Bu "gözdağı" verişler, hedefine varır mı?

Selâhaddin Çakırgil

1- İsrail rejimi, Obama'yı öldürtür mü, sahi?

B. Amerika'da yayınlanan bir yahudi gazetesi Atlanta Jewish Times"in sahibi ve yazarı Andrew Adler İsrail'in, Amerikan Başkanı Barack Obama'ya suikasd düzenlemesinin, İran'ın nükleer programını engellemek için etkili bir yol olabileceğini öne sürmüş.. Yazıda, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun, Amerikan Başkanı Barack Obama'ya suikasd için Mossad'a görev vermeyi düşündüğü ifade edilmiş..

Amerikan kamuoyunda tepki toplayan yazı için özür dileyen Adler, Obama'ya bir suikasdi savunduğu iddiasını reddetmiş ve özür dilemiş..

Bu yazı, siyonist İsrail rejiminin görüşlerini yansıtan Haaretz gazetesinde de tekrarlanmış, 21 Ocak günü..

Bir fikir  jimnastiği mahiyetinde olan bu yazıda, Adler'e göre Netanyahu, Obama'nın yerine geçecek ismin İsrail'i İran'a karşı savunacağını düşünüyor. Gelen tepkiler üzerine özür dileyen Adler, İran'ın nükleer silahlarına karşı İsrail için üç seçenek olduğunu savunuyor ve HAMAS, Hizbullah ve de İran'ın nükleer tesislerine saldırı dışındaki bir diğer seçenek olarak da Mossad ajanlarını işaret ediyordu..

Adler, bu seçeneği "İsrail'e dost olmayan başkanı devre dışı bırakarak mevcud başkan yardımcısının yerini almasını sağlamak ve Amerika"yı, Yahudi devletinin düşmanlarını yoketmeye zorlamak" olarak özetliyordu..

Böyle bir ihtimali, sonra özür dilenmiş olsa bile, tamamen yok saymak herhalde mümkün değildir.. Çünkü, Obama her ne kadar, defalarca,  "İsrail, bütün müttefiklerimizden önde gelen  stratejik müttefikimizdir, hiç bir müttefikimiz israil"den daha önde olamaz.." demiş olsa bile; özellikle Netanyahu ile münasebetleri epeyce serindir ve daha iki ay kadar öncelerde, Sarkozy ile yaptıkları bir telefon görüşmesinin metni, ve Sarkozy"nin Netanyahu için, "yalancı" demesi üzerine;  Obama"nın da, "Sen onunla arada bir görüşüyorsun, ben hergün görüşüyor ve tahammül etmek zorunda kalıyorum.."  dediği dünya medyasına sızmıştı..

Buna rağmen, hatırlanacağı üzere, Obama"nın Yardımcısı, Amerikan Yönetimi"nin 2 numaralı ismi, Joe Biden, Amerikan Kongresi"ndeki en hızlı İsrail savunucularından birisi olarak biliniyor, yıllardır..  (Amerika"da başkanlar öldüğünde, öldürüldüğünde,  istifa ettiğinde, ya da vazifesini yapamaz derecede ağır bir hastalık durumu olduğu doktorlar heyeti raporu ile belgelendiğinde, Başkan Yardımcısı, otomatik olarak Başkanlığa gelmekte.. Kennedy"nin Kasım-1963"de öldürülmesinden sonra Johnson"ın; 1974"de de, Nixon"ın istifasından sonra da Ford"un derhal Başkanlık makamına oturuşu örneğinde olduğu gibi..)

Kendilerini diğer bütün insanlardan üstün bilen ve diğer bütün insanların- toplumların kendilerine hizmetçi olarak yaratıldığına inanan siyonist yahudilerin hedeflerine varmak için, her türlü araç ve metodu mubah bilen bir inançla hareket edebildikleri unutulmamalıdır..

Onların bu özelliklerini gözönüne aldığımızda, -Kasım-2012 başında, yani 9 ay sonra yapılacak olan Amerikan Başkanlık seçiminde- Cumhuriyetçi Parti"nin aday adaylarının zayıflık ve tutarsızlıklarının Amerikan medyasında da devamlı vurgulanması dolayısiyle,  Obama"lı yeni bir 4 yıllık dönemin yaşanması kuvvetle muhtemel gözüktüğünden, bu ihtimali bertaraf etmek niyetiyle, böyle bir yola başvurmaları hiç de imkan dışı sayılmamalıdır..  

