Dünkü yazımın sonunda konuya, bugün de devam edeceğim inşaallah demiştim. Ama, daha önce, yeni bir durum çıktı.. Önce ona değinmeliyim..
O yazıyı yazarken, 13 Eylûl tarihli Diriliş Postası’ndaki başyazıyı görmemiştim. Ve o yazıya geldiği anlaşılan eleştirilerden de, Hakan kardeşimizin 14 Eylûl tarihli yazısından muttali’ oldum ve esasen, öyle tepkiler gelebileceği de önceki yazısından tahmin edilebiliyordu..
*
Bu vesileyle bir-kaç noktaya tekrar değinmek isterim..
1- Hakan Albayrak kardeşimin dürüstlüğüne inandığımı tekrara gerek bile yok.. Onun, yaptığı işin de İslam Milleti’nin hayrına olmasına özel bir itina gösterdiğine itimadım tamdır. Taşkın heyecanlı olması ise, yaptığı işin de bir gereğidir..
2- Uzuun yıllar sonra ülkeye döndüğüm ilk günlerde, 2015- Ocak ayının 2’si idi galiba.. Ankara’dayken, telefon edip ’Hoşgeldin..’ dedikten sonra, ’Âbi, bir gazete çıkarma hazırlığındayız, inşaallah birlikte olacağız, şimdi yoldayım, hemen Ankara’ya geliyorum..’ demiş, ama, şiddetli kış şartları üzerine Bolu taraflarından geri dönmek zorunda kalmıştı..
Daha sonra, İstanbul’da görüşebilmiştik..
3- İstanbul’daki karşılaşmamızda, Fatih’te bir çayhanenin bir köşesinde oturup iki saat kadar bir süreyle çıkaracağı gazeteyle ilgili bilgiler vermişti Hakan..
4- ’Sermayesi nereden?’ demiştim. Çünkü günlük gazete, para öğüten bir değirmendir ve Hakan’ın da öyle bir sermayesinin olmadığını tahmin edebiliyordum. Sermayenin güvenilir kimseler olduğu üzerinde bilgi verdi..
5- ’Nasıl bir çizgi izleyecek, gazete?..’ dediğimde,’Abi, Allah’dan başka kimseye bağlı olmayan, serbest bir Ümmetçi yayın çizgisi olacak…’ Ve arkasından da hemen eklemişti.. ’Ama, Tayyib Âbi’yi eleştirmek yok..’
’Gerekirse, büyük yanlışlar yaparsa, o da eleştirilir..’ dediğimde, ’Elbette.. Ama, onu küçük meselelerden dolayı eleştirmek, ümmetin umudunu karartmaya yol açmamalıdır..’ kabilinden bir cümle söylemişti..
Ona da tamam..
6- Ve nihayet, 28 Şubat 1997 Zorbalığı’nın 18. yıldönümünde ilk sayısı yayınlandıDiriliş Postası’nın..
7- Aradan zaman geçti, Hükûmet ile HDP arasında yapılan görüşmeler’Dolmabahçe Mutabakatı’ olarak açıklanınca.. Ve, Tayyib Bey o açıklamanın şekilde yapılmasını doğru bulmadığını açıklayınca.. ’Tayyib Âbi’ye eleştiri olmayacak..’ diyen Hakan, gazetesinde, ilk eleştiriyi, ’Yapma Reis, Yanlış, Yanlış, Yanlış!.’ gibi bir çıkışla bizzat yapmıştı..
Yanlış bulduğunu dile getirmesi, eleştiri olmayacak demesinden daha doğru idi, bence..
Ben ise, o açıklama üzerine, Bülend Arınç’ın ’Cumhurbaşkanına saygısızlık olmasın, ama, sorumluluk Hükûmet’tedir.’ gibi bir çıkış yapmasını doğru bulmamış ve ayrıca Tayyib Bey’in o konudaki çıkışının doğru olduğunu yazmıştım, sanırım aynı gün.. Bugün de o hassasiyet ve tepkinin doğru olduğunu düşünüyorum..
Çünkü, bir tarafta, o zamanki sayısıyla Meclis’de 310 sandalyesi olan bir hükûmet, karşı tarafta ise, Meclis’de 30 küsur civarında sandalyesi olan, ama, hemen hiçbir konuda kendi iradesiyle hareket iradesi bulunmayan, İmralı veya Kandil’den verilen işaretlere göre yön değiştirebileceği kesin olan bir küçük parti.. Psikolojik savaş kurallarına, inisiyatifin korunmasına dikkat edilmemişti.. Tayyib Bey, mutabakatiddiası taşıyan bu açıklamanın hem muhtevasına, hem de açıklamanın yönteminde takib olunan usûle karşı olduğu halde, sözünü dinletememişti, dünkü çalışma arkadaşlarına..
