Maureen Dowd
Bir Suudi askeri altın bir kılıçla önünde 'hazırol'da dururken Başkan Bush, Kral Abdullah'ın yanında yavaşça yürüyordu; onlar Air Force One'dan havaalanı terminaline yürürken krallığı gri, ürpertici bir sis sarmıştı. İkili yürüyen merdivene adım attığında başkan nazikçe kralın elini tuttu, yardıma muhtaç yaşlı bir adam gibi. Gerçekten de yardıma ihtiyacı var, fakat kabul etmeye hazır olduğu cinsten bir yardım değil bu.Bush'un diplomasiyi benimsemesi için neredeyse tüm başkanlık dönemini tüketmesi gerekti, ama meseleye öyle ya da böyle el attığına göre (devlet adamlığına toplu bir çöpçatanlık partisi gibi yaklaştığı da göz önüne alındığında) Arap dünyasının dört tarafındaki kralları, prensleri, emirleri, şeyhleri ve başkanları öpüp kucaklıyor, onları Yahudilerle tekeşli bir ilişki içinde olmadığına ikna etmeye çalışıyor şimdi. Mesajının özü şu: İran kötü, İsrail iyi, Irak iyiye gidiyor. Kutsanan barış havarisi, çantasında İsrail için 30 milyar dolarlık askeri yardım ve Araplar için de 20 milyar dolarlık Humvee ve güdümlü bomba paketiyle geliyor.
'İsrail'i cesaretlendirdi'
'Annie Hall' filmindeki, bir konsepte dönüşmek, ardından bunu bir fikir halinde geliştirmek istediğini söyleyip duran kurnaz Hollywood tipi gibi Bush da, küresel demokrasiye dönüşebilecek özgürlükçü bir bakış açısına sahip olduğu nakaratını sürdürüyor.
Ne var ki Bush'un barış treni çabucak savaş rayına giriveriyor, zira başkan Irak'taki bitmemiş savaşa ve İran'la savaş olasılığına epey bir mesai ayırıyor. Liderlerle görüşmelerinde, kapalı kapılar ardında, İran'ın nükleer silah programını 2003'te durdurduğunu söyleyen Ulusal İstihbarat Raporu'nu pohpohladı. Fox News'teyse İran'la ilgili şunları söyleyerek istihbaratçılarla açıkça ters düştü: "Nükleer silah istediklerine inanıyorum. Sivil nükleer program kisvesi altında bir silah yapmak için gereken bilgileri elde etmeye çalıştıklarına inanıyorum."
Başkanın Ortadoğu'ya varışının üzerinden daha günler geçmişken üç şiddetli patlama (bir İsrail saldırısında 13'ü militan, en az 18 Filistinli öldü; Beyrut'ta Amerikan elçiliğinin bir aracı bombalandı; Kâbil'deki lüks bir otelde intihar eylemi düzenlendi), Bush'un kendisine nasıl imkânsız bir görev biçtiğini gösterdi.
Öldürülen militanlar arasında bulunan oğlunun cesedini görmek için hastaneye giden Hamas liderlerinden Mahmud Zahar şöyle diyordu: "Bu, Bush'un ziyaretinin bir sonucu. İsraillileri halkımızı öldürmek konusunda cesaretlendirdi."
Arap televizyonları rahatsız edici bir kolaj ekrana getiriyordu: El Arabiya kanalı, İsrail ablukası nedeniyle gıda ve ilaç kıtlığı çeken Gazzeli çocukların yürek sızlatıcı görüntülerini, bize fahiş fiyata sattıkları petrolle paraya boğulan kraliyet mensubu ev sahiplerinin Bush'a verdikleri (rap'çilerinkine taş çıkaracak kadar) parıltılı hediyelerden menkul zavallı ifrat sahneleriyle harmanlıyordu.
Bush'un ardında sadece parçalanmış bir Irak bırakmamak için gösterdiği son dakika çabası (gerçi Irak savunma bakanı ABD askerlerinin iç güvenliğe yardım için en az 2012, sınır güvenliğine yardım içinse en az 2018'e kadar kalması gerektiğini kabul etti) MTV'nin 'Cribs' programını (ünlülerin evlerinin kapılarını seyircilere açtığı ve nasıl yaşadıklarını anlattıkları bir program) hatırlatıyordu.
Geçen akşam kralın çadırvari inzivasında düzenlenen akşam yemeğinde, odanın ortasında Arap haberlerini gösteren bir televizyon vardı ve Bush'la danışmanları Elliott Abrams ve Josh Bolten kendi evlerindeymiş gibi rahattı; adeta Peter O'Toole ve Ömer Şerif gibi, bir uçtan bir uca kürklü kumaşlarla kaplı yer minderlerine kaykılmışlardı.
Abu Dabi'de Şeyh Halife bin Zayid el-Nahyan başkana altın, elmaslar, yakutlar ve zümrütlerden yapılmış devasa bir kolye verdi; öylesine şatafatlı ve ağır bir mücevherdi ki, taşımakla görevli gizli servis ajanı bile şaşırmış görünüyordu. Suudi Arabistan'daysa kral, Bush'u Ali Baba'nın mağarasından çıkmışa benzeyen zümrüt ve yakuttan bir kolyeyle süsledi.
New York Times'tan Massimo Calabresi, Bush'un cuma günü yemek yediği Kuveyt emirinin malikânesini 'sonradan görme tarzı' diye niteliyordu: "Uzun koridorlarda 16. Lui döneminden işlemeli saatlerin ve şamdanların yanında kaba saba harem resimleri ve muktedir Sabah klanı üyelerinin portreleri asılıydı."