*

2- Diplomaside meydan okumalar da gerekebilir, ancak...

Sarkozy"nin seçim yatırımı için Fransız Meslisi"nden geçirdiği ve  24 Ocak günü de Senato"dan geçirmek istediği "Ermeni Soykırımı" iddiasını inkar edenlere "hapis ve para cezası verilmesi" yönündeki  tasarının kanunlaşması durumunda, Türkiye"nin nasıl bir tavır takınacağı merak konusu.. Çünkü, Tayyîb Erdoğan çok sert mesajlar veriyor, Fransa"ya..

Bu gibi sert  tavırlar, tepkiler, meydan okumalar kitlelerin de hoşuna gidiyor, elbette.. Ama, bunların bazen, acı semereleri de olur.. Son 300 yıllık tarihimizde, nice meydan okumalar vardır ki, sonu hiç de, o meydan okumaların yapıldığı andaki ruh hâlimize paralel olmamıştır. Bu konuda, sadece "Musul Mes"elesi"  konusunda M. Kemal ve İsmet Paşa"ların önceleri ne kadar kesin kararlılıklar sergiledikleri halde; sonra, 1926 yılında, İngiltere ile bir savaş noktasına gelindiğini görünce geri adım atmalarını ve sadece Musul şehrinden değil, -taa Süleymaniye ve Revanduz"dan Kerkük, Zakho, Dohuk, İmadiye ve Musul"a kadar uzanan 90 bin km.lik- bütün bir Musul Eyaleti"nden sadece 500 bin sterlin para alınarak, nasıl vazgeçildiğini hatırlamak yeter.. Çünkü, görülmüştü ki, İngiltere"yle girileşecek bir savaş da sadece İngiltere"yle sınırlı kalmıyacaktır..

Şimdi, Fransa"nın durumu da, İngiltere"nin durumundan farklı değildir ve bütün emperyalist dünyanın da onun yanında yer alacağı açıktır..

Unutulmasın ki, 1972"lerde de, Marsilya"da bir ermeni anıtı dikildiğinde, durumu protesto etmek için Fransa"yı terkeden Türkiye Büyükelçisi Hasan Esad Işık, birkaç ay sonra geri döndürülmek zorunda kalınmıştı.. Bu gibi keskin tavır ve  beyanlarda bulunanlar, sonra sözlerinin altında kalabilirler..

Şimdi, Tayyîb Erdoğan"ın da, Sarkozy"ye çok sert mesajlar verirken, bu sözlerin altında kalmak durumunda kalabileceğini de hesab etmesi gerekir.. Çünkü, Fransa yalnızca Fransa değildir.. ve hattâ, bizzat Türkiye içinde de, laik kesimler, kendi kendilerini aydın diye ilan eden, müslüman halkımızın aslî değerlerinden kopuk veya bu değerlere iğreti bakan karanlık kesimler böyle bir zıdlaşmada saflarını, kafalarının, ideolojilerinin vatanı yanında tutacaklardır.. Ve bu gibi çevrelerin ülkenin mevcud statüsündeki etkileri hâlâ da kırılmış değildir..    

*

Sarkozy"nin 20 Ocak günlü medyaya yansıyan son mektubunda, gönül alıcı gibi gözüken sıvazlayıcı bazı cümlelerden sonra, tehdidler savurduğu da görülüyordu, (özetle):

"Sayın Başbakan, (...) Öncelikle belirtmek isterim ki, yasanın amacı (...)  kabul edilen tüm soykırımlara dönük, genel kapsamlı bir tasarıdır.

Tasarı metninde ne bir halk, ne de bir devlet hedef alınmaktadır. Çünkü, Türk halkının Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu"nun çöküşü sırasında yaşadığı acıyı da çok iyi anlamaktadır.
Biliyorum ki, tarihle yüzleşmek kolay değildir. Ama Fransa, itirafı güç olan bu görevini yaptı.

Köle ticaretindeki sorumluluğunu kabul etti.

Alman işgali sırasında, Fransa"da yaşayan yahudilerin toplanarak kamplara gönderilmesindeki rolünü tanıdı.

