Bu "anlamsız yasaklar"la, bu "dayatma"larla, bu "korku" ve "paranoya"larla nereye gidilir, hangi "birlik-bütünlük" sağlanır, bilemiyorum... "Bir metrekarelik örtü"den veya "bir tutam sakal"dan neden korkulur, neden "yasak" uygulanır?.. Bunu da anlayabilmiş değilim...
Toplumun fertleri "tek tip" olmak zorunda mıdır?.. "Devlet" denilen aygıt, bir "torna tezgâhı" mıdır ki, herkesi "aynı tip" yapmak istiyor?..
"Devlet" veya "sırtını devlete dayayan kuruluşlar"ın uyguladığı "baskı"lar, "yasak"lar ve "paranoya derecesindeki korkular" ne kazandıracak bu ülkeye?..
SEN ELBİSEYE UYACAKSIN!
"Toplum mühendisleri" veya "siyaset terzileri" bir "elbise" dikip, "insan"lara diyorlar ki; "Gir bunun içine!"
İyi ama;
"Bu elbise dar!.. Kol açıkta, ayak açıkta!.. Yakalar da kavuşmuyor!"
"Kolayı var" diyorlar;
"Madem elbise sana uymadı, o halde seni elbiseye uydururuz!.. El bileklerinden ve ayak bileklerinden kestik mi, elbise oturur üzerine!"
Yapılan budur!..
"Elbise sana uymuyorsa, fazlalıklarını keser, seni elbiseye uydururuz!"
Kes, biç, doğra!..
Hiç kimsenin aklına, "yeni bir elbise" dikmek gelmiyor... ""Elbisenin kollarını uzatmak" yerine, insanların kollarını ve bacaklarını kesip, kısaltıyorlar!..
Uyduruyorlar elbiseye!..
Ondan sonra da;
"Devlete bağlılık" istiyorlar!..
Söyleyin Allah aşkına;
Kolları kesilmiş, bacakları doğranmış, göğsü rendelenmiş, dolayısıyla "acı" içinde kıvranan bir insandan, "sevgi, saygı ve bağlılık" bekleyebilir misiniz?..
"Zulüm ile abâd olunduğu" nerede ve hangi devirde görülmüş?..
SINAVA BAŞI AÇIK GEL!
Şu hâle bakın;
"Kürtler üzerinde tahakküm kurmak" isteyen PKK"nın taleplerini dillendiren BDP"nin "demokratik özerklik" projesinin tartışıldığı bir Türkiye"de; bizler, daha "başörtüsü" ve "sakal" yasaklarını bile aşamadık!..
Merak ediyorum;
BDP"nin taleplerine "anlayış" gösterilmesinin sebebi, "arkalarında PKK olduğu" için midir?..
Ne yani;
Bir "talep"te bulunmak için, illa da "silahın namlusu"nu göstermek mi gerekiyor?
Değilse; bu "örtü ve sakal yasağı" hâlâ niye devam ediyor?.. Bu zulmün müsebbipleri kimdir?.. Onlar, sadece "silah"tan ve "terör"den mi anlar?.. Herkes "terörist" olsun, "dağa çıksın" mı istiyorlar?..
Değilse, bu "dayatma" niye?..
Canım, fena halde sıkıldı yine...
Şu hâle bakın;
"Üniversite mezunu" olan gençlerin "mali müşavir" olabilmek için girdikleri "Staja Giriş Sınavı" başvurularında "başörtüsü yasağı" tekrar hortlatılmış!.. "Artık sorun çözüldü" dediğimiz bir dönemde; TÜRMOB"a bağlı TESMER ve Anadolu Üniversitesi işbirliği ile yapılan staj sınavında bayan öğrenciler için "başı açık fotoğraf mecburiyeti" getirilmiş!..
İstanbul Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası"nın internet sitesinde yapılan duyuruda, "başörtülü fotoğraf kabul edilmeyeceği" şu cümlelerle anlatılıyormuş:
"Anadolu Üniversitesi ile yapılan protokol gereği aday belgesindeki fotoğrafın son altı ay içerisinde çekilmiş, başı açık, adayı kolaylıkla tanıtacak nitelikte olması gerekiyor. Aksi durumda hiçbir uyarıya gerek kalmadan adayların başvuruları iptal edilecek. (Başı kapalı, peruklu vb. çekilip gönderilmiş fotoğraflar kabul edilmeyecek, yeniden istenmeyecek ve sınavlara bu şekilde katılmak isteyen adaylar sınavlara alınmayacak.)"
