Yıl 1975. CHP-MSP koalisyonu yeni sona ermiş, yerine MC hükümeti kurulmuştu.. Asiltürk yine İçişleri Bakanı idi. 03 Ağustos 1975 kongresinde Rüştü Ecevit MTTB Genel Başkanı oldu. Asiltürk Ecevit’i istemiyordu. “Nasıl partiye, kendilerine danışmadan aday olabilir”di. Kongrenin yapılacağı salona girmesi engellendi, saldırıya uğradı. Sonunda yine geldi ve genel başkan oldu. İki adayın katıldığı seçim sonucunda Mustafa Öztürk 26 oy, Rüştü Ecevit 101 oy alarak genel başkan seçildi.
O gün ciddi bir şok yaşamıştım. Asiltürk’e kızıyordum, “nasıl böyle davranır” diye. Ecevit’e kızıyordum, nasıl birbirimize düşeriz diye. Nasıl istişare etmeden, sonuçta kendi aramızda bir kavgaya dönüşen böyle bir durum yaşanır diye.
Ecevit, çok sürmedi. 16 Ekim 1976’da bir yıl sonra görevinden ayrılmak zorunda kaldı.
Tayyib Erdoğan, Rüştü Ecevit döneminde Kültür Müdürü olmuştu.
Biz bu sorunu hâlâ çözebilmiş değiliz.. Ya siyasetin arka bahçesi olacaksın, ya da!..
İşte bunu kabul edemiyorum.. Siyasi siyasidir, sivil de sivil. Birlikte konuşuruz, istişare ederiz, ama aramızda emir-komuta zincirine bağlı bir ilişki olamaz.
Bugün, maalesef ciddi bir muhalefet olmadığı gibi, sivil akıl da buharlaştı. Bu yanlış.
Sivil ayrı, siyasal ayrıdır. Sivil, siyasal olmayan, resmi olmayan demektir. Evet, birbirimize muhtacız, ama öte yandan bu kadın erkek gibi bir şey. Farklı ama bir arada. Bir de yarı resmi yapılar var.
Şunu bir türlü anlayamadık, yasayla kurulan, herkesin üye olmak zorunda olduğu yapılar yarı resmi kuruluşlardır. Mesela memur sendikası gibi yapılar demokratik kitle örgütleridir.
Sırtını Ankara’ya dayayan birileri “Bana bak, hizaya gel” diyemez. Dememeli.
“Arka Bahçe”ler zamanla “derin pazarlıklar”la “derin ilişkiler”e dönüşür. Önce adamı dört bir yandan kuşatırlar. Hani söz dinlemiyor ya, sonra caydırıcı baskının her türünü uygularlar. FETÖ’cüler de öyle yapıyordu. Maliye, belediye, polis, herkesi kişinin başına bela ederek mobing uygularlar. “Nush ile uslanmayanı tekdir ederler, sonra da “Hakkı” olan “Köteğe” başvururlar. Konulu, kaburgasını kırarlar, olmadı ayağına kurşun sıktırırlar. Bu işler böyledir. Böyle böyle mafyalaşırlar. Peşine adam takarlar, iftira ederler, ailesine dil uzatırlar.
Onlara itiraz edilmez. “İşittik ve iteat ettik” diyeceksiniz. “Biat” etmek, “Cennetin satın alındığı eylem” demektir. Ama bunlar biat diye, şeytani bir oyunla size ilahlık ve Rablik taslayan megalomanlara bağlılık sözüne diyorlar. Severlerse ihya ediyorlar, önlerinde engel görürlerse öfkeleniyorlar. Her şeyi onlara soracaksınız, onlardan emir alacaksınız. “Raina” diyeceksiniz, “unzurna” değil!
Hani haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa! Bir topluluğa olan düşmanlığımızı bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti. İşi ehline verecektik. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecekti. İttifak ettiğimizde birlikte hareket edecek, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görecektik. İhtilaf edersek hakeme gidecektik. Birbirimize İlahlık ve Rablik taslamayacaktık.
“Birleşelim, ama bizde” diyorlar. Biliyor musunuz, tefrikanın asıl sebebi bu. Herkes, kendi liderini, örgütünü, şeyhini, ideolojisini merkeze alıyor. Haşa nerede ise dedikleri şu: Allah’ın emrine uymazsanız haram, resulün sünnetine uymazsanız mekruh, bizim gibi düşünmez ve bizim lider, örgüt ve içtihadımıza bağlanmazsanız dinden çıkarsınız.