Ben şahsen, 2007 yılında Cezayir"in Konstantin kentinde yaptığım konuşmada Fransa"nın Cezayir"de Fransız sömürgesinin kör vahşetini ve Cezayir halkının anlatılmamış acılarını dile getirerek kınadım.

Türkiye büyük bir ülkedir ve Fransa için önemli bir müttefiktir.

İki dost ve müttefik ülke olarak, bize yakışan biçimde aklın hakim gelmesini diliyorum.

Bilmenizi istiyorum ki, bu yasayla ilgili atılacak aşırı adımlar iki ülke arasındaki çok yönlü ilişkilere zarar vereceği gibi sonuçları da vahim ve sorumluluğu da girişim sahiblerine aid olacaktır."

Evet, Sarkozy, bunları söylüyordu.. Ama, Fransa"nın geçmişteki hatalarını kabul ettiğini bildiren satırları diplomatik kurnazlıklarla örülü..

Bir kez, doğru, Senato"da oylanacak kanun tasarısında bir halk veya devletin ismi zikredilmiyor, ama, daha önce, geçtiğimiz yıllarda ermeni soykırımı"nı kabul eden biri kanun da dahil, diğer bütün kabullere atıfta bulunuluyor..

Kurnazlığın birisi, burası..

Ayrıca,  Sarkozy, Fransız emperyalizminin Cezayir"deki 130 yıllık istilâsı boyunca ve hele de 1954-1961 arasında 1,5 milyonu aşkın müslümanı öldürerek işlediği korkunç soykırıma üstü kapalı olarak değinmiş ve o faciayı "Cezayir halkının anlatılamamış acıları" diye geçiştirmekten ileri bir söz söylememiş ve "babaların işlediği suçtan dolayı, çocukları suçlanmamalıdır.."  demeyi de ihmal etmiyerek, sorumluluğu geçmiş nesillerin üzerine atmışkır..

Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı Devleti, 1915"lerde Birinci Dünya Savaşı içindeyken ve çökerken, yaşanan birçok acılar gibi, ermenilerin de büyük acılar yaşadığı, sadece İttihadçıların üzerine atmakla yetinilmeyip, devleti bağlıyacak makamlarda bulunan resmî ağızlarca ve son yıllarda da Tayyîb Erdoğan ve Abdullah Gül tarafından da defalarca dile getirilmiştir.. Ama bu beyanlar açıktır ki, bir özür dileme veya soykırımı kabul mânasında değildir; olması da muhaldir..

Çünkü, o zaman, acı çeken sadece ermeniler olmadığı gibi, bütün Osmanlı halkları da acılar çekmişti.. Ve Osmanlı"nın hâkim halk unsurunu teşkil eden müslümanlar ise, herkesten çok, milyonlar halinde ağır bedeller ödemişlerdi..

Böyleyken, Türkiye"nin ermeni soykırımı olduğu iddiasını kabul etmesi istenmekte..

Böyle bir kabul, -savaşsız olarak- muhaldir.. Çünkü, böyle bir kabul, Fransa"nın geçmişteki hatalarını itiraf etmesi gibi bir sonuç doğurmakla ve sadece tazminat talebine muhatab olmakla kalmıyacak; bugünkü Ermenistan Anayasası"nda açıkça dile getirildiği gibi; Batı Ermenistan olarak nitelenen Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerinden Adana yöresine, Kilikya"ya ve daha nice yerlere kadar uzanan bölgelerden toprak talebini de beraberinde getirecektir.. Ermenilerin, Anadolu"da uzuun asırlar boyu yaşıyan yerli halklardan birisi olduğu gerçek olmakla birlikte, böyle bir toprak talebinin savaşsız olarak gerçekleşmesi imkansız gözükmektedir..

Geçen yüzyılda, 2.Abdulhamîd döneminde, Osmanlı biraz derlenip toparlanır gibi olunca, onu tökezletmek için, Ermeni Mes"elesi"ni tahrik eden devletlerin başında Rusya"nın yanıbaşında Fransa da yer almaktaydı ve emperyalist dünyanın medyasında o zamanlar Sultan Abdulhamîd"e, ilk kez, "Le Sultan Rouge" (Kızıl Sultan) lâkabını veren de bir fransız tarihçisi olan Prof. Albert Vandal  idi ve ne yazık ki, bu deyim, T.C. dövneminde, kemalist-laiklerce, 75 yıl boyunca papağanvarî bir şekilde tekrarlanmıştır; son yıllara kadar..