Gel de kafayı yeme?..
Yahu, bu insanlar "özerklik" falan değil, sadece "özgürlük" istiyorlar!.. Kendilerini "özgürce" ifade edebilmek, "özgürce örtünebilmek" istiyorlar!.
Kaldı ki; hepsi de "18 yaşını geçmiş" insanlar... "Kendi inisiyatifleri" ile mesela "evlenmeye" ya da "bir şirket kurmaya" hiçbir engelleri yok...
Ama "sınava giremiyorlar" iyi mi?..
Bu "başörtülü" hanımlar; bugüne kadar "özgürlük" talep edeceklerine, "özerklik" talep etseledi, herhalde daha fazla anlayış görürlerdi!..
Yapmayın Allah aşkına;
Daha fazla üzmeyin bu insanları, daha fazla zulmetmeyin onlara!..
Bırakın artık şu saçma-sapan yasakları, kurtulun artık "korku"larınızdan!..
ÖRTÜYLE YEMİN EDEMEZSİN!
Buyrun, bir saçmalık daha!.. Dünkü Zaman gazetesindeki haber, özetle şöyleydi:
"Adana Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu"nca oluşturulan 2011 yılı bilirkişi listesine kabul edilen 429 kişinin yemin töreni Adliye Konferans Salonu"nda gerçekleştirildi.
Farklı mesleklerde çalışan bilirkişi adayları, Adalet Komisyonu Başkanı Mehmet Sabri Kumsal, komisyon üyesi Cumhuriyet Başsavcısı Sabri Beytorun ile üye Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Battal Özer"den oluşan heyet önünde tek tek yemin etti.
Sıra başörtülü mali müşavirler Keziban Seyitler ile Nuran Kayagil"e geldiğinde Komisyon Başkanı Kumsal, bayanların ancak "başlarını az açmaları" halinde yemin edebileceklerini söyledi.. Bunu kabul etmeyen iki bayan, yemin etmeyerek salonu terketti."
Saçmalığı görüyor musunuz;
Hanımlar, müracaatlarını "başörtülü fotoğrafları" ile yapıyorlar ve başvuruları kabul ediliyor...
Ama, sıra "yemin töreni"ne gelince; "Olmaz" diyorlar, "Başınızı birazcık açın!.. Çünkü burası kamusal alandır!"
Bu; saçmalık değilse, nedir?..
Ne yani; müracaatlarını "başörtülü fotoğrafları" ile yapan hanımlar, sizin huzurunuza, "mayo defilesi"ne katılan bir "manken" gibi mi geleceklerdi?..
Elbette "örtülü" geleceklerdi!..
Tuhaflık şurada ki;
"Baş, tam kapalı" olunca "kamusal alan" yıkılıyor da, "azıcık açınca" yıkılmıyor!.. Görünecek "3 tel saç" mı ayakta tutacak bu "yasak düzeni"ni?!?..
O hanımlar başlarını azıcık açmış olsalardı, beyefendilerin başı göğe mi erecekti?
YA SAKALINI KES, YA DA!"
Gelelim, üçüncü olaya...
Aşağıdaki "iki fotoğraf"ı görüyor musunuz?.. Birinde "sakallı" bir yüz, ötekinde "cascavlak" bırakılmış bir yüz...
Bu iki fotoğraf; "farklı kişiler"in değil, "aynı kişi"nin fotoğraflarıdır!.
Hemen söyleyeyim;
Bu vatandaşın, "sakal"ını kestirip, "cascavlak" hale gelmesi, kendi isteğiyle değildir!..
Öyle "emir" buyurulmuştur!..
Kim mi emir vermiş?..
Buyrun, olayı anlatalım:
Efendim; İlyas Tatlı adlı vatandaş;
18 Ekim 2010 tarihinde; yanına "günlük işlerini bile kendisi yapamayacak" durumdaki hasta ve özürlü oğlu Mustafa Tatlı"yı alır ve "Gölcük Askeri Hastanesi"ne götürür...
