29 yıldır bütün Amerikan hükümetleri İran’a askeri saldırıyı gündemlerinin birinci sırasında tuttu ama bu tehdit hiçbir zaman gerçekleştirilemedi. Bu durumda sormak gerekiyor: Amerika, gerçekleşme ihtimali bulunmadığı halde neden tehdit ediyor?
Askeri saldırı ile baskı ve tehdit diplomasisi, Beyaz Saray’daki yöneticilerin dünyanın çeşitli yerlerindeki politikalarını yürütebilmek için on yıllardır devam eden bir uygulama. Bu tehditler bazen gerçek de olabiliyor. Son yıllarda Irak ve Afganistan bunun bariz örneği oldular. Bazen bu tehditler sözde kaldı ve baskı amacına dönüktü. İran örneğinde olduğu gibi.
Uzmanlar askeri saldırı ile baskı ve tehdit politikalarının 1962’de Küba’ya karşı düzenlenen Domuzlar Körfezi çıkarmasına kadar götürülebileceğine inanıyor. Bilindiği gibi olay, Küba’da Fidel Castro’nun işbaşına geçmesiyle Amerika iki bin paralı askeri Domuzlar Körfezi’ne çıkarmış, bunun üzerine Castro, Sovyetler Birliği’nin Körfeze füze sistemi kurmasına onay vermişti. Bu girişim ise ABD’yi teyakkuza geçirmişti.
Amerika’dan gelen tehditlerin seviyesinin yükselmesi ile birlikte Ruslar, bir askeri çatışmanın eşiğinde olduklarını düşünüp geri adım attılar. Ruslara geri adım attırması nedeniyle Washington o günden beridir tehdidi devlet politikası olarak kullanmaya devam ediyor.
Askeri seçeneği kullanma tehdidi, İslam devriminin zafere ulaşması ve İran’ın politikalarının ABD ile aynı tarafta olmaması ile birlikte Beyaz Saray’ın temel siyaseti oldu, hatta İran politikalarının değişmez ilkesi haline geldi. İran’ın nükleer programı meselesinin ortaya çıktığı 2003 yılından bu yana Washington, İran’ın barışçı nükleer teknolojiyi elde etmesine engel olabilmek için hep aynı tehdidi tekrarladı.
Irak ve Afganistan’ın vahim durumu, Filistin ve Lübnan gibi diğer bölgelerdeki krizler gözönünde bulundurulursa dünyada hiçbir devlet bir başka askeri müdahaleye katılmaya istekli olmayacak, aksine sorunların çözümünde müzakere yolunu kullanmayı tercih edecektir.
Askeri seçenek yoluyla tehdidin daima iki yaklaşımı oluyor. Biri, karşı tarafı dizginlemek, diğeri ise tutumunu değiştirmeye zorlamak.
Buna, “tek kurşun atmadan zafer kazanmak” deniyor.
Çünkü tehdit eden, hiçbir bütçe ayırmadan ve ekonomik, psikolojik ve siyasi bedel ödemeden karşı tarafın iradesini çözebiliyor ve karşı koyma gücünü kırabiliyor.
Dikkat çekici nokta şudur ki, bu politika 29 yıldır sadece İran’a karşı işlemedi. Ne İran’ı hakimiyeti altına almaya yaradı, ne de tutumunu değiştirmeye zorlayabildi. İslam Cumhuriyeti’nin rehberi Ayetullah Hamenei, ülkenin en üst makamı olarak düşmanların İslam devriminin zaferinden bu yana devam eden tehditleri konusundaki tavrını şöyle açıkladı: “Bu tehditler, her şeyden daha fazla milletimizin ve nizamın hazırlıklı olmasını sağlıyor. Elbette tehdit edenler bilmeli ve anlamalıdırlar ki, İran’a “vur-kaç” şeklindeki bir saldırı mümkün değildir. Taarruz eden, onun sonuçlarına ağır biçimde katlanacaktır.”
Bu tutum gözönünde bulundurulduğunda sormak gerekiyor ki, acaba Amerika, gerçekleştirmesi hemen hemen mümkün olmayan bir seçeneği İran’a karşı neden sürekli dile getiriyor?
Analistler bu konuda birçok nedeni sıralıyorlar. Bunların arasında ABD’nin Irak ve Afganistan’da yaşadığı kriz başta geliyor.
Uzmanlar, Washington’ın, gücünü ve hegemonisini koruyabilmek için tehdit politikasını sürdürmesinin, mevcut şartlarda bir diğer cephede daha çarpışabileceğini göstermeyi amaçladığına inanıyor.
Bir başka sebep ise İranlıların dik duruşunu bozup direncini kırmak ve onları müzakere masasına oturtmak, böylece de kazandırmadan kazanmak olarak gösteriliyor.
Bazı yorumcular da İran’ın nükleer programı konusunda askeri tehdit seçeneğinin kullanılmasının nükleer ülke olmanın maliyetini yükseltmek anlamına geldiğini düşünüyor. Bu politika sayesinde, nükleer program başlatma niyetindeki Mısır, Suudi Arabistan, Brezilya ve diğer ülkelerin kendi hesaplarını ona göre yapacakları varsayılıyor.
Amerika, aynı şekilde, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı el-Baradei’nin rapor yayınlaması, 5+1 grubunun biraraya gelmesi ve BM Güvenlik Konseyi’nin toplanması gibi İran’ın nükleer programıyla ilgili hassas anlarda askeri seçeneği gündeme getirerek azami ölçüde hedefine ulaşmaya da çalışıyor.
Washington, mevcut şartlarda askeri seçeneği hayata geçiremeyeceğini bilerek BM Güvenlik Konseyi’nden İran aleyhinde daha ağır bir karar ve yaptırımlar çıkmasını sağlamak için her zamankinden daha fazla konuşuyor. Bu seçeneği, yaptırımların arttırılmasına ve askeri saldırıya muhalif olan Rusya, Çin ve diğer ülkelerin muhalefetlerine karşı koyabilmede baskı öğesi olarak kullanıyor.
Mevcut şartlar gözönünde bulundurulduğunda İran’ın diplomasi mekanizmasının benimsemesi gereken strateji, tehditlerin muhatabı olmaktan çıkması ve tehdit eden taraf için bunun maliyetini yükseltmek olmalıdır. Öyle ki, Fransa dışişleri bakanı seviyesinde biri kendinde tehdit cesareti bulamasın.
fikritakip