Bugün de Tayyîb Erdoğan yönetiminin son 9 yıllık iktidarı boyunca, Türkiye"yi güçlü bir konuma getirdiğinin korkusuna kapılan güçler, onu tökezletmek için her türlü entrikayı tezgahlamaktan tabiatiyle elçekmiyeceklerdir..

Ve üstelik, T.C. rejiminin temel resmî ideolojisi de, hem içerdeki rahatsızlıkları, hem de dışardaki entrikacıların körükleyecek bir çarpıklıktadır..

T.C. devleti, "Türkiye türklerindir.."  gibi, gerçeklerle de bağdaşmayan ırkçı, şovenist söylemleri bir kenara bırakıp, bu topraklarda yaşayan bütün halkları, geçmişte, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde asırlarca ve genelde barış içinde yaşamalarını sağlıyan inanç, kültür ve hukuk ölçüleri içinde olduğu gibi, yeniden birlikte yaşatmanın yolu bulmalıdır.. Ve bu, mümkündür, hayal değildir; yeter ki, şovenist söylem, eylem ve emellerden vazgeçilsin.. Tabiatiyle, bu vazgeçme her halk ve toplum kesimi tarafından kabullenme durumunda geçerli olabilir..

*

3-Tek kişilik bir gösteriyle bile etkili bir eylem yapabilmek..

İst. Beyoğlu- İstiklal Caddesi"nde, kendisini, üzerinde Fransa Devlet Başkanı Nikolas Sarkozy'nin resmi bulunan beyaz bir çarşafın içinde gizleyen ve elinde, 'Ben Ogün Samast'ım' yazılı, bir de Ogün Samast fotoğrafı iliştirilmiş bir döviz taşıyan bir kişi, ilginç bir protesto eylemi sergilemiş, 20 Ocak günü...

Pankartta şu yazılar okunuyordu, özetle:

"BEN BENDEN FARKLI DÜŞÜNÜLMESİNİ İSTEMEM.."

"Siz sizden farklı düşünülmesini istemiyorsunuz", öyle mi?

Hatırlayın, bu cümleyi daha önce kimin kullandığını..

19 Ocak 2007 günü, Halaskârgazi Caddesi"nde kimin, "Benden farklı düşünmeni istemiyorum.." dediğini..

Eveet, (...) ben Ogün Samast"ım.."

O tek kişilik eylemcinin görüşleri medyaya da yansıdığına göre, kendine özgü bu eylem, hedefini gerçekleştirmiş sayılır.. Ve bu eylemci, aslında Ogün Samast"la Sarkozy"nin mantığı arasında bir fark olmadığını anlatıyordu..

Bu kişi, eyleminin amacını muhabirlere de şöyle açıklamış:

"Ogün Samast, Hrant Dink'i neden öldürmüştü?

Kendisinden farklı düşünmesini istemediği için..

 Sarkozy yasayı neden geçirmek istiyor?

İnsanların kendisinden farklı düşünmelerini istemiyor.

Dolayısıyla ikisi arasında bir benzerlik var.

İkisi de başkalarının kendilerinden farklı düşünmesini istemiyor.

Dolayısıyla ikisi de aynı kişi.

Şimdi ermeni arkadaşlarımız bu yasaya destek veriyorlar, Fransa'daki bu yasaya..

Ama kaçırdıkları şu var.

Bu yasaya destek verdikleri sürece, Ogün Samast'a destek vermiş oluyorlar."

Evet, bu tek kişilik eylemle bile, o kişi, sesini kitlelere duyurdu.. Üstelik, ilginç bir mantık örgüsü içinde..

*

4- Bu "gâvurluk" gösteri ve tehdidine teslim olunacak mı?