*
Nihayet, benimki de bir görüştür, Hakan’ınki de.. Kezâ, Arınç’ınki de, Tayyib Bey’inki de.. Kötü niyetli olmadıktan, Sâdi-i Şirazî, ’Gönlüyle sözü bir olana kurban olayım..’ diyordu.
8- O andan itibaren de, bir şeyler değişti.. Nitekim, Kürd Mes’elesi’ni, bütün tahminleri aşan bir süratle 10 yılı aşkın bir zamandır, adım adım bugüne getiren ve 30 yıldır akmakta olan kanı durdurmakta büyük başarı kazanan Tayyib Erdoğan bir anda, hattâ, sadece ’kürd düşmanı’ değil, ’en büyük kürd düşmanı’ olarak ilan edilivermişti, PKK / HDP tarafından.. Yazık ki, bu iddianın cezbesine -hangi gerekçe ve etkenlerle olursa olsun- müslüman kürd halkı içinden nicelerinin de kapıldığı görüldü, 7 Haziran seçimlerinde.. Anlaşılıyor ki, bütün muhalefet partileri, fiilen,’Tayyib Erdoğan olmasa, başkaları bizim dişimize göre..’ dercesine, bütün oklarını, Cumhurbaşkanına yönelttikleri gibi, PKK / HDP çevreleri de, Tayyîb Erdoğan’ı kendi istedikleri noktaya getiremiyecekleri kanaatine varmışlardı..
9- Ve, 1 Kasım’da, 45 gün sonra, seçimler tekrarlanacak.. Umarız, ülke ve halkımız ve İslam Milleti’nin tamamı için hayırlı bir netice ortaya çıkar.
Böyle bir noktada, AK Parti, Büyük Kongresi’ni yaptı.. Değişik bir tablo çıktı, ortaya.. Hattâ bu zamana kadar çoğunun isimleri pek öne çıkmamış bir kadro işbaşına getirildi.. Bu bir nöbet değişimidir; 7 Haziran seçimlerindeki tökezlemede sorumlu olanları kenara koymak da sayılabilir, tabiatiyle.. Nihayet bir siyasî kadrodur. Ama, Tayyib Bey ki, ekip çalışmasına ağırlık veren birisidir; ne onun, ne de diğerlerinin tek başına kararlarıyla olur, bu işler..
İşte o noktada, beğendiğimiz nicelerinin kenara konulması, bilmediklerimizin önemli karar mercilerine getirilmesi, nihayet, bir parti içi mes’ele iken, Hakan kardeşimiz,(bence) fevrî bir tepki gösterdi.. Bu konularda kalem erbabı karar vermeye kalkışmamalıdır.
O nasıl ki, Tayyib Bey’e veya başkalarına yanlış dediyse, ben de ona yanlış yaptığını söylüyorum, o veya başkaları da bana, yanlış düşündüğümü söyleyebilmelidir. Birbirimizi pohpohlayarak değil, yanlışlarımızı söyleyerek ilerleyeceğiz.. Bir sosyal bünyede her şey yolunda demektense, bazı rahatsızlıkları farketmek, sıhhat işaretidir.
10- Keza, Hakan’ın o yazısını çok fazla şahsiyata indirgemesini de istemezdim. Hangi kriterlerle seçilmiş olursa olsun, bir m.vekilini, filanın oğlu, filanın damadı olmaktan öte bir özelliği olmayan gibi subjektif değerlendirmelere tâbi tutmak bence çok yaralayıcıdır ve bizim uslûbumuza uzak olmalıdır. Çünkü, böyle yaklaşılırsa, başkası da bana aynı şeyi söyleyebilir.
Neyse ki, o gibi konularda Hakan 14 Eylûl günü yaptığı açıklamada özür diledi. Ama, yine de ince kinayeli söylemini dillendirmekten de geri durmayarak.. Bence o da gereksizdi, ve onu söyleyince, özür dileme ifadelerini etkisizleştirmiş oldu..
*
Hakan, Davudoğlu’nu çok sevebilir. İlk belirlendiği zaman olduğu gibi, yine de belirteyim ki, Tayyib Bey’in zor bir seçim sonunda yaptığı isabetli bir tercih idi, bence de.. Ama, insanların her konuda aynı şeyi düşünmesi, düşünülmemelidir. Birisi 45 yılı aşan bir siyasî hayatın bilgi ve tecrübelerine sahibdir. Davudoğlu da, nihayet bir akademisyen iken, 5 yıldır siyaset pazarındadır. Bir akademisyen olarak bu korkunç entrika yumağının inceliklerine vâkıf olmayabilir.
