Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın eşine tavır konabilen bir ülkede az bir şey değil.
Bunca işkenceden geçmiş insan varken, darbelerin hesabı gene de çok insani vasatta soruluyor. Bu da Türkiye farkı olmalı.
bugün