Adı, e-mail adresinde "yozdil"  şeklinde yazılı olan bir Hürr. yazarı, 21 Ocak tarihli o yazısında, kendisi İzmir"li olduğu için, bütün bir şehri sahiblenmeye kalkışırken, İzmir şehrine "Gâvur İzmir" yakıştırmasını da benimseyerek tekrarlamış ve rakı içmenin -kendi deyimiyle kadehin dibine vurmanın- dünyanın başka hiçbir yerinde bu şehirdeki kadar güzel olmadığını; işgalci Yunan ordusunun kaçmasını müteakib, M. Kemal"in de İzmir"e geldikten sonra Kordon"da oturup içtiğini, orada garsonluk yapan bir rum çocuğuna, "Sizin Kosti (dönemin Yunan Kralı Konstantin) buraya gelince içti mi?" diye sorduğunu; rum çocuğundan, "Hayır, içmedi.." cevabını alınca, "O zaman buralara niye gelmiş ki?" dediğini söylüyor.. Yozdil bunları gelecek seçimler için hatırlatıyor ve gelecek seçimlerde, bu şehrin, kendisi gibi olanlar tarafından kaybedilmesi halinde, övdüğü o yapısının da kalmıyacağının endişesiyle,

"Bak açık söyleyeyim...
Kapımızın önüne bırakılan avanta gıda kolisine değil, seçim sandığına atarız oyumuzu biz.
*
Zorla teslim almak istiyorsan, polisle, savcıyla, tankla topla gelmen yetmez.
İtfaiye'yle gelmen lazım.
*
Madem gâvuruz...
Yakarız bu şehri."
  diyor..

Evet, aynen böyle söylüyor..

Sahibsiz sanmış memleketi ve de İzmir"i.. Ve öyle bir olumsuz tablo olursa, yakarlarmış!.   

Bu şirretliği, küstahlığı, tehdidi sergileyenler mi, halkın rey ve iradesine saygılılar?

*

İzmir, 15 Mayıs 1919"da başlayıp üçbuçuk yıl kadar süren bir işgalden, 9 Eylûl 1922"de kurtarılmasını takib eden dördüncü günde, 13 Eylûl günü büyük bir yangın felaketi geçirmiş ve şehir büyük çapta küllüğe dönmüştü..

Bu yakılma, okullarda çocuklara hep, "Yunanlılar, şehri terkederken yaktılar.." şeklinde anlatılmıştı. Ama, o yangın, Yunan Ordusu"nun şehri terketmesinden 4 gün sonra çıkmıştı.. Yani, şehrin onlar tarafından yakılmış olabileceği iddiasını izah etmek, son derece zor idi..

İzmir"i kimin yaktığı bir ayrı ve netâmeli konudur.. Ve ilginç iddialar vardır, bu konuda..  

Bazı tarihçilerce de tekrarlanan o iddia ve tartışmaları burada yinelemeye gerek yok.. Ancak, şu kadarını söyleyelim ki, kendileri gibi düşünmeyenler eline düştüğü zaman, İzmir"i ve de İzmir"leri yakmayı çare olarak düşünen yozdillerin, sefil ruhların her zaman olacağı, işte bugün bütün bir şehre "Gâvur İzmir" yaftası yapıştıran bir "gâvurluk" hilebazlığıyla bugün de tekrar sergileniyor.. ("Gâvur" kelimesinin ve "gâvurluk" nitelemesinin dilimizde, sadece kâfirlik için değil; şeytanca fikirler taşıyanlar ve çok sıradışı yaramazlıklar peşinde olanlar için kullanıldığını da bu vesileyle belirtelim..)

Ama, işbu "yozdil" ve benzerleri fazla umutlanmasın, İzmir halkı, bu gâvurluğa  papuç bırakmıyacak ve bu şuûrsuzluğu, bu çılgın küstahlığı ve kendilerine sevimli bir şeymiş gibi göstermek taktiğiyle vurulmak istenen "gâvur"luk yaftasını, o küstah ve şirret kişilerin suratlarına çarpacak şuûrda bir sessiz çoğunluğun, bir müslüman halkın bulunduğunu da göstereceklerdir, herhalde.. 

Bu vesileyle, 1994 mahallî seçimlerinde İstanbul ve Ankara"yı ve diğer birçok büyük şehirleri kaybedince, o sırada T. Çiller başkanlığındaki koalisyon hükûmeti"nde Başbakan Yardımcısı olan Murat Karayalçın"ın da, "Laiklik tehlikeye girerse, herşeyi yakarız.." dediğini hatırlayalım..

Ama, halkımız, o gibi şirretliklere papuç bırakmıyacağını defalarca göstermiştir; inşaallah yine gösterecektir..

 

haksöz