Nitekim, dikkat edilirse, muhalifler, Davudoğlu’na değil, hâlâ ve topluca Tayyib Bey’e saldırıyorlar. Çünkü, Davudoğlu’nu o siyasî entrikalar içinde kolayca mahvedebileceklerini düşünüyorlar.. Bu bakımdan, bu ikilinin birbiriyle farklı düşünceleri olursa açıkça belirtmeleri, ama zıdlaşmamaları ve birbirlerine bir takım dayatmalarda bulunmamalıdırlar.
*
Bu izahlardan sonra gelelim, dün değinmeyi va’dettiğim konuya..
Ama, yer az kaldığından, daha kısaca değineceğim..
Önce, Bülend Arınç beyin HT ekranlarından 11 Eylûl akşamı söylediklerinden bazı konuları ona yakıştıramadığımı ifade etmeliyim. Hele de, ’Eskiden ‘biz‘ dik, şimdi‘ben‘e döndük..’ gibi sözler.. Beşir Atalay en doğrusunu söylemiş, onun bu sözlerine karşılık olarak.. ‘Biz’den ‘ben’e kaymak, çok abartılı.. Siyasette müthiş bir rekabet vardır. Herkeste ben yarış vardır. Siyaset kadar ‘ben’leri körükleyen bir şey yoktur.’ İhtirassız siyasetçi, görülmüş şey midir?
*
Bülend Bey’in, ’Abdullah Gül’e büyük haksızlık yapıldığı’ ya da, ’Biz kapının danası değiliz..’ gibi yakınma sözleri de tuhaftı..
Tayyib Bey’in, 2007 yılında onca ağır baskılara aldırmaksızın ve kendisini seçtirmesi de çok mümkün iken, Cumhurbaşkanlığı’na Abdullah Bey’i göstermesi ve 7 yıllık bir cumhurbaşkanlığı.. Çok iyi bir tercih idi.. Bu mu haksızlık?
Kaldı ki, Abdullah Bey’in kulağındaki -hemen herkesçe bilinen- çok ciddî rahatsızlığın, onun hareket kabiliyetini sınırladığı ve çok hareketlilik isteyen liderlik ve başbakanlık gibi konulara o rahatsızlığının elvermediği, cumhurbaşkanlığı döneminde de birkaç dış yolculuktan hemen geri dönüp haftalarca tedavi gördüğü de bilinirken.. Ona parti içinde hangi vazife verilebilirdi.
Kaldı ki, Abdullah Bey’e, o makamdan sonra, hangi vazife verilse, yanlış olurdu. Ona, sadece iç siyasette değil, müslüman coğrafyaları ve bütün uluslararası münakaşalı ve buhranlı konularda da, bir arabulucu gibi devreye girmek çabaları yakışırdı; bunu halen de yapabilir, yapmalıdır. Bunun dışında her meşguliyet ve vazife onu yıpratabilir..
*
Bülend Bey’in bir koalisyon hükümeti kurulmasını istediği de anlaşılıyor.. HDP ve MHP, 7 Haziran akşamı, daha ilk anda, AK Parti ile ortak hükûmete kesinlikle hayır diyeceklerini kesin bir dille liderleri ağzından açıklamışken.. Ve yüzde 25 oy alan CHP de, Kılıçdaroğlu’nun ağzından, ’Halk, AK Parti’yi cezalandırdı, Hükûmeti, yüzde 59’luk blok olarak biz kuracağız.. Bu ülkenin idaresinde AK Parti’ye artık yer yoktur..’ derken.. Allah aşkına Bülend Bey, hangi mümaşaatla, aşağıdan alışalarla kuracaktınız koalisyonu ki, ’kurabilirdik..’ deyip, ’yuvarlana-yuvarlana seçime gidiyoruz..’ diyerek, yakınıyorsunuz..
Millete tekrar gitmek yolunun gösterilmesiyle doğru olan yapılmıştır.
Mağlub bile olsan, haklı bir ve mantıklı- tutarlı bir noktada olmak ve kalmaktır, önemli olan.. Ne yani, etki, kanun ve kadrolarını 13 yılda temizleyemediğiniz 90 yıllık ve yüzde 25’lik bir parti, milletin izni olmadan ve daha bir güçlü olarak yeniden mi döndürülsündü, yönetim kadrolarına..
Bülend Bey’in, ’Koalisyonun kurulamamasında sorumlu kim’ sorusuna ise, ’Onu söyleyemem. Söylersem başka yerlere gider’ demesi de, söylememiş gibi yaparak söylemek taktiği -ve kusura bakmasın- kendisine yakışmayan bir kurnazlık kokusu taşımaktadır. Çünkü, o söz direkt Tayyib Erdoğan’a gider.. Dolaylı ifadeler yerine, açıkça söyleseydi; kendisine daha bir yakışırdı..
*
dirilişpostası