Bütün ihaleler onlara, bütün kadrolar onlara, bütün kararlar onların iznine bağlı olacak. Yetkili kişiler, kurullar, kurallar belli. Kimse bu yetkisini hukuksuz bir şekilde Hakk’a ve halkın iradesine karşı kullanamaz. Kendilerine duyulan güveni istismar edemez. Yetkisini kötüye kullanamaz.
Hani biz Hz. Ömer’le ilgili “menkıbeler” anlatırdık. Hani Hz. Ali Malik b. Eşter’e ne yazmıştı. Siyasetname’lerde, Fütüvvetname’ler ve Emanname’lerde bize öğütlenen neydi!
Bu yanlış sadece siyaset çevrelerinin yanlışı değil. “Sivil” dedikleriniz de, en az siyasiler kadar bu sonuçtan sorumlu.
Bir siyasinin, bir STK ve bir patronla işbirliği yaparak kumpas kurmaları halinde al başına belayı. Mafyalaşma ve derin yapılar böyle başlıyor.
Bakın, bu sistemde zaman içinde siyaset kendi kendini yer, sivil toplum da öyle. Ardından sermaye kendi kendini bitirir.
Unutmayalım ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.
Siyaset, torpil ve rüşvete bir alıştı mı, onu dizginlemek çok zordur. Onların çıkarına mani olan kim olursa olsun, ona karşı düşmanca davranırlar. Bu gidiş yokuş aşağı koşar gibi bir gidiştir. Ve sonuç bellidir.
Aşk ve öfke aklı zail eder. Para, makam aşkı en tehlikeli aşklar arasındadır. Şeytanın en keskin hilesi para, makam ve işret üzerinedir.
Biz, para, kadın ve makamla bu seviyede daha yeni yeni tanışıyoruz. Dökülenlerimiz, kırılanlarımız olacak, ama toparlayacağız inşallah. Epey geçmişimiz var bu alanda ama bu seviyede ve bu ölçekte ilk kez servet, iktidar ve makamla tanışıyoruz.
Geçmiş tecrübesinden bu konuda çok fazla yararlanamıyoruz. Çünkü bu işlerin üzerini hep örttük. Kol kırılıp yeni içinde kalınca kollarımız çolak kaldı.
Övünmeyi ve dövünmeyi bırakıp düşünmemiz, birbirimize nasihat etmemiz ve nefsimizi hesaba çekmeliyiz. Özeleştiri yapmalıyız yani. Başkasını eleştirmek kolay, kendimizi hesaba çekmek daha zor bir iş. Başkalarına nizam verirken kendi eksiklerimizi de görmemiz gerek. Yoksa bize de sorarlar “Siz Kitab’ı okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz?” (Bakara 44)
“Ey oğul! Önce kendi nefsine öğüt ver, kendi nefsini düzelt! Sonra da başkalarına öğüt ver, başkalarını düzeltmeye çalış! Sana önce kendi nefsinin özelliklerini, kendi nefsinin ne durumda olduğunu bilmen lazım. Kendinde ıslaha muhtaç bir hâl var oldukça başkalarını düzeltmeye, başkalarına öğüt vermeye kalkışma! Eğer kendinde ıslaha muhtaç bir hâl bulunduğu hâlde bunu bırakır da başkasının ıslahına kalkışırsan yazık sana! Başkalarını nasıl ve hangi hâllerde kurtarabileceğini bilirsin. Sen kendin kör isen, bir başkasının elinden tutup nasıl bir yere götürebilirsin? Gözleri görmeyen birisinin bir başkasının elinden tutup bir yere götürmesi mümkün olmadığı gibi, kendi nefsini ıslah etmemiş birisinin de başkalarını irşat edip Allah’a götürmesi mümkün değildir. Ancak kendi gözleri gören kişi başkalarını bir yerden bir yere götürebilir.”
Bakın, biz “Müslümanlardanız”, Müslümanız, “Müslümancı” değil. Kendi nefsimizi merkeze almadığımız gibi başkasının nefsini ya da tüzel nefisleri de, örgüt, lider ve benzeri yapıları da, kendi mezhebimizi ve ideolojimizi de merkeze almayız. Merkezde HAK olacaktır. Biz Hakk’a tapan bir milletiz. Alamet-i farikamız bu! Bizi “biz” yapan esas bu! Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Selam ve dua ile.