Çünkü Mustafa, "askerlik yaşı"nı doldurmuş ve askere çağırılmaktadır.
Baba İlyas Tatlı, daha önce "sivil hastaneden aldığı rapor"la birlikte Gölcük Askeri Hastanesi"ne gider ki; oğlunun durumunu bir de kendileri görsün..
Dediğim gibi; 18 Ekim 2010 Pazartesi günü, saat 13.30"da Gölcük Askeri Hastanesi"nin önüne gelirler.
Aaa, o da ne?!?..
"Nizamiye"nin önüne geldiklerinde, karşılarına dikilen bir nöbetçi subay;
"Yasak" der,
"Bu sakalla içeriye giremezsin!"
İlyas Tatlı, "sakalının inancı gereği olduğunu, kimseye zararının olmadığını" söylese de, görevli subay; "Nuh" der, "Peygamber" demez!..
"Yasak dedik ya!.. Yasak!.. Ya sakalını kes ya da içeri girmeyi unut!"
İlyas Tatlı şöyle bir teklifte bulunur:
"Madem beni almıyorsunuz, bari oğlumu alın da, raporlarını siz takip ettirin!"
Bir "olmaz" daha çeker subay;
"Olmaz!.. Kendi işini kendin gör!.. Size asker mi tahsis edeceğiz?.. Sakalını kes, çocuğunu kendin götür!"
Adamcağız çaresiz!..
Ne yapsın şimdi?..
Sonunda; gider berbere, "sakalını kazıtır" ve gelir "nizamiye"nin önüne!..
"Cascavlak" kalmıştır!.. Artık ne "sakal" vardır, ne de "bıyık!"
Ağlamaklı bir sesle; "Oldu mu" der subaya; "İstediğiniz kalıba girdim mi?.. Sakalımı berberde bıraktığıma göre, şimdi içeri girebilir miyim?!?"
Girer!.. Ama "onur"unu ayaklar altına alarak, "TC vatandaşlığı"ndan utanarak!..
Söyleyin Allah aşkına; "başörtüsü"nü açtırarak, "sakal"ları kazıtarak mı ayakta kalacak bu rejim?..
Bu mazlum insanlar; sizden "özerklik" istemiyor ki, sadece "özgürlük" istiyor!..
Yoksa, "özerklik" mi istemeliydiler?!?
Çift başlı, iki dilli bir parti!
Bunun kaçarı yok... Ya CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da artık "iki dilli hayat ve siyasal özerklik" konusunu dillendirmeye başlayacak, ya da Genel Başkan Yardımcılığı"na tayin ettiği Sezgin Tanrıkulu"nun dilini törpüleyecek!..
Çünkü efendim; "bir telde, iki cambaz oynamaz!"
Bay Kılıçdaroğlu; "Tek dil, tek bayrak" deyip, "üniter yapı"yı savunurken; Sezgin Tanrıkulu"nun ortaya çıkıp da, "İki dilli hayatı da özerkliği de tartışmalıyız" demesi, insanlara; "Bu ne perhiz, bu ne turşu?" dedirtebilir!..
Haaa, Bay Kılıçdaroğlu da; "Sezgin Tanrıkulu"nun görüşlerine katılıyorum... Bu konuları tartışmalıyız" diyorsa, mesele yok!.. Ama bir yandan "Tek dil, tek bayrak, üniter yapı" der de, bir yandan Sezgin Tanrıkulu"nu "CHP Genel Başkan Yardımcılığı"nda tutarsa, sorarlar adama: "CHP"nin resmi görüşü hangisidir?.. Kılıçdaroğlu"nun sözlerine mi bakacağız, yoksa Tanrıkulu"nun söylediklerine mi?.."
"İki dilli hayat" olur mu bilmem, ama CHP, şimdiden "iki dilli bir parti" oldu gibi!.. Baksanıza; bir dil "Üniter yapı" diyor, öteki dil "özerklik"ten dem vuruyor!..
Bu "çift başlılık" konusunda, "CHP"li ulusalcılar" ne der acaba?..
yeni akit