ABD Başkanı demokrasi hakkında pek heyecan verici bir konuşma yaptığı Abu Dabi'de, pek bir demokratik olan Emirlik Palas otelinin basketbol sahası büyüklüğündeki Kral Süiti'nde kaldı -krallara ve Bush'a mahsus bir şerefti bu, ay sonunda Saray'da çalmak için gelecek olan Elton John o şereften mahrum bırakılmıştı.
Başkanın görkemli odasında geniş bir dans odası da eksik değildi; olur da, ev sahiplerinin bir kısmıyla uyuşuk uyuşuk icra ettiği ve 'Zorba'yla 'Zorro' arası bir şeye benzeyen o aşiret-işi kılıç dansını talim etmek ister diye. 3 milyar dolara mal olan, yedi yıldızlı, 25 bin metrekare pembe mermerle kaplı otel (tarihteki en pahalı yapı olduğu söyleniyor) Donald Trump'ı mosmor eder. 18 bin metrekarelik 22 ayar altın varaklarla, 1000 avizeyle, her gün değiştirilen 20 bin gülle, 200 fıskiyeyle, Zafer Anıtı'ndan daha büyük bir kemerle, Cezayir'den getirilen beyaz kumlardan menkul bir plajla ve özel helikopter pistiyle ışıldıyor. Odaların geceliği 1598 ila 12 bin 251 dolar arasında değişiyor. Bush şahinlere ve Arap aygırlarına göz atmayı da ihmal etmedi. Aygırlardan biri Teksas'tan emekli bir damızlıktı ve muhtemelen Bush'a yönelik bir atıf değildi bu.
'İnsan hakları mı?'
10 milyar dolarlık bağışlarımıza rağmen Müşerref'i Usame'yi yakalamaya veya 20 milyar dolarlık silah paketine rağmen Suudileri kadın ve insan haklarına ikna edememesi, Bush'un İsraillilerle Filistinlileri barışa ikna etme yeteneği bakımından hayra alamet değil doğrusu.
Geçen akşam düzenlenen basın toplantısında Prens Suud el-Faysal'a kralla başkanın insan haklarına dair neler konuştuğu soruldu.
"Ne hakkında?" diye tekrarladı prens açıkça.
"İnsan hakları," diye sufle verdi Condi.
"İnsan hakları mı?" diyerek derin düşüncelere daldı prens.
Bush Ortadoğulu kadınların ilerlemesinin 'özgürlük gündemi'nin esaslı maddelerinden biri olduğunu söylese de (hafta sonu Kuveytli kadınlarla demokrasi ve gelişme konulu bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi), babasının Kuveyt'i işgal eden Saddam'a karşı Suudileri korumasının üzerinden 17 yıl geçmişken Suudi kadınlarının hâlâ araç kullanamaması veya saçlarıyla tenlerini gösterememesi ve arkaik yasalar nedeniyle idam edilip kırbaçlanması pek umurunda görünmüyor. Kadın ABD dışişleri bakanının da keza...
Sadece kendi demokrasisi doğru
Bush gezisi boyunca tuhaf bir neşe içindeydi, bu arada ülkede cumhuriyetçi adaylar kendisinden kaçıp Reagan'ın mirasına sarılmakla meşguldü.
Konuştuğum Suudi kodamanları, Bush'un bugünlerde bomba müptelası Cheney'den ziyade Condi'nin etkisi altında olduğunu söylüyor şaşkınlıkla. Barış yönündeki niyetine hayranlık beyan ediyorlar, fakat bunun için yeterli vakti olup olmadığı konusunda kuşkularını dile getiriyorlar ve İsraillilerin dürtülmekten ziyade itilmesi gerektiğine eminler.
Bush'un İran'ı şeytanlaştırıp tecrit etme çabalarına da kuşkuyla bakıyorlar.
"ABD'nin bize düşmanlarımızı dikte etmesine ihtiyacımız yok, bilhassa da
o düşman komşumuzsa" diyor Suudi kraliyet salonundaki bir davetli. Suudiler İran cumhurbaşkanını geçen ay hacca davet etti. Suudiler ve Filistinliler başkanın demokrasiyle ilgili şaşaalı sözlerine kulak vermekte zorluk çektiklerini, zira Bush'un sadece kendi demokrasi biçimini doğru saydığını vurguluyor. Seçimleri Hamas, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler kazandığında Bush onların altını oymaya çalıştı. Seçim sonuçları elbette sıkıntı vericiydi, fakat demokratikleşme sonuçlara göre değişen bir mesele miydi? Ayrıca Bush'un planının kendi kendini iptal ettiğini düşünüyorlar. İsrailliler Gazze'den roket atılırsa yerleşimleri durdurmak zorunda değil ve Filistin lideri Abbas da kontrol edemediği bir bölgeden atılan roketleri durdurabilecek durumda değil.
Celile'de kendisini 'hacı' olarak niteleyen başkan, barışı üç büyük dinin de ortak noktası kadar kolay bir mesele olarak tanımladı, oysa tarih dünyadaki en zor şeyin üç dinin ortak bir noktada buluşması olduğunu gösteriyor.
ABC'den Terry Moran başkana İsa'nın mucizeler gösterdiği Celile Gölü yakınlarında dururken neler düşündüğünü sordu. Cevap şuydu: "Yeni Ahit'te durgun ve fırtınalı denizlerle ilgili anlatılan hikâyeyi düşündüm, çünkü Hazreti İsa havarileriyle tam da bu gölün üzerinde kayıktaydı ve dalgalarla rüzgârdan endişeliydiler ve deniz duruldu. İşte bunu düşündüm:
Daha büyük bir güce inandığınızda bulabileceğiniz huzuru." Adamın mucizelere inandığı belli. (16 Ocak 2